18 Aralık 2008 Perşembe

TAKVA EĞİTİMİ VE TAKVAYI SAĞLAYAN AMELLER...


Takva; insanın Allah’tan korkması, bütün benliği ile Allah’a dönmesi isyandan ve her türlü günahlardan kendini muhafaza etmesidir.

Takva; insanı Allah’a kavuşturan ve O’nun sevgisine vesile olan en güzel sıfatlardan biridir. Dünyada huzur ve saadetle yaşamak, ahirette de sonsuz nimetlere nail olmak, ancak takva ve amel-i salih ile mümkündür. Allah-ü Teala’nın imandan sonra en çok sevdiği ve razı olduğu amel takvadır. Elbette ki müttaki bir müminin imanı ile, günahlardan kendini muhafaza edemeyen bir insanın imanı bir değildir. Kendini başta büyük günahlar olmak üzere, günahlardan muhafaza eden bir müminin kalbi aydınlanır, ruhu huzur bulur, imanı kuvvetlenir ve daima inkişaf eder.
Zira, takva sahibi olanlar, Kur’an-ı Kerim’i kendine rehber edinip, onun ahkamına göre hayatını tanzim eder, başına gelen bela ve musibetlere karşı sabırla mukavemet eder ve kendisine bahşedilen lütuf ve ihsanlara karşı da şükür ve hamd ile mukabele eder.
Bütün peygamberlerin en üstün seciyesi olan takva ve istikamet, evliya, mürşit ve müçtehitlerin yolu ve şiarı, bütün abitlerin manevi rızkı, şakirlerin basiret nuru ve kamil mü’minlerin de maksad-ı alasıdır.

Nimet-i uzma, saadet-i kübra ve cennet-i ala ehl-i takva içindir. Nurani bir libas olan takva, insanı günahlardan ve ahiret azabından muhafaza eder ve cennete girmesine vesile olur. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Ve cennet müttakiler için yakınlaştırılmıştır.”1 “ne göz görmüş, ne kulak işitmiş ve ne de kalbi beşere hutur etmiş” olan cennetin çeşit çeşit ve ebedi nimetleri, küfür ve günahlardan sakınan müttakiler için için hazırlanmıştır. Cennet ehli için ebedi sürür ve neşe vardır. Dünya ve içindekiler insan için yaratıldığı gibi, cennet de müttakiler için hazırlanmıştır. Dolayısıyla müttakiler, cennetin çiçeği ve süsüdürler.

Ehl-i takva mukaddes bir zümredir ki, onların da büyükleri nebiler ve mürsellerdir. Her meselede olduğu gibi, takvada da bütün mürsellerin seyyidi, nebilerin serveri, müttakilerin senedi, ehl-i takvanın imamı, bütün kainatın fahr-i ebedisi, ins ve cinnin peygamberi olan Hazret-i Muhammed’dir. (s.a.v)
Yine başta dört halife olmak üzere, bütün sahabe-i kiram hazretleri, tabiin ve müçtehidin ehl-i takvanın önderleri ve mürşitleridir. ,

Takva ve salih amel hem şeriata, hem akla, hem de vicdana muvafık olan meziyetlerdendir. Böylece hayatını haram ve günahlardan muhafaza eden bir kimse, insan-ı kamil olmaya liyakat kesbeder ve müttakilerden olur.
Kur’an-ı Kerim’de takvanın ehemmiyetini ve faziletini belirten yüz elli kadar ayet-i kerime vardır. Bu ayetlerde Cenab-ı Hak takva sahiplerinin güzel meziyetlerini belirtmiş ve onları övmüştür. Bunlardan birkaçını zikredelim:
“Allah, ibadetleri ancak müttaki müminlerden kabul buyurur.” 2
“Allah, kendisini küfürden ve isyandan muhafaza edenleri sever.” 3
“Biliniz ki, Allah’ın yardımı her cihetle müttakilerle beraberdir.” 4
“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilden korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.”5
“İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyla sakınıp (takva ile hareket edip) iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkıyla sakınıp (takva ile hareket edip) iman ettikleri, sonra da hakkıyla sakınıp (takva ile hareket edip) yaptıklarını, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde, (haram kılınmadan önce) taptıklarından dolayı günah yoktur. (Önemli olan inandıktan sonra iman ve iyi amelde sebattır). Allah iyi ve güzel yapanları sever.” 6
Bu ayette iman ve amel-i salih, iki kere ve takva üç mertebe olarak zikredilmiştir. İnsanın iman edip şirkten korunması mahiyetinde olan ilk mertebe kişinin kendi nefsi ve vicdanı arasında olan bir takvadır. İkincisi, insanın kendisi ile diğer insanlar arasındaki hususlarla ilgili olan takvadır ve üçüncüsü de, insanın kendisi ile Allah arasındaki takvası ve imanıdır. Bu ayette takvanın bu üçüncü derecesini Hamdi Yazır Efendi “ihsan” olarak zikretmiştir. Nitekim Hz. Peygamber’e (s.a.v) “İhsan nedir?” sorulunca şöyle buyurmuştur: “İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi hareket etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da, şüphesiz O seni görmektedir.”

Yüce Allah, Bakara Suresinin ilk ayetlerinde, takva sahibi olan muttaki insanları övmüş ve onların çeşitli vasıflarını belirtmiştir. Buna göre takva sahibi olan insanlar, hiç tereddüt etmeden hidayet ve kurtuluş yolu olarak Kur’an’ı seçerler; gaybe inanır, beş vakit namazlarını kılar ve helal yoldan elde ettikleri mallarını Allah’ın yolunda harcarlar. Bütün mukaddes kitaplara iman eder, ahirete inanır, onun hazırlığı içinde olurlar. Bu şekilde hareket eden takva sahipleri, aynı zamanda Allah tarafından övülmüş, hak yolda bulunan ve felaha kavuşacak olan insanlar olarak haber verilmişlerdir.

Başka bir ayet-i kerimede de şöyle buyrulmaktadır:
“Allah’ın nazarında en üstün olanınız takvada en ileri olanınızdır. Muhakkak ki, Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.” 7
Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, insanlar mahiyet itibariyle birbirlerinin aynıdır. Birbirlerine üstünlükleri ne rütbe, ne makam, ne de zenginlikle olmayıp, ancak iman, takva ve amel-i salihin dereceleri nisbetindedir. Zira insanların kemali ve fazileti ancak takva iledir.

Hz. Muhammed (s.a.s) de veda hutbesinde aynı durumu şöyle izah etmiştir: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Adem’densiniz ve Adem de topraktandır, Allah’ın yanında en üstün olanınız takvası en fazla olanınızdır. Araplarla Arap olmayanların birbirine karşı üstünlüğü ancak takva iledir.”
“Allah’a karşı takva sahibi olmanızı tavsiye ederim.”
“İnsanın Cennete girmesine en çok sebep olan şey, onun takvasıdır.”
“Helal belli, haram da bellidir. Fakat bu ikisinin arasında şüpheli şeyler vardır. Şüphelilerden korunan, dinini ve iffetini temiz tutmuş olur. Şüphelilere düşen, harama da düşer. Nasıl koruluğun kenarında koyun otlatan çobanın koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa, şüpheli şeylerden korunmayanın da harama düşme ihtimali öylece vardır. Haberiniz olsun ki, her hükümdarın koruluğu vardır. Allah’ın korusu da haramlardır.”

Takva, Yüce Allah’ın inanan kulları için işaret buyurduğu bir toplanma ve yardımlaşma noktasıdır. Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “İyilik ve takvada yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın..”8
Cenab-ı Hak melekleri akıl ve nurdan, insanları ise, şehvetle birlikte akıl nurundan yaratmıştır. İnsanoğlu akıl cihetinden meleklere, şehvet yönünden ise hayvanlara benzemektedir. Eğer insan, nefs-i emmaresine mağlup olmayıp, takva ve amel-i salih dairesinde yaşarsa daima terakki eder, ala-yı illiyyine çıkar ve meleklerden üstün olur. Eğer nefs-i emmaresine tabi olup her türlü kötülüğü işlerse, esfel-i safilin tarafına gider, hayvandan daha zelil ve daha aşağı bir derekeye düşer.

Büyük alimler buyurmuşlar ki, her kim şunları kendisine farz bilip yapmadıkça takva sahibi olamaz:
1- Beş vakit namazı vaktinde kılmayı birinci vazife bilmek.
Namaz; insanın kabiliyetlerini canlandırıp, ruhun hassasiyetini ve kalbin temizliğini temin eder. İmandan sonra ibadetin en ulvisi, en mukaddesi ve en mükemmeli namazdır. Zira, Allah’a karşı şükrün en mükemmel şekli ve O’nu ta’zim ve tesbih etmenin en güzel yolu namazdır. Allah’ın rızasını temine en güzel vasıta da yine namazdır. Hayatını huzur ve saadetle devam ettirmek isteyen bir insan, namaza devam etmelidir. Zira, “Namaz müminin miracıdır.” Hayatını namaz ve diğer ulvi ibadetlerle geçiren bir insan, ne kadar bahtiyar ve ne kadar huzurludur!
Namaz içinde insana huzur veren öyle büyük bir sır vardır ki, tarif edilmez. Cenab-ı Hak kullarını günde beş defa kendi manevi huzuruna davet ederek onlarla adeta sohbet ediyor, onların manevi derecelerini arttırıyor ve huzuru ile onları şereflendiriyor. İnsan için Allah’a muhatap olmaktan ve O’nunla böyle ulvi bir sohbet etmekten daha büyük bir huzur, daha büyük bir izzet ve şeref düşünülebilir mi? Böyle bir davetin ulviyetini ve kıymetini anlayan bir insanın şevk ile o huzura koşması icab eder.

2- Gıybet etmemek
Gıybet, bir kimsenin gıyabında hoşlanmayacağı sözler söyleyerek onu arkasından çekiştirmektir. Diğer bir ifadeyle; kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir sözü, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmaktır.
Allah-u Teala, gıybetin ne kadar çirkin olduğunu, onu yasaklayan şu ayetle ifade etmiştir:
“…Birbirinizin gıybetini yapmayın. Hanginiz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Bundan tiksinirsiniz öyle değil mi? Muhakkak ki, Allah tövbeleri çok kabul edendir ve çok merhametlidir.” 9
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyamet gününde insanların önünde rezil rüsyav eder“.
“Her kim gıyabında kardeşinin kusurlarını söyletmezse, kıyamet gününde Allah da onun kusurlarını örtmeyi tekeffül eder.“

3- Mümin kardeşine su-i zan etmemek ve kimseyi kötü bilmemek.
Hüsn-ü zan, bir kimse hakkında iyi niyetli olma halidir. Hüsn-ü zan, kalb-i selim ashabında bulunan yüksek bir haslettir. Zira hüsn-ü zan sahibi bir mü’min, insanlar ve hadiseler hakkında daima güzel düşünür ve hoş olmayan hareketleri bile hayra yorar.
Cenab-ı Hak, bir ayette mealen: “Ey iman edenler! Zandan çok sakının; çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın.”10 buyurarak, insanların su-i zandan kaçınmalarını emretmiştir. Zira su-i zan, ihtimal üzerine verilmiş bir hükümdür. Söylenilen veya düşünülen şey, o kişide yoksa ona iftira edilmiş olur.

4- Kimse ile alay etmemek.
Bir kimseyle alay etmek, onun ayıplarını ve kusurlarını kötü bir tarzda söylemek, dil ile zem etmek ve bir insanı kerih göreceği bir lakap ile çağırmak İslam nazarında çirkindir ve haramdır.

5- Haram’a nazar etmemek.
Bütün kainattaki güzellikleri temaşa edip ibret alan bir göze paha biçilemez.
Evet göz; “Şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütelaacısı ve şu âlemdeki mu’cizat-ı san’at-ı Rabbaniyyenin bir seyircisi ve şu Küre-i Arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı” dır.11
İnsana verilen maddi ve manevi bütün cihazlar birer emanettir. Dolayısıyla insan, bunları dilediği gibi kullanamaz. Eğer insan, bu emanetleri Cenab-ı Hakkın rızasına uygun kullanır ve her bir azayı O’nun emrettiği şekilde istimal ederek şükrünü eda ederse, emanete riayet etmiş olur ve cennete layık bir kıymet alır. Eğer bu harika cihazları, nefis hesabına çalıştırıp hakiki sahibine satmazsa en kıymetli cihazları en kıymetsiz şeylerde sarfettiğinden emanete hıyanet cezası görür ve esfel-i safilin tarafına gider.
“Göz bir hassedir ki, ruh, âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenab-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırırsan; geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur.”12

Demek ki, herkes kendisine emanet edilen şeyleri muhafaza edip etmediğinden ahirette hesaba çekilecektir. Onun için insan bütün ömrünü Allah’ın rızası yolunda geçirmeli ve özellikle gözünü harama bakmaktan sakınmalıdır.
Kur’an-ı Kerim’in nazarında imandan sonra takva ve amel-i Salih gelir. Takva, saadet ve faziletlerin temelidir. Amel-i salih, Allah’ın emirleri dairesinde hareket ederek kulluk vazifesini yerine getirmektir. Cennete girmenin en büyük vesilesi de yine takva ve amel-i salihtir. Takvanın en büyük esası Allah korkusudur. Çünkü, Allah’tan korkmak insanı her türlü kötülükten, zarar ve günahtan muhafaza eder.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1 Şuara Suresi 26/90
2 Maide Suresi ,5/27
3 Tevbe Suresi, 9/4
4 Bakara Suresi 2/194
5 Âl- i İmrân Suresi 3/102
6 Maide, 5/93
7 Hucurat Suresi, 49/13)
8 Mâide Suresi, 4/2
9 Hucurat Suresi, 49/12
10 Hucurat Suresi 49/12
11 Sözler
12 Sözler

12 Aralık 2008 Cuma

Hz. PEYGAMBER (S.A.V) VE ŞİİR:

Konu: Hz. PEYGAMBER (S.A.V) VE ŞİİR: 12.05.2007
H.z Peygamberin şiir hakkındaki tavrı, şiirin yöneldiği gaye ve hedefe bağlı bir durumdur. Eğer şiir bir irfan ve hikmet vasıtası olarak kullanılıyor ve nefsanî arzulara değil de rûhanî iştiyaklara hitap ediyorsa bu açıdan teşvik edilmesi gereken bir sanattır. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem: “”Bazı şiirler ne güzel hikmettir” buyurmuştur.( Ubeyy radıyallahu anh. Buhârî.)
Yine bir başka hadisi şerifte şöyle geçmektedir: “Bir bedevi, Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme geldi ve yanında konuştu. Peygamberimiz "Şüphesiz, bazı konuşmalarda büyü gücü vardır, bazı şiirlerde de faydalı anlamlar mevcuttur (İbn Abbas radıyallahu anh. Ebû Dâvud.)
Ancak şiir, edepten uzaklaştığı ve dinleyende kötü temayüller meydana getirdiği takdirde Kur’ân tarafından ayıplanan bir uğraş hâline gelivermekte. Nitekim Şuarâ Sûresi’nde bu tür şiirler yazan şairlerden bahisle şöyle buyrulmuştur: “(Hak’tan uzak) şairler(e gelince), onlara da ancak sapkınlar uyar. Görmez misin, onlar her vadide şaşkıncasına dolaşırlar ve yapmayacakları şeyleri söylerler? Ancak; Îman edip iyi işler yapan, Allâh’ı çok çok anan ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunan şairler başkadır...”(ŞuarâSûresi,224-227)
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu âyetin nüzulünden sonra şiirle meşgul olan sahabîlerine İslâm’ın şiir çerçevesini çizmiş ve bir hadis-i şerifte şiirin Allah yolunda nasıl bir vesile olacağı sadedinde şöyle buyurmuşlardır: “Muhakkak ki mü’min canıyla, kılıcıyla ve diliyle cihad eder. Nefsim elinde olana yemin ederim ki sizlerin onlara söylediğiniz şiirler ve hicivler tıpkı oklar gibidir.” (Müsned, VI, 387)
Peki özel mânâda Peygamber Efendimiz’in şiirle alâkası nasıldı şiire özel merakı varmıydı? Peygamber Efendimiz’in şiirle olan alâkası noktasında ilk akla gelen isim, Hassân bin Sâbit -radıyallâhu anh-’tır. Rasûl-i Ekrem Efendimiz onu şiir yoluyla müşrikleri hicvetmesi yani şiir söylemesi yolunda sürekli desteklemiştir. O şiir söylerken onu teşvik babında Peygamberimiz: “Kul yâ Hassân ve’r-Rûh meake: Söyle yâ Hassân; Cebrail seninle.” buyurmuştur.
Hattâ Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hassân bin Sâbit’e Ravza-i Mutahhara’da kürsü yaptırmıştır. Yani Peygamber’den sonra, Mescid-i Nebevî’de kürsü sahibi olan tek kişi, bir şairdir. Ashâb-ı kirâmın hayatında şiir mühim bir yer tutuyordu. Uhud’da düşmanla karşı karşıya gelindiğinde, Hendek kazılırken, Mekke’ye umretu’l-kaza için girilirken Hassân bin Sâbit, Ka’b bin Mâlik ve diğer Peygamber şairlerinin mü’minleri coşturan şiirler söylediğini biliyoruz. Mûte şehidlerinden Abdullah bin Revâha -radıyallâhu anh- da Peygamber Efendimizin şairlerinden idi.
Bu noktada ikinci hâdise olarak akla Kâ‘b bin Züheyr gelmektedir. Kâ‘b, hidayete ermeden önce yani müşrikken şiir yoluyla İslâm’a karşı mücadele ettiği için katline ferman verilmiş bir şairdir. Ancak sonradan hakikati görmüş ve kendisine hidayet nasip olmuştur. Hidayete erdikten sonra da şiirlerini nebevî muhabbete hasretmiştir. Hattâ Bânet Suâd Kasîdesi’ni Peygamber Efendimiz’in huzurunda okumuştur. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu şiirden o kadar memnun kalmıştır ki, “ve’l-afvu inde Rasûlillâhi me’mûlu” (Allah Rasûlü’nün katında affedileceğimi umuyorum) ifadesinin geçtiği beyte gelince üzerinden kendi hırkasını çıkararak ona hediye etmiştir.
Hâsılı, şiir; gönle hitap ettiği ve hakikî aşkı terennüm ettiği takdirde, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in tasvip ve teşvikini almış mukaddes bir meşgaledir. Hattâ O’nun teşvîk ve takdiri, yaşadığı zamana has değildir. Bu hakikatin sonraki devirlerde de tecellîsini görmekteyiz. Bunun en bariz örneği İmam Bûsırî Hazretleri’nin Kasîde-i Bürde’sidir. Hikâyesi şöyledir: İmam Bûsırî Hazretleri ilk zaman devrin meliklerini, padişahlarını, devlet adamlarını medihle başlamış işe. Bir gün Şeyh Ebû’r-Recâ Hazretleri, önüne çıkmış:“Yâ Bûsırî, Hazret-i Muhammed Mustafâ’yı rüyanda gördün mü?” diye sormuş. O da:“Görmedim.” demiş. Ondan sonra geçmiş-gitmiş. Bundan, o zaman Şeyh Ebû’r-Recâ Hazretleri’nin ona bir nazar ettiği, şairin kalbine bir ok attığı ifadesi anlaşılır. Daha sonra İmâm Bûsırî Hazretleri bir hastalığa tutulmuş. Ama henüz aşk vadisinde değil... Tedaviler tesir etmiyor. Daha sonra Peygamber Efendimiz’i medhetme, O’nu anlatma niyetiyle Kasîde-i Bürde’ye başlamış. 161 beyit... Kasîdeyi bitirdiği gece Peygamber Efendimiz’i rüyasında görmüş. O’nun huzurunda kasîdeyi okumuş. Rivayetlerde anlatıldığına göre İmâm-ı Bûsırî, Kasîde-i Bürde’yi okurken, Peygamber Efendimiz, meltemde tatlı tatlı sallanan ağaç dalları gibi hafifçe sağa sola sallanıyor imiş. Bir beytin ikinci mısraı aklına gelmemiş. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ikinci mısrayı tamamlamış. Kasîdenin bitmesinden sonra da Efendimiz rüyada o felçli uzuvlarını mesh etmiş. O günün sabahında uyanmış, bir bakmış ki vücudunda hastalık nâmına hiçbir şey yok, bütün ağrılar, sızılar kesilmiş. O gün sabah namazına giderken Şeyh Ebû’r-Recâ Hazretleri yine karşısına çıkmış:“–Hazret-i Muhammed Mustafâ’yı methettiğin şiiri getir.” demiş ve şiirin ilk beytini okumuş.Bu hâdiseden sonra Kasîde-i Bürde’nin şifa niyetine okunduğu vâkîdir. Ben de birkaç sefer hasta olan, felçli olan dostlarıma Kasîde-i Bürde’yi okudum. Onların Allâh’ın izniyle şifa bulduğunu gördüm. Bu tesir Hazret-i Muhammed Mustafâ’ya olan muhabbetin neticesidir.

KAHVE’NİN KAVRULMASI İLE İNSANIN EĞİTİMİ ARASINDAKİ EĞİTİM İLİŞKİSİ

KAHVE’NİN KAVRULMASI İLE İNSANIN EĞİTİMİ ARASINDAKİ EĞİTİM İLİŞKİSİ
(MANEVİ YÖNDEN EĞİTİM)
Çiçekleri beyaz ve hoş kokulu , kirazı andıran kırmızı meyvasının içinde iki çekirdek bulunan, dikildikten yaklaşık 3 yıl sonra meyve vermeye başlayan ve 30-40 yıl boyunca aralıksız meyve veren bir ağaç türüdür.Doğal haline bırakıldığında 8-10 metreye kadar uzayan ağaç, meyvelerin kolay toplanabilmesi için sürekli budanarak 4-5 metre uzunluğunda bir çalı boyutunda tutulur.Soğukta ağaç ölür, ayrıca ani ısı değişiklikleri de ağaca zarar verir. Nemli ortamı sevdiğinden, kahve ağacının düzenli yağışın olduğu tropik bölgelerde yetiştirilmesi gerekir.Bol yağışların ardından kahve ağacı, yılda iki ya da üç kez bembeyaz muhteşem çiçekler açar. Güçlü ve keskin kokuları kimi zaman yasemini kimi zaman portakal ağacının çiçeğini andırır. Yeni çiçek vermeye başlamış bir ağaç, dallarında bir yılda toplam 20-30 bin çiçek taşır.Kahve çiçekleri açtıktan birkaç saat sonra solmaya başlar ve yavaşça meyve olmak için hazırlanırlar.
Bazı kahve ağaçlarının meyvesinden iki yerine bir tane çekirdek çıkar. Bu çekirdek (peaberry), diğerlerine göre çok daha yuvarlak bir şekle sahiptir. Tek olarak çıkan çekirdekler, diğerlerinden ayrılarak üretim sürecinden geçirilir. Genellikle fiyatları da normal kahveye göre çok daha pahalıdır.Kahve meyvelerinin çok düzenli kontrol edilmeleri gerekir, çünkü olgunlaştıktan sonra 14 gün içinde çürümeye başlarlar
Toprak , aldığı su, güneşlenme zamanı ,nem kahvenin tadını ve aromasını değiştirmektedir. Eğer kahve yanardağın eteğinde yetiştiriliyorsa kül kokuyor. Muz ağaçlarının gölgesinde yetişiyorsa daha aromatik bir tadı oluyor.
Kahve’nin anavatanı olan Etiyopya’nın yüksek yaylaları, yabani kahve bitkisinin doğal olarak yetiştiği bölgelerde yerli halk bu bitkinin tanelerini un haline getirip bir çeşit ekmek yapıyordu meyveleri kaynatıldıktan sonra suyu içilmek suretiyle tıbbi amaçlı kullanılıyor ve "sihirli meyve" olarak adlandırılıyordu.Kahve, ünüyle birlikte hızla Arap Yarımadası'na yayıldı ve 300 yıl boyunca Habeşistan'da keşfedilen yöntem ile içilmeye devam edildi. 14. yüzyılda ise yepyeni bir keşif ile ateşte kavrulan kahve çekirdekleri, ezildikten sonra kaynatılarak içime sunuldu.
Kahve, kısa zamanda itibarlı bir içecek olarak saray mutfağında yerini aldı ve büyük ilgi gördü. Saray görevleri arasına "kahvecibaşı" adında bir de rütbe eklendi. Padişahın ya da bağlı olduğu devlet büyüğünün kahvesini pişirmekle görevli olan kahvecibaşı, sadık ve sır tutmasını bilenler arasından seçilirdi. Osmanlı tarihinde kahvecibaşılıktan sadrazamlığa yükselenlere bile rastlandı.



Kavrulması
Kahve üretim sürecinde en kısa süren ancak en önemli ve en dikkat gerektiren aşama kavurmadır. Bu işlem büyük bir sorumluluk gerektirir. Çünkü bir anlık dikkatsizlik zaman ve para kaybına yol açarak tarladan üretime yüzlerce insanın sarf ettiği emeği boşa çıkarabilir. Kavurma sırasında uygulanan ısı ile yeşil kahve çekirdekleri, orijinal açık yeşil renklerinden kahverengiye dönüşürler. Hacim olarak artarak su kaybederler. Bu işlem öncesinde hiçbir aroma ve kokuya sahip olmayan kahve çekirdekleri, kavrulma sırasında içlerinde gizli olan 900'den fazla aromayı açığa çıkarırlar.
Her kahve türü aynı şekilde kavrulmaz. Bu nedenle kavurma bir sanattır. Tecrübe, bilgi, birikim ve uzun yıllara dayanan bir uzmanlık ister. Tecrübeli bir kavurucu, belirli kahvelerin hem potansiyellerini hem de sınırlarını bilir. Ancak bu sayede kahvenin niteliklerini olabildiğince en üst seviyeye geliştirebilir
Kaliteli bir kahvenin gizli lezzetlerini, kavurma aşamasında ortaya çıkardıktan sonra fincanlara taşıyabilmek için bir aşamadan daha geçirmek gerekir: "öğütme". Her kahve türü ayrı şekilde öğütülür. En inceden kalına doğru; Türk Kahvesi, Espresso, Filtre kahve.Türk Kahvesi diğer kahve türlerine göre çok daha zor bir öğütme aşamasından geçer. Çünkü çok ince olması gereken kahvenin, oldukça hassas ayarlarla ve ustalıkla takip edilmesi gerekir. Bu yüzden de sadece özel değirmenlerde öğütülebilir.
Kahve hangi süreçlerden, her ne şekilde geçerse geçsin; nihai kalite tek bir faktöre bağlıdır: "tazelik". Kahve çekirdekleri kavrulduktan sonra oksidasyon süreci başlar ve bayatlamaya neden olur. Bu nedenle satılacağı şekle göre çekirdek olarak veya öğütülerek hemen paketlenmeleri gerekir. Kahvenin, tüketileceği zamana kadar oksijen, nem, koku gibi çevre koşullarından etkilenmemesi ve havasız bir ortamda tamamen korunarak nefis lezzetini ve eşsiz kokusunu kaybetmemesi için çeşitli birden fazla paketleme yöntemleri geliştirilmiştir.

AŞK...

KONU : AŞK 28.07.2007 RECEB-İ ŞERİF
Aşk kelimesinin aslı “IŞK” kelimesidir. Işk sarmaşık demektir. Sarmaşık nasıl sarıldığı yeri istil3a edip kaplarsa, aşk da girdiği kalbi ve vücudu öylece kapladığından, şiddetli sevgiye “aşk” denilmiştir.
Aşk lafzı Kur’an’da zikredilmemiş, ancak İbn Arabî’nin beyanına göre benzetme yoluyla geçmiştir. Kur’an’da “EŞEDD-İ HUBB” =Şiddetli Sevgi (Bakara suresi 165) ayeti aşka delil sayılmıştır.
Tasavvuf ehlince “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim, mahlukatı yarattım” şeklindeki kutsî hadisin delaletine göre, muhabbet yani aşk Allah’tan zuhur etmiş ve bütün alemin yaratılmasına sebep olmuştur.
Tasavvuf ehline göre her yaratığın aşkı kendi istidadı ve kabiliyetine göredir. Nefse galebe çalmak için ve nefis mücadelesi için en kestirme yol, aşk yoludur. Ancak aşk yaşayanın ve tadanın bilebileceği ama asla tarif edemeyeceği bir haldir. Nitekim kendisine “Aşk nedir?” diye sorulan Hz. Mevlanâ’nın: “Ben ol da bil.” cevabı bunu anlatmaktadır. Aşk öyle bir ateştir ki, bir parladı mı maşuktan başka her şeyi yakar.
Ehl-i tarîk aşkı, mecazi ve hakiki olmak üzere iki türde incelerler.
Mecazi Aşk: Geçici suretlerden birini sevmektir. Şehvetsiz, ilahi ve hakiki aşka götüren bir köprü olmak şartıyla, böyle bir aşk da hoş karşılanmıştır. Nitekim Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Tertemiz bir aşkla birine tutulan ve bu aşkını açıklamaya bile cesaret edemeden bu sevgiyle ölen, şehid olarak ölmüş sayılır.” (Keşfü’l-Hafâ,II,262,2538)
Herkeste ilahi aşka yani hakiki aşka kabiliyet olmayabilir. Bu yüzden mecazi aşk, hakiki aşk için bir köprü görevidir.ancak güzelliği ve ondan kaynaklanan aşkı ilahi aşka bağlamalı ve meşru sınırlar içinde kalması gerekir.
Hakikî Aşk: Allahü teâlâyı ve O'nun sevdiklerini çok sevmek. Buna hakîkî aşk denir. Hakîkî aşk, nefsi terbiye eder, ahlâkı güzelleştirir; insanın kalbinde bir ateş olup, Allah sevgisinden başka her şeyi yakar, yok eder. Hak âşığı olanın sözü, işi ve düşüncesi doğru ve saftır. (İbrâhim Hakkı Erzurûmî)
Hakikî aşka eren kimse kendinden geçmiş, fenâfillaha ermiştir. Hakikî aşkın alâmeti, Allahü teâlânın emirlerine çok uymaktır. (İmâm-ı Rabbânî). Bu aşkın temelini “MUHABBET” oluşturur. Şu üç muhabbet çok mühimdir: Birincisi, Allahü teâlâyı sevmektir. Bunun alâmeti, ibâdeti günaha tercih etmektir. İkincisi, kuvvetli bir îmân ile Resûlullah efendimizi sevmektir. Bunun alâmeti, Resûlullah'ın sünnetine yapışmaktır. Üçüncüsü ise Allah için mü'minleri sevmektir.Bunun alâmeti, mü'minlere eziyet etmemek ve onlara faydalı olmaktır. (Hâris el-Muhâsibî)
Allah’a olan aşkın ve muhabbetin kalbe yerleşmesini sağlamanın iki yolu vardır:
a) Nefsin başka şeylere meyil ve arzularını azaltarak gönülden masiva sevgisini çıkarmaktır. Bu da genellikle nefis tezkiyesi ve tasfiyesi ile olur. Kur’an’da: “Allah Teâlâ insanoğlunun göğsünde iki kalp yaratmamıştır.”(Ahzap,33/4) ayeti gönülde iki tür sevginin bulunmayacağını ifade eder. Çünkü aşkın kemali kalbin sadece Allah’ı sevmesi ile olur.
Her seven sevdiğine bağlıdır. İnsanın çok aşırı sevdiği şey, ona ilah veya mabud haline gelebilir. Nitekim : “Nefsani heva ve hevesini ilah edineni gördün mü?”(Furkan,43) ayeti buna delildir. Yani Allah’a aşkı azaltan sebeplerin başında heva, heves ve dünya sevgisi gelir.
b) İbadet ve taatla marifeti tanımak, yani Allah’ı bilmek. Bunun yolu nafile ibadet ve tatlarla ruhu güçlendirmektir. En kuvvetli yolu da kamil bir mürşide teslim olup zikir üzere olmaktır. Çünkü aşık olan kişi, aşık olduğu varlığın ismini çok zikretmelidir ki, bu aşkı kalbi sarsın. Böylece istikamet üzere olsun. Bu yolla elde edilen aşk, toprağı temizledikten sonra tohum ekmeğe benzer. Böylelikle aşkın insan kalbini her yönüyle tamamen kaplaması muhabbet doğurur.
TALHA SÖYLEMEZ

SEVGİ TÜRLERİ...

EĞER SEVGİSİ: Bana göre karşılık bekleyen sevgidir. Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Kişinin amacı bence sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır. Evliliklerin pek çoğu Eğer türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılmıyor mu?
İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında. Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek başta önemli olması gerekir.Çünkü karşılıksız olması gerek.
ÇÜNKÜ SEVGİSİ:Bu tür sevgide kişi bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir gibime geliyor. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Örnek : Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin (Yakışıklısın). Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki. Seni seviyorum.:J)))J Çünkü bana o kadar güven veriyorsun. Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki..))
Ancak bu tür sevgi de, yükler getirir insana. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar,Böylece Nefsin beğenilerini ve isteklerini çoğaltma ve rekabet girer.(Nefs-i emare,HIRS,TûL-İ EMEL, DÜNYA SEVGİSİ) O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi acaba?
Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var. Birincisi; acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz korkusu.. İkincisi de ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa endişesidir.
Bir yerde okuduğum örneği yazayım siz değerli ağabeylerime...Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişana bozup onu terk etmiş.
Daha acısı ayni kentte oturan Anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne kurulmuş olduğundan bir günde ölmüş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrındanölmüş... Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?
RAĞMEN SEVGİSİBir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği için? Eğer türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için Çünkü türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan Bir şey olduğu için değil, Bir şey olmasına rağmen sevilir.. Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılanması şartı ile.
Kalplerin, Yüreklerin ve Gönüllerin en çok susadığı sevgi budur . Farkında olsakda, olmasak da, bu tür sevgi bizim için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya daünümüzdendahaönemlidir. Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var. Ama nasıl sevgi? Kimsede başkasına verecek fazlası yok?.
Peki bu dünyada sevgi ne kadar var. Sadece açlığımızı biraz bastıracak kadar.
Ama neye, kime açız burası önemli?KİMİ SEVECEZ. Hangi kapıya açız.Dünyadaki en büyük kıtlık, rağmen türü sevginin yeterince olmayışıdır!"
Saygılarımla
TALHA SÖYLEMEZ

Şeytan ve Şeytanın Hileleri...

Şeytan ve Şeytanın Hileleri

Konumuza Kuran-ı Kerim’den bir ayet ile başlamak istiyoruz: Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır. (Fatır Suresi, 6)
Ayette de açıkça belirtildiği gibi şeytan bizlere düşmandır. Düşman ise karşısındaki rakibi yenmek için elinden geleni yapan demektir. Peki şeytan insana neden düşmandır ve nasıl düşmanlık yapmaktadır? Önce şeytanın yaratılmasının hikmetine bakalım:

Şeytanın yaratılmasının hikmeti nedir?

Allah (cc), abes iş işlemekten münezzeh ve müberradır. Hakîm olan ve her şeyinde bin bir hikmet gizli bulunan -insanlar anlamasa da- Allah hakkında böyle bir şey düşünme, Allah'ı bilememenin, O'nu tanıyamamanın bir ifadesi olsa gerek. İnancımıza ait bu temel kaideyi pekiştirdikten sonra diyebiliriz ki, şeytanın yaratılarak Müslümanlara musallat edilmesi, onları teyakkuza sevk eder, sevk etmiştir, ediyordur ve edecektir de. Böylece insan ondan korunma mekanizmasını harekete geçirecektir. Demek ki şeytanın tasallutu, insanda mevcut bulunan korunma mekanizmasının rantabl çalışmasına vesile olacaktır.
Yani nasıl tarlada akreplerin ve zehirli yılanların olması tarlada çalışanları dikkat ve teyakkuza zorlar.. ve dikkat etmeye ait istidatları inkişaf ettirir.. veya Bedîüzzaman Hazretleri'nin misali içinde; atmacanın serçe kuşuna musallat olması, serçenin kabiliyetlerini geliştirir; aynen öyle de, şeytanın insanlara tasallutu, şeytandan kaçma, kurtulma, onun tuzaklarını boşa çıkarma adına onların kabiliyetlerini geliştirir. Dahası, insanların Allah'a dehaletine, Sünnet-i Seniyye kalesine sığınmasına vesile olur.

İnsanların En Büyük Düşmanı
Her kim olursanız olun sonsuz bir azap çekmenizi isteyen, bütün varlığını buna adamış olan, son derece tehlikeli bir düşmanınız var: Şeytan. Bir başka deyişle, Allah'ın lanetlediği ve huzurundan kovduğu İblis ve onun takipçileri. O en büyük düşmanınız. Bir efsane ya da bir masal değil, gerçeğin ta kendisi. İnsanlık tarihinin her aşamasında var oldu. Yaşamış ve ölmüş milyarlarca insanı ateşin içine çekti ve halen çekiyor. Hiçbir zaman ayırım yapmaz. Genç, yaşlı, kadın, erkek, devlet başkanı veya dilenci fark etmez. Her insan bu düşmanın hedefidir. Zafer kazanması için insanların kendisine tapınması veya çok uç sapkınlıklar yapmaları gerekmiyor. İnsanlardan mutlaka Allah'ı inkar etmelerini de istemiyor. Zaten Allah'ı kendisi inkar etmiyor ki, insanlardan özellikle bunu istesin. Onun tek isteği insanları Allah'ın dininden ve Kuran'dan uzak tutmak, halis olarak Allah'a ibadet etmelerini engellemek, bunun sonucunda sonsuz azap çekmelerini sağlamak. Hatta kimi zaman dindarlık maskesi altında, Allah'ın adını kullanarak insanları gerçek dinden uzaklaştırıp, saptırıyor. Bu da insanları kendisiyle beraber cehennem çukurunun içine çekmek için yeterli. Hangi vesileyle olursa olsun, onu takip edenlerin sonu hiç değişmiyor:
Ona yazılmıştır: "Kim onu veli edinirse, şüphesiz o (şeytan) onu şaşırtıp-saptırır ve onu çılgın ateşin azabına yöneltir." (Hac Suresi, 4)
Şeytan'ın Taktikleri ve Hileleri
Dedi ki: "Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna." (Hicr Suresi, 39-40)
Ayetten de anlaşıldığı gibi şeytanın gücü gerçek müminleri saptırmaya yetmez. Ancak hiç kimse de kendisini kesin olarak "cennetlik" göremez. Mümin bir kimse "şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz" (Mearic Suresi, 28) ayeti gereğince imanını korumak için, her zaman "Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak" (Al-i İmran Suresi, 103) zorundadır. Şeytan, insanların "dosdoğru yollarına oturacağı" (Araf Suresi, 16), onların "ayaklarını kaydırmak" (Al-i İmran Suresi, 155) isteyeceği için, mümin onun hile ve oyunlarına karşı uyanık olmalıdır. Aksi takdirde hiç farkında bile olmadan bu tuzaklara düşebilir ve hatta bir süre sonra dinden dahi çıkabilir. Şimdi şeytanın insanları cehenneme sürüklemek için kullandığı taktikleri ayrı ayrı inceleyelim.
VESVESE VERİR
Müminlerin en büyük düşmanlarına karşı mücadeleleri ömür boyu sürer. Bu savaş sırasında şeytan çok kurnaz yöntemler kullanır. İnsana hiçbir zaman gerçek yüzünü göstermez, karşısına çıkıp "ben şeytanım, ve senin cehennemde yanmanı istiyorum" demez. Onun yerine, "sinsice göğüslere ve kalplere vesvese vererek" (Nas Suresi, 4-5) kendi varlığını ustaca gizler. Şeytanın farkında olmayan bir insan, onun telkinlerini kendi kafasından geçen düşünceler zanneder. Dahası şeytan bu fikirlerin doğruluğuna onları inandırır. Bu sayede birçok insanı -kendileri şuurunda değilken- tamamen kontrolü altına alır. Ancak müminler, göğüslere ve kalplere kadar girip fısıldayabilme yeteneğine sahip bu düşmanı, Kuran sayesinde saf dışı edebilirler. Mümin öncelikle, kalbinden gelen bu sesin, şeytana mı yoksa kendi vicdanına mı ait olduğunu teşhis edecek bir nur ve feraset sahibidir. Şeytanın oyununun farkına vardıktan sonra, Kuran'da emredilen hareketi yapar, Allah'a sığınır. Çünkü Allah'ı anan bir mümin karşısında şeytanın vesvesesinin hiçbir etkisi kalmaz. Allah bu önemli sırrı Kuran'da şöyle bildirir:
Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.
(Allah'tan) Sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah'ı zikredip-anarlar), sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir. (A'raf Suresi, 200-201)
Eğer mümin, içinde bulunduğu ruh halinde veya ortamda bir şeylerin sıkıntı verdiğini veya vicdanını rahatsız ettiğini hissediyorsa -ki bu sıkıntı genelde vicdan yoluyla yapılan rahmani bir uyarıdır- hemen durup düşünmesi gerekir. Bunun için en kolay yol, insanın kendisine dışarıdan tarafsız bir yabancı gözüyle bakmasıdır. Böylece karşısındaki insanı -yani kendisini- şu sorular yardımıyla inceleyebilir: O an için kafasından geçen düşünceler Kuran' uygun mu? Allah'ı anmada gevşeklik mi gösteriyor? Kuran'ın sınırlarını korumada, hükümlerini gözetmede gevşek mi davranıyor? Planları Allah'ın rızası ve ahireti dışında bir amaca mı yönelik? O an için kendi çıkarı diğer müminlerden daha mı ön planda? Kendisine veya bir başka mümine yönelik kuşkusu, zannı mı var? Müminler içinde kendisinin özel bir konumu olduğunu, yerinin doldurulamayacağını mı düşünüyor? Olaylar karşısında tevekkülsüz davranıp haksızlığa uğradığını mı düşünüyor? Yaptığı fedakarlığın diğer insanlar tarafından bilinmesini, bunun konuşulmasını mı istiyor? Sevdiği bir maldan fedakarlık etmesi gerekiyor da, bunu bir bahane bulup yapmamaya mı çalışıyor? Herhangi bir dünya malına karşı hırsı mı var? Gelecek korkusu mu taşıyor? Kendisine Kuran doğrultusunda yapılan bir uyarıya karşı tahammülsüz mü? Allah'a ve dine düşman bir kimseye karşı içinde bir sevgi, bağlılık mı oluştu? Kuran okumayı, dua etmeyi, veya salih amellerde bulunmayı geçersiz mazeretlerle erteledi mi?
Eğer içindeki sıkıntı burada sayılanlar veya bunlara benzer bir durumdan kaynaklanıyorsa, bu insana şeytan o an için musallat olmuş demektir. Kendinizin zannetiğiniz bu düşüncelerin hepsi de, şeytanın kalbinize fısıldadığı sözleridir. Şeytan farklı insanlar için farklı taktikler kullanır. Örneğin dinden uzak, Kuran'dan gafil yaşayan bir kimseyi, bu hayat tarzına devam ettirecek taktikler izler. Onları tamamen dünya hayatına yöneltir, dünyanın gelip geçici süsüne iyice daldırır, böylece ömür boyu hak dinden uzak tutar.Dine yeni yeni ilgi duymaya başlayan kimseyi, çevresi tarafından dışlanacağı, dinin hayatını kısıtlayacağı, eğer din ahlakını yaşamaya başlarsa bunu devam ettiremeyeceği gibi boş ve yersiz endişelere düşürerek dinden uzaklaştırmaya çalışır.ŞİRK
Şirk, Kuran'da, Allah'a ortak koşarak O'ndan başkasını ilah edinmek anlamında kullanılan bir kelimedir. Ancak içinde bulundukları şirk yüzünden cehenneme gidebilecek milyarlarca insan, gerçekte şirk kelimesinin anlamını bile bilmezler. "Şirk koşmak, Allah'tan başkasını ilah edinmek" ifadesiyle, yaratıcı olarak Allah'tan başka bir yaratıcı kabul etmek, putlara tapmak gibi yüzyıllar öncesinin çok tanrılı dinlerin kastedildiğini zannederler. Bu mantıktan yola çıkan cahiliye toplumu fertleri, "ben Allah'a inanıyorum, kimseye zararım yok, insanlara faydalıyım, cehenneme gideceğimi zannetmiyorum" gibi tamamen Kuran dışı, sapkın mantıklara sahip olurlar. Oysa Allah'tan başka bir varlığı koruyucu güç olarak kabul etmek, Allah'tan başkasından korkmak, Allah'tan başkasına karşı müstakil bir sevgi duymak, Allah'a eş ve ortak koşmak anlamına gelir.Şirk içinde geçen bir yaşam, şeytan tarafından hazırlanmış öyle sinsi bir tuzaktır ki, bu tuzağın içindekiler kendi durumlarının farkına bile varmazlar. Bu insanların çoğu kendilerini doğru yolda, hatta herkesten daha çok cennetlik görürler. Şirk koştuklarının bilincinde olmayan ve kendilerini kandıran bu insanların, ahiret günü aslında birer müşrik olduklarını öğrendikleri zaman uğradıkları yıkım ayetlerde şöyle anlatılmıştır:
Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: "Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?" (Bundan) Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı.) Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı. (En'am Suresi, 22-24)
Şirki doğuran unsurlardan birisi de insana yaratılıştan verilen sevgi duygusunun yanlış yönlendirilmesidir. İslam'da insanın Allah'a yakınlaşmasına vesile olan bu duygu, cahiliyede Allah'tan uzaklaştıran şeytani bir tutku olmuştur. Müminler fıtratlarındaki sevgiyi asıl olarak Allah'a yöneltirler. Bu sevgi bütün sevgilerin üzerindedir.
İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını "eş ve ortak" tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür... (Bakara Suresi, 165)
Cahiliyede en yaygın olan şirk unsurlarından biri kadınlara duyulan tutku dolu sevgidir. Eğer herhangi bir kadına duyulan sevgi, Allah'a karşı duyulan sevgiden öte bir sevgiyse, söz konusu durum şirki doğurur. Oysa bir insana yöneltilen sevgi, ancak o kişideki güzelliklerin sahibinin Allah olduğu kalbe tam olarak yerleştirilmişse bir anlam kazanır. Allah'a karşı beslenecek sevgide bir sınır olmadığından, Allah için seven bir insanın karşısındakine yönelttiği sevgi de çok güçlü ve kalıcı olur. Allah, kadınlara duyulan bu tutkunun, şeytanın bir oyunu olduğunu şöyle bildirmiştir:
Onlar, O'nu bırakıp da (birtakım) dişilere taparlar. Onlar o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar. (Nisa Suresi, 117)
İNSANLARIN ŞÜKRETMELERİNİ ENGELLER
Şeytan Allah'ın huzurundan kovulmadan önce, kendi kendine önemli bir söz vermiştir. Bu söz, şeytanın insanlara karşı kullanacağı çok önemli taktiklerden birini gösterir:
"Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 17)
KORKU VERMESİ
Şeytan ancak vicdani hasta olanları gaflet içinde olan, şuuru geçici olarak veya tümüyle kapanmış kimseleri etkiler. Bir Kuran ayetinde asıl korkulması gereken gücün Allah olduğu şöyle bildirilir:
İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer mü'minlerseniz, Ben'den korkun. (Al-i İmran Suresi, 175)
Müminler için dünya, bir kadere bağlı olarak yaşadıkları geçici bir mekandır. Korkacakları tek varlık da bu dünyanın ve kaderin yegane hakimi Allah'tır. MÜMİNLERİN ARASINI BOZMAYA ÇALIŞIR
Kuran'da müminlerin birlik içinde, birbirlerine destek ve yardımcı olmaları, birbirlerini gözleyip kollamaları emredilir. İman edenlerin aralarındaki bağın nasıl olması gerektiği aşağıdaki ayetle bildirilmiştir:
Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever. (Saf Suresi, 4)
İşte şeytan bu önemli hükmü göz ardı ettirmeye ve müminlerin aralarındaki birliği yıpratmaya çalışır. Bu amaç doğrultusunda en büyük çabayı müminler arasındaki konuşmaları olumsuz yönde etkilemek için harcar. Kötü söz söyleme, imalı konuşma, laf dokundurma gibi cahiliye insanlarına ait çirkinlikleri yapmaya teşvik ederek müminlerin aralarını açmaya çalışır. İman eden bir kimse, şeytana karşı boş bulunduğu her an böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalabilir. Bu yüzden Kuran'da, müminler bu tehlikeye karşı uyarılır, birbirlerine karşı güzel söz söylemeleri emredilir ayrıca şeytanın müminlerin düşmanı olduğu şöyle hatırlatılır:
Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)
Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi? (Maide Suresi, 91)
ÖĞÜT VERDİĞİN İNSANLARI İNANDIRIR
Şeytan Hz. Adem'e ve eşine bir dost gibi yaklaşmış ve onlara kendilerine öğüt verdiğine dair yemin etmiştir:
Şeytan, kendilerinden "örtülüp gizlenen çirkin yerlerini" açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir."Ve: "Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim" diye yemin de etti. (Araf Suresi, 20-21)
Hz. Adem'e tüm şeytanların en büyüğü olan İblis tarafından verilen "ben size öğüt verenlerdenim" telkini, diğer insanlara da insi şeytanlar tarafından yapılır. Kendi kavmini Allah'ın yolundan alıkoyarken onlara, "... ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum" (Mümin Suresi, 29) diyen Firavun bunun bir örneğidir.MÜMİNİN ZAMANLA YIPRANMASINI İSTER
Şeytan zamanın mümini yıpratmasını ister, müminin açık vermesini sabırla bekler. Kişinin maneviyatından zaman içinde kopardığı küçük tavizler, bir süre sonra kalbinin üzerinin kabuk bağlamasına ve aklının örtülerek şeytanın daha büyük telkin ve vesveselerine kapılabilmesine sebep olur. Bir Kuran ayetinde, zaman içinde kazandıkları yüzünden, şeytan tarafından ayakları kaydırılmak istenen bir grup müminin haberi şöyle verilmiştir:
İki topluluğun karşı karşıya geldikleri gün, sizden geri dönenleri, kazandıkları bazı şeyler dolayısıyla şeytan onların ayağını kaydırmak istemişti... (Al-i İmran,155)
VAADLERDE BULUNUR
Şeytan insanları kandırmak için her sahtekarın ortak taktiğine başvurur. Vaadlerde bulunur. Bu vaadlerin ortak özellikleri gelip geçici dünya hayatına yönelik olmalarıdır. Şeytan kimi zaman eğlence, cinsellik, ticaret, para, mülk, kimi zaman da daha güzel ve uzun bir hayat, sosyal statü, mevki, saygınlık vaad eder. "Yaldızlı sözler" fısıldar (Enam Suresi, 112). Ancak sebep her ne olursa olsun şeytana kananlar için sonuç hep aynıdır; sonsuz azap ve cehennem. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilir:
(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi,120)
İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: "Doğrusu, Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim... (İbrahim Suresi, 22)
KURUNTULARA VE KUŞKULARA DÜŞÜRÜR
Şeytanın kullandığı bir başka yöntem ise kuşku ve kuruntu vermektir. Gerçekte var olmayan olayları insanların kafalarında sanki varmış gibi gösterir. Kalplerinde hastalık bulunan, zayıf karakterli kişiler bir süre sonra tamamen bu kuruntuların etkisi altına girerler. Her olayı kendi aleyhlerine planlanmış bir hareket olarak görürler. (Münafikun Suresi, 4) Hatta elçi tarafından aldatıldıkları zannına kapılırlar. Sürekli tedirgin, korku içinde, ne yapacaklarını bilemeyen bir karakter sergilerler. Şuurlu bir insanın aklına bile getirmeyeceği olmadık kuruntulara düşerler.
Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim... (Nisa Suresi, 119)
(Şeytan) Onlara vaadler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi, 120)
SAPKIN AMELLERİ ÇEKİCİ VE SÜSLÜ GÖSTERİR
Şeytan etkisi altına giren kimselere, yapmakta oldukları sapkın işleri süslü ve çekici gösterir. Bu yüzden içinde bulundukları sapıklığa tutkuyla bağlanırlar.
...Şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar. (Neml Suresi, 24)
....Onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi. (En'am Suresi, 43)
KİBİR VERİR
Kibir şeytanın en önemli özelliklerinden biridir. Allah'ın huzurundan da kibiri ve itaatsizliği yüzünden kovulmuştur. Şeytanın etkisi farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Örneğin bir insan İslam'a büyük hizmetlerde bulunmuş olabilir. Ama bu hizmet, Allah'ın kendisine lütfettiği bir ecir kazanma imkanıdır. Kişi Allah'ın kontrolü dışında, kendi başına bir hareket yapamayacağı için, herhangi bir başarısıyla övünmesi söz konusu olamaz. Bunun tersini yapanlara Kuran'da çok büyük bir tehdit vardır. Ayette şöyle buyrulur:
Getirdikleriyle sevinen ve yapmadıkları şeyler nedeniyle övülmekten hoşlananları (kazançlı) sayma; onları azaptan kurtulmuş olarak sayma. Onlar için acı bir azap vardır. (Al-i İmran Suresi, 188)
Nitekim Allah, sahip olduğu zenginliği kendi kişisel özelliklerinin bir sonucu sayan ve "... bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir" (Kasas Suresi, 78) diyen Karun'u, şiddetli bir cezaya çarptırmıştır. UNUTKANLIK VE DALGINLIK
Unutkanlık vermek şeytanın çok sık kullandığı fakat insanlar tarafından fazla fark edilmeyen bir yöntemdir. Şeytan bu telkini farklı konumlardaki insanlar için, farklı taktiklerle kullanır. Kuran'da şeytanın müminlere vermeye çalıştığı bazı unutkanlıklardan örnekler verilmiştir. Bunlardan biri, ayetler hakkında "alaylı tartışmalara" dalanlarla aynı ortamda bulunmaktır. Allah müminleri böyle bir ortamdan sakındırır ve şeytanın unutturucu etkisine karşı uyarır:
Ayetlerimiz konusunda "alaylı tartışmalara dalanlar:" -onlar bir başka söze geçinceye kadar- onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda hatırlamadan sonra, artık zulmeden toplulukla beraber oturma. (En'am Suresi, 68)
DUYGUSALLIK TELKİNİ
Duygusallık, insanın duygularının Kuran'da belirtilen doğrultunun dışına taşarak Kuran'ın sınırları içinde yönlendirilmemesi, bunların kişinin karar ve davranışlarını kontrol altına alması ve kişiyi aklın yerine duyguların yönetmesi demektir. Duygusal davranan bir kimsenin hareketlerinde akıl yoktur. Herşey o anki ruh haline göre gelişir. Müminlerin hayatlarında duygusallığa yer olmadığı birçok Kuran ayetinde bildirilmiştir. Örneğin bir mümin, her kim olursa olsun, inkar eden bir kimseye karşı sevgi besleyemez:
Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun... (Mücadele Suresi, 22)
Kendilerini Doğru Yolda Sandırır
Ayetlerde münafıkların niçin kendilerini doğru yolda gördükleri bildirilmiştir. Münafıklar aslında şeytan tarafından çepeçevre kuşatılmış, şeytanın dostları haline gelmişlerdir. Şeytana bir dost kadar yakın olan kimse ise, elbette onun telkinleri altında hareket eder. Bu telkin münafıkları doğru yolda olduklarına inandıracak kadar güçlüdür. Allah bunu Kuran'da şöyle bildirir:
Kim Rahman'ın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun "üzerini kabukla bağlattırırız"; artık bu, onun bir yakın dostudur.
Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar. (Zuhruf Suresi, 36-37)
Kimine hidayet verdi, kimi de sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar. (Araf Suresi, 30)

24 Kasım 2008 Pazartesi

Dinle Beni Ey Kibir!

Dinle Beni Ey Kibir!
Dinle beni ey kibir! Sen ki, iblisi bile;
Nasıl baştan çıkardın, Allah'a isyân ile.
Lânetlendi nihayet, o cüretkâr sözünden,
Ve Cennetten kovuldu, şeytan senin yüzünden..
İşte o günden beri, iblisle ortaklaşa;
Dünyayı kuşattınız, zulümle baştan başa.
Nifak tohumlarını, beyinlere ektiniz,
Ahlâkın iplerini, beraberce çektiniz..

Gör ki; senin yüzünden, ne hâle geldi insan;
Ne haysiyet, ne şeref, ne merhamet, ne vicdan.
Duymaz oldu.. Hukukun, adâletin sesini;
Sana secde ederken, kaybetti kıblesini..
Dinle beni ey kibir! Bütün büyük savaşlar;
Senden gelen küçücük, bir kıvılcımla başlar.
Sen olmasaydın eğer, ne Stalin, ne Hitler,
Ne Firavun olurdu.. Ne bunca parazitler..
Ne bir fitne kalırdı, bu dünyada ne haset ;
Ne bu toplu mezarlar, ne yakılmış bir ceset.

Sönmezdi yeryüzünde, milyarlarca ocaklar,
Milyarlarca anada, boş kalmazdı kucaklar..
Ey kibir! Bilirsin ki; aşağılık duygusu,
Gururla karışınca, olur en büyük pusu.
Bu kompleks; insanları, sürüklerken zillete,
Tarihler mezar oldu, gör ki, nice millete..
Sen ki; ne Ebreheler.. Ne Kârunlar doğurdun,
Çağdaş emsallerini, aynı kapta yoğurdun.
Senden sebep nesiller, temelleri sökmede;
Bencillik bombasıyla, evlilikler çökmede..

Dinle beni ey kibir! Bu savaşım sanadır,
Gâlibiyet her zaman, düşünenden yanadır.
Bil ki; tuzaklarına, tuzaklar kuracağım;
Seni her an, her yerde, Kur'ân'la vuracağım..
Dökeceğim ortaya, sinsi hesaplarını;
Ve emrinde çalışan, insan kasaplarını.
Bütün dünya görecek, senin kirli yüzünü;
Kan ve kinle beslenen, doyurulmaz özünü..
Biliyorum.. İşim zor; gaflettedir insanlar,
Bu nedenle pek çoğu, seni mezarda anlar.

Kimi şöhret delisi, kimi zil zurna sarhoş;
Biliyorum.. Onlara, ne söylense hepsi boş..
Ama sen zannetme ki; bu savaş burda biter,
Bir kişi de uyansa, bu kazanç bana yeter.
Dilerim ki; insanlar, gerçekleri görürler;
Senin girdaplarına, kapılmadan yürürler.
Dinle beni ey kibir! Şaka değil sözlerim,

Bu savaş ancak biter, kapanınca gözlerim.
Attığın her düğümü, îmanla çözeceğim;
Ve seni, her secdede, ezdikçe ezeceğim!.

DAHA KUR’ÂN NE DESİN!..

Daha Kur’an Ne Desin!..
Ey insan! Yaşıyorken, hem de Kur’ân çağında;
Çırpınıp duruyorsun, cehalet batağında.
Kalbin katı… Gözün kör.. Başın kibir dağında,
Kur’ân sana gel diyor, bak bendedir adresin.
Ey eşref-i mahlûkat, DAHA KUR’ÂN NE DESİN!..

Özgürce seçmen için, iki yoldan birini;
Apaçık bildiriyor, bütün âyetlerini,
Ya peygamber, Ya şeytan… seç diyor rehberini;
Öyle seç ki; sırattan rüzgar gibi gecesin,
İlle şeytan diyorsan, DAHA KUR’ÂN NE DESİN!..

Ya cennet bahçesidir, ya ateştir o mezar,
Mekân var mı dünyada, öyle derin, öyle dar?
Hiçbir şey yakın değil, insana ölüm kadar,
Diyor ki; hesabı var, aldığın her nefesin;
Mezarlar konuşurken, DAHA KUR’ÂN NE DESİN!..

Malın, mülkün, şöhretin, dünyada herşeyin var;
Ya dünyadan Rabb’ine, götürecek neyin var?
Bana yeter diyorsan, şu üç günlük itibar:
Bir dördüncü gün var ki; çok çetindir bilesin,
Bunlar masal diyorsan… DAHA KUR’ÂN NE DESİN!..

Âyet diyor ki; eğer, dağa inseydi Kur’ân;
Paramparça olurdu,..Dağ Allah korkusundan.
Hangi insan durup da, ibret almaz ki bundan?
Sen ki, bir dağ yanında, ne kadar da cücesin,
Haddini bilmen için, DAHA KUR’ÂN NE DESİN!..

O münezzeh ruhundan, ruh vermekle insana;
Erişilmez bir şeref, bahşetti Allah sana,
Ne kadar sevdiğini, buradan anlaşsana!
Sen ki; taparcasına, kendine kul kölesin,
Nefsini put yapana, DAHA KUR’ÂN NE DESİN!..

Bir gün var ki; çok yakın, dağların yürüdüğü,
Göklerin, güneşleri önünde sürüdüğü,
Kâinatı toz duman, dehşetin bürüdüğü;
Kıyamet senaryosu, oyun değil bilesin;
Hâlâ ürpermiyorsan, DAHA KUR’ÂN NE DESİN!..

O büyük mahkemede, bütün diller susacak;
Konuşacak bu defa, göz, kulak, el, kol, bacak.
Uzuvlar birer birer, haramları kusacak;
Açılacak önünde, defterleri herkesin;
Kendine gelmen için, DAHA KUR’ÂN NE DESİN!..

O gün buyruk verenler, buyruğa baş eğecek,
Cehennem öfkesinden, köpürüp kükreyecek,
Ve doldun mu dedikçe, daha yok mu diyecek;
Yandıkça o deriler, değişecek bilesin ;
Hâlâ secde yok ise, DAHA KUR’ÂN NE DESİN!..

Gör ki, Dünya sırtında, nice insan taşıyor;
Kimi yaşarken ölmüş, kimi ölmüş yaşıyor.
Kimi Arş-ı Âlâ’ya, dolu dizgin koşuyor;
Diyor ki; işte cennet, gayret et ki giresin;
Ey! en şerefli varlık… DAHA KUR’ÂN NE DESİN!..

8 Kasım 2008 Cumartesi

2 Yaşından Bülüğ Çağına Kadar Sünnette Çocuk EĞİTİMİ (2. BÖLÜM)

II- İhtiyaçlar İçin Çocuğun Gönderilmesi

Bu husus, çocuğun sosyal açıdan gelişmesinde önemli bir faktördür. Çünkü çocuğun, evin veya ana ve babasından birinin ih­tiyaçların yerine getirmesi, onun hayatında olumlu yönde aktif bir rol oynar. Çünkü bu vesilesiyle hayatın bilinmeyen yönlerini tanır. Bu tanımanın verdiği sevinç ve neşeyi, iş ve olaylar karşısında kendine olan güveni hisseder. Geleceğinde rol oynar, çünkü küçüklüğünde bir tecrübe ve maharet kazanmış olur. Bu tecrübe ve maharetle, herhangi bir karışıklık, düzensizlik ve bozukluk olmadan sağlam adımlarla hayatını sürdürebilir.
Sabit, Enes’in (r.a.) şöyle dediğini nakletmektedir: Birgün ben Rasûlüllah’ın (s.a.v.) (bir haceti için) hizmetine koşmuştum. Sonra işimi bitirince (içimden) “Peygamber (s.a.v.) kaylûle (öğle) uykusundadır” di­yerek oyun oynayan çocukların yanına gittim. Ben onların oyununa ba­karken Rasûlüllah (s.a.v.) geldi ve oyun oynayan çocuklara selam verdi. Derken beni çağırdı ve bir haceti için gönderdi. Ben de gittim. Rasûlüllah (s.a.v.) bir gölgede oturdu. Nihayet ben O’nun huzuruna gel­dim. Anamın yanına dönmekte gecikmiştim. Yanma gittiğimde anam:
“Niye geciktin? diye sordu. Ben:
“Rasûlüllah (s.a.v.) beni bir haceti için göndermişti, dedim. Anam:
“Hacet neydi? diye sordu. Bunun üzerine ben:
“O, Rasulüllah’ın bir sırrıdır, dedim. Anam:
“O halde Rasûlüllah’ın (s.a.v.) sırrını muhafaza et! dedi.
Sabit der ki: Enes bana: “Eğer onu birisine söyleyecek olsaydım, onu sana söylerdim ey Sabit!” dedi.[196]
Said b. Müseyyib anlatıyor: Urve b. Zübeyr ve İbrahim b. Talha ile birlikte oturuyorduk. Dedim ki: Ebu Said el-Hudrî’nin “orta namaz ikin­di namazıdır” dediğini duydum. Derken İbn Ömer bize uğradı. Urve “İbn Ömer’e birisini gönderin, ona sorun” dedi. Biz de sormak üzere ona bir çocuk gönderdik. Sonra çocuk geldi ve onun öğle namazı olduğunu söyledi. Biz çocuğun sözünde şüphe ettik. Hep birlikte kalkarak İbn Ömer’e gittik ve ona sorduk. O da orta namazın öğle namazı olduğunu söyledi.[197]
Ali (r.a.) der ki: Rasûlüllah (s.a.v.) beni yaşlı başlı insanlara (görevli olarak) göndermişti. Ben ise henüz genç idim. Bana şöyle bu­yurdu:
“Sana davacı ile davalı geldiği zaman, diğerini dinlemeden birini dinleyerek hüküm vermet Zira bu durumda hüküm ver­mek seni helak eder.”[198]
(412) Abdurrezzak, a.g.e., XI, 84.
İbn Abbas der ki: Çocuklarla birlikte oynuyordum. Derken Rasûlüllah (s.a.v.) geldi. Ben hemen bir kapının arkasına gizlendim. Ama o gelerek enseme bir dokundu ve:
“Git bana Muaviye’yi çağır, dedi. Ben derhal gidip geldim ve:
“O yemek yiyor, dedim. Sonra bana tekrar:
“Git bana Muaviye’yi çağır, dedi. Yine ben derhal gidip geldim ve:J
“O yemek yiyor, dedim. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
“Allah onun karnını doyurmasın! buyurdu.[199]
Enes der ki: Rasûlüllah (s.a.v.) helaya girerdi. Ben ve benim gibi bir çocuk bir su kabı taşırdık. Bu su ile temizlenirdi.[200]
Bir alacağı istemek gibi durumlarda görevlendirilen çocuği yumuşaklık ve nezaketi öğretmek, bu işin âdâbındandır. Eb Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: insanlara borç para veren bir adam vardı. Hizmetçisine şöyle derdi: “Fakire varırsan ondan vazgeç, onu affediver! Umarım Allah dî bizi affeder. Adam Allah’a kavuştu ve Allah onu affetti.[201]
Ebu Mes’ûd’dan gelen rivayette de Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Sizden önceki nesillerden bir adam hesaba çekildi. Ama iyilik namına hiçbir şeyi bulunamadı. Yalnız o insanların arasına karışırdı ve zengindi. Hizmetçilerine fakirin borcunu affetmelerini emrederdi. Yüce Allah “Biz buna ondan daha layıkız, onu affedin” buyurdu.[202]
Çocuklar evin, ana babanın istek ve ihtiyaçlarını yerine getirmeye alıştıktan sonra onlarda yeni bir duyarlık gelişir. Bu duyarlıkla onlar, ana-baba söylemeden arzu ve isteklerini anlar duruma gelirler. İbn Abbas (r.a.) der ki: Rasûlüllah (s.a.v.) Meymune’nin evinde idi. Ben de Rasûlüllah’ın abdest suyunu hazırlayıp koymuştum” deyince, şöyle buy­urdu: “Allah’ım! Onu dinde ince anlayış sahibi kıl ve ona te’vili (Kur’an’ın mânâsını) öğret!”[203]
Görüldüğü üzere, Peygamber (s.a.v.) hizmetçilerinden ötürü dua S etmek suretiyle çocukları ödüllendirmektedir. Hepimiz bunu fazlasıyla yapmak durumundayız. Umarız ki, Allah yapılan duaları bir an kabul buyurur.[204]

III- Çocuğun Selama Alıştırılması

Selâm, müslümanlar arasında İslâmî bir dirlik temennisidir. Çocuk, çeşitli seviyelerdeki insanlarla karşılaşır. Bu durumda onun da, insanlarla beraber yapacağı konuşmanın anahtarım tanımaya ihtiyacı vardır. Çocuğa selam sünnetinin kazandırılmasında, Rasûl (s.a.v.) ve ashabından güzel bir uygulama görmekteyiz:
Enes (r.a.) çocuklara uğrar ve onlara selam verirdi. O, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) da böyle yaptığım söylerdi.[205] Daha önce de üzerinde durulduğu gibi, Rasûlüllah (s.a.v.) gelir, oyun oynamakta olan çocuklara selam verirdi.
İbn Hacer, rivayetler üzerine şunları söyler:
Sâbit’in rivayetine göre Rasûlüllah (s.a.v.) ensârı ziyaret eder, çocuklarını selamlar, onların başım sıvazlar ve onlara dua ederdi.[206] Bu hadis, söz konusu davranışın Rasûlüllah (s.a.v.) tarafından periyo­dik olarak çok defa yapıldığını ifade etmektedir. Ama “Peygamber (s.a.v.) çocuklara uğrar ve onlara selam verirdi” rivayeti böyle olmayıp o an için zuhur eden bir hâdise olduğu anlaşılmaktadır. Sözü edilen çocukların isimlerini ben tesbit edemedim. Ebu Davud’un rivayetine göre Enes şöyle der: “Peygamber (s.a.v.) bize gelmişti. Ben de çocuklarla birlikteydim. Bize selam verdi ve beni bir haceti için yolladı. Beklemek üzere Rasûlüllah (s.a.v.) yola oturdu. Nihayet ben döndüm.” İbn Battal der ki: “Çocuklara selam vermek, onları şeriatın âdabına alıştırmak, yaşlıların kibir ve gururu bırakarak şefkat ve tevazu örneği gösterme mânâsını taşımaktadır.” Fitneden korkulması durumunda, özellikle er­genliği yaklaşmış ve tek başına bulunan güzel bir oğlana selâm vermek, bu genel hükümden istisna edilmiş ve meşru görülmemiştir.[207]
Çocuğun ana babasına veya yetişkinlere selâm vermesine gelince, bilhassa eve girdiği zaman çocuk selamla başlamaya alıştırılmalıdır.
Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Küçük büyüğe, binitli olan yürüyene, yaya olan ot­urana az olan. çok olana selam verir.”
Enes’den gelen rivayette de Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ‘Yavrucuğum! Aile efradının yanına vardığında selam ver ki, bu senin ve ailen için bereket olsun!”[208]

IV- Hastalandığında Çocuğun Ziyaret Edilmesi

Hastalandıklarında çocukların ziyaret edilmesi, sosyal bağların kurulmasına katkıda bulunur. Küçüklüğünde, büyüklerin gelip kendisi­ni ziyaret ettiklerini gören bir çocuk, bu güzel adeti bilahere alışkanlık haline getirir. Ayrıca bu nevi ziyaretler, onun acı ve ıstırabını fifletir. Eğer ziyaret, çocuğu İslam’a, imanda sebata, Allah’a dua ve tevbeye da­vet etmekte desteklenirse, işte o zaman meyvesini tam verir ve sevabın katlanmasına vesile olur. Rasûlüllah’ın (s.a.v.) yaptığı da buydu.
Enes (r.a.) anlatıyor: Peygamber’e (s.a.v.) hizmet eden yahudi bir çocuk vardı. Derken hastalandı, Ziyaret etmek üzere Pey­gamber (s.a.v.) ona gitti. Başucunda oturan Peygamber (s.a.v.) ona:
“Müslüman ol! dedi. Çocuk hemen yanındaki babasına baktı ve babası:
“Ebu’l-Kâsım’a itaat ett dedi. Çocuk derhal İslam’ı kabul etti. Peygamber de (s.a.v.) çıkarken şöyle diyordu:
“Onu ateşten kurtaran Allah’a hamdolsun.[209]
Böylece Rasûlüllah’ın (s.a.v.), çocuğun gönül dünyasına birşey yerleştirmek için her fırsatı değerlendirdiğim, her görüşmede ona fay­dalı bir ilim öğrettiğini ve iyiliğe alıştırdığını görmekteyiz.[210]

V- Çocuğun Arkadaş Çevresi Edinmesi

İnsanlar arasındaki içtimaî sünnetlerden birisi de dostluk ve ar­kadaşlıktır. Topluma karışarak insanları tanımak, onların arasından kendisine yakın bir çevre edinmek, onlarla birlikte sevgi ve kardeş hayatı yaşamak beşer tabiatının bir gereğidir.
Ana baba, çocuğuna uygun ve iyi bir arkadaş seçerse, onun ıslah ve yetiştirilmesinde pedagojik bir kapıyı açmış olurlar. Çocuğun he­rhangi bir çocuğu arkadaş seçeceğini farkettiğimiz zaman -çünkü biz onun fitratma karşı koyamayız- o takdirde bize düşen, Allah’a itaatta ve İslamî hayatta ona destek olacak iyi bir arkadaşın seçiminde yardımcı olmaktır. Bundan dolayı Rasûlullah’ın (s.a.v.) çocuklarla birlikte oy­nadığını, kendisi bir Peygamber ve önder olduğu halde toplu olarak oyun oynamakta olan çocuklara uğrayıp selam verdiğini, sert ve kaba davranarak onları kovmadığını, aksine Enes hadîsi’nde geçtiği üzere Allah’tan esenlik ve rahmetin inmesi için onlara dua ettiğini görüyoruz. Bütün bunlar, insanlardan uzak durmaksızın yaşıtları arasında sosyal bir atmosfer içinde çocuğun büyüyüp gelişmesi konusunda Rasûlüllah’m İhtimam ve ihtirasını göstermektedir.[211]

VI-Çocuğun Alış-Verişe Alıştırılması

Sosyal ve ekonomik bakımdan Rasûlüllah’ın (s.a.v.) çocuğun geliştirilmesine gösterdiği ihtimamı, hayatın tüm alanları için onu yönlendirmesinde ve içinde büyüdüğü yeni toplum ve yeni hayatın gerçekleri karşısında onun gösterdiği duyarlıkta ortaya çıkar. Alış-veriş çocuğa güçlü ve sosyal bir aksiyon kazandırır. Çünkü kendisi gibi çocuklarla beraber hayatın içindedir ve muamelede bulunmaktadır. O hayat içinde şartlara alışır ve bundan büyük ölçüde faydalanır. Ayrıca alış-veriş sosyal yönden kendine olan güveni kazandırır. Artık normal bir insana dönüşür. Hayat tarzından yavaş yavaş ciddiyeti öğrenir, şakadan uzak durur ve alış-verişe alışır. Böylece çocuk bulunduğu yerde, kendisine zarar veren aşırı nazlanmadan uzak olarak hayatı sağlam bir şekilde tanıma imkanına kavuşur,
Rasûlüllah (s.a.v.), tecrübe ve alış-verişini Allah’ın bereketli kılması için çocuğa dua etmiştir.
Amr b. Hüreys’in rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) Abdullah b. Ca’fer’e uğramıştı. O da bir çocuk olarak alış-veriş yapıyordu. Rasûlüllah (s.a.v.): “Allah’ım! Onun alış-verişini bereketli kıl!” buyurdu.[212]
Peygamberin (s.a.v.) muhterem amcasının oğlu bu şerefli çocuk alış-veriş yapıyor, onun yaptığı işi Rasûlüllah (s.a.v.) normal karşılıyor ve ona dua ediyordu. Gönül, içinde yaşadığımız toplumun da bunları bil­mesini arzu ederdi.[213]

VII- Çocukların Meşru Düğün Ve Törenlere Gelmesi

Bu da başka bir toplanma yeridir. Çocuklar buraya gelirler ve birgün asıl üyesi olacakları bu tören ve toplantıyı tanırlar. Büyük-küçük insanları seyrederler, güzel konuşmaları, ilahi ve marşları din­lerler. Bütün bunlarla içleri açılır, duyguları harekete geçer ve sosyal yönleri gelişir.
Rasûlüllah (s.a.v.) düğün törenlerinde çocukları görüyor ve onların gelişlerini benimsiyordu. Onları yadırgamıyor, oraya gelen herkese dua ediyor ve dolayısıyla çocuklar da o duadan payını alıyordu.
Enes’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) düğünden dönen çocuk ve kadınları görmüş, (sevincinden olacak ki) derhal ayağa kalkmış ve: “Allah şahit, sizler bana insanların en sevimîilerindensiniz” demişti. Bununla o ensarı kasdediyordu.[214]
Bu hadisle, çocuğa sosyal bir yapı kazandırma, onu alıp meclis ve toplantılara, düğün törenlerine götürme hususunda Rasûlüllah’ın (s.a.v.) gösterdiği ihtimamı görmekteyiz. Aynı şekilde onun taziyeye götürülmesinde de bir sakınca yoktur.[215]

VIII- Çocuğun Salih Akrabalarının Yanında Gecelemesi

Salih akrabalarının evinde geceleyerek ikinci bir aile hayatını gören çocuk, onlarla olan münasebete alışır. Bilgi, anlayış ve dindarlık bakımından onlardan faydalanır. Böyle bir hareket çocuğu sıla-i rahim yapmaya alıştırır, akrabalarına karşı sevgi bağlarının güçlenmesini sağlar ve sosyal ilişkilerini düzenler. Ayrıca ileriki yıllarda o tatlı ve güzel günleri hatırlayıp düşündükçe, kendisinde iyi bir iz bırakır. Tabii ana baba, yanında kalacağı akrabasının ilim ve takvasından faydalan­masını çocuğa öğütlerse, çok daha güzel olur.
İşte İbn Abbas (r.a.)— Salih akrabalarını ziyaret ederek onlardan faydalanma konusundaki hırsını anlatmakta ve bütün çocuklara örnek olmaktadır. O der ki: Peygamber’in (s.a.v.) zevcesi teyzem Meymune binti’l- Haris ‘in (r.a.) evinde geceledim. Ben Rasûlüllah’ın (s.a.v.) nasıl namaz kıldığını gözetliyordum.[216]
Yine Teyzesi ve mü’minlerin anası Meymune’nin yanında gecele­diğini ifade eden İbn Abbas der ki: Ben yaştığın enine doğru uzandım. Rasûlüllah (s.a.v.) ile zevcesi ise uzunluğuna yattılar. Çok geçmeden Rasûlüllah (s.a.v.) uyudu. Gece yansı veya ondan az önce yahut az son­ra uyandı. Eliyle yüzünü silerek oturdu. Sonra Al-i Imran suresinin son on ayetini okudu. Sonra asılı duran bir su tulumuna davrandı. Ondan abdest aldı. Abdestini güzelce aldıktan sonra kalkarak namaz kıldı. Ibn Abbas der ki: Ben de Rasûlüllah’ın (s.a.v.) yanıbaşına durdum. Derken sağ elini başımın üzerine koydu ve sağ kulağımı tutarak onu büktü. Sonra iki rek’at namaz kıldı. Sonra hafif iki rer’at daha kıldı. Sonra (mescide) çıkarak sabah namazım kıldı.[217]

IX- Rasûlullah’ın (s.a.v.) Çocuklarla Olan Birlikteliğine Pratik Bir Örnek

Bu üniteyi bitirirken, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) çocuklarla olan bera­berliğinden pratik bir örnek, güzel bir kesit sunmak istiyoruz.
Enes (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) huy ve ahlâk bakımından insanların en güzeli idi. Benim sütten kesilmiş Ebu Umeyr adında bir kardeşim vardı. Peygamber (s.a.v.) bize geldiğinde: “Ey Ebu Umeyr! Ne yaptı nuğayr!” derdi, Nuğayr, kardeşimin oynayıp durduğu bir kuş idi. Rasûlüllah (s.a.v.) evimizde iken bazan namaz vakti gelirdi, hemen emir verir, altındaki yaygı süpürülür ve üzerine su.serpilirdi. Sonra na­maza durur, biz de arkasında durur ve bize namaz kıldınrdı.[218]
Büyük hadis âlimi Ibn Hacer Askalânî bu hadisi açıklarken çok kıymetli ve detaylı bilgiler vermektedir. Bu vesileyle Hz. Peygamber’in (s.a.v.) uyguladığı çocuk eğitim sisteminin temellerini ve müslümanların bu husustaki duyarsızlıklarını yakından görmek mümkün olacaktır.
İbn Hacer[219] der ki: Bu hadiste bilinmesi gereken birçok hüküm bulunmaktadır. İbnu’1-Kâs adıyla şöhret bulmuş Şafiî fakih Ebu’l-Abbas Âhmed b. EM Ahmed et-Taberî, sözkonusu bilgi ve hükümleri müstakil bir eserde toplamıştır. Eserinin başında Îbnu’1-Kâs, bazı insanların, faydasız ve lüzumsuz şeyleri rivayet ediyorlar ge­rekçesiyle hadisçileri ayıpladıklarını, buna da söz konusu “Ebû Umeyr hadisi’ni örnek gösterdiklerini kaydetmektedir. îbnu’l-Kâs: “O insanlar bu hadisten çıkarılan fikıh, edep ve terbiye ile alakalı altmış hüküm ve meseleyi bilmemektedir” demekte ve detaylı olarak onları ele almak­tadır. Ben onun maksadını yansıtarak o maddeleri özetledim, sonra da bazı ilavelerde bulundum:[220]
1- Tokalaşma meşrudur. O rivayette Enes: “Ben Rasûlüllah’ın (s.a.v.) elinden daha yumuşak bir ele dokunmadım” demektedir. Bu hüküm ve uygulama kadınla değil erkekle ilgilidir.
2- Şakalaşma ve şakanın tekrarı caizdir. Şakalaşma bir ruhsat değil, sünnetin ortaya koyduğu mubah bir davranıştır. Mümeyyiz ol­mayan çocukla şakalaşmak ve şaka yapılana ziyareti tekrarlamak caiz­dir.
3- Kibir ve gururu terketmek gerekir. Büyüğün yoldaki durumu ile evdeki durumu farklıdır; yolda vakarla hareket eder, evde ise şaka ya­par, şen ve şakrak olur.
4- Büyük olsun küçük olsun arkadaşla latife yapmak, onun halini sormak gerekir.
5- Henüz evlenmemiş ve çocuğu olmamış kimselere künye takmak caizdir.
6- Çocuğun kuşla oynaması caizdir.
7- Ana babanın, çocuğunu mubah olan oyun ve oyuncakla başbaşa bırakması caizdir.
8- Mubah eğlenceler için para harcamak caizdir.
9- Kuşu kafes ve benzeri bir yerde tutmak, kanadını kesmek caiz­dir. Çünkü Ebu Umeyr’in kuşunun bu iki ihtimalin dışında olması düşünülemez. Bunlardan, yani kafeste tutmak ve kanat kesmekten hangisi gerçekleştiyse, diğeri de aynı hükme tabidir.
10- “Hikmet sahibi, ancak akleden ve anlayan kimsenin yüzüne hitap eder” diyenin aksine, yüzyüze çocuğa hitap etmek caizdir.
11- Hayvan için olsa bile ism-i tasgir yapmak (ismi küçülterek kullanmak) caizdir.
12- Akıl ve idraklerine göre insanlara davranmak esastır.
13- Büyük (ve itibarlı bir) kimse bir toplumu ziyaret ettiği zaman, aralarında eşit muamele etmelidir. Peygamber (s.a.v.) Enes ile musafa-ha yapmış, Ebu Umeyr ile şakalaşmış, Ümmü Süleym’in yatağında uyu­muş, evlerinde onlara namaz kıldırmış, nihayet onların hepsi Peygamber’in (s.a.v.) bereketine nail olmuştur.
14- Okşamak için çocuğun başını sıvazlamak caizdir.
15- Rahatsız etmemesi durumunda adını küçültme yoluyla, yani ism-i tasgir sigasıyla birisini çağırmak caizdir.
16- Bir kimsenin bildiği bir şeyi sorması caizdir. Çünkü Peygam­ber (s.a.v.) kuşun öldüğünü bildiği halde, “ne yaptı/ne oldu nuğayr” demişti.
İbn Hacer sözünü şöyle devam ettirir: “Çocuğun mutlak mânâda kuşla oynayabilmesi konusunda, İbnu’l-Kâs’m bu rivayeti delil olarak kullanması tenkide mevzu olmuştur. Ebu Abdümelik der ki: “Hayvanlara acı çektirmenin yasaklanın asiyi a bu hükmün mensuh (geçersiz) olması mümkündür.” Kurtubî de şöyle der: “Doğrusu hükmün geçersiz olması (nesh) sözkonusu değildir. Çocuğun eğlenmesi için kuşu tutmasına ruhsat verilmiştir. Ama ölünceye kadar işkence ve acı çektirmek asla mubah kılınmamıştır.” Ebu Umeyr hadisiyle ilgili olarak İbnu’1-Kâs ve diğer âlimlerin söz konusu yapmadığı hüküm ve mesele­lerden birisi de şudur: Sabitin Enes’den yaptığı başka bir rivayette Ebu Umeyr’in ölüm olayı anlatılırken; “Derken çocuk hastalandı ve öldü” cümlesi yer almaktadır. Çocuğun anası Ümmü Süleym ölüm olayını ko­cası Ebu Talha’dan gizlemiş, sabah olunca söylemiştir. Ebu Talha da Peygamber’e (s.a.v.) giderek durumu haber vermiş. Peygamber (s.a.v.) karı-koca ikisine de dua etmiştir. Çok geçmeden Ümmü Süleym gebe kalmış ve bir oğlan çocuğu dünyaya getirmiştir. Enes çocuğu Peygam­ber’e (s.a.v.) getirmişti. Peygamber (s.a.v.) çocuğa tahnik[221] yaptı ve adını Abdullah koydu.”
Böylece çocuğun sosyal yapısının, şahsiyetinin oluşum ve eğitiminde önemli bir unsur olduğunu ve bunun, toplum içinde kendine olan güveni gerçekleştirdiğini görmekteyiz. [222]

IV- Ahlâkî Yapı

“Çocuğunu iyi eğiten kimse, düşmanının bel kemiğini kırar.”[223]

Giriş:

Ahlâk “huluk” kelimesinin çoğuludur. Huluk -Sıhâh’ta geçtiği gibi seciye ve tabiat demektir.
Kurtubî, Tefsirinde şu açıklamayı yapar: “Huluk kelimesinin sözlük mânâsı insanın kazandığı “edep” demektir. Artık edep, insanda bir yaratılış gibi tezahür etmektedir. Ama insanın tabiat ve yapısında olan “edep” ise “hîm” adını alır. “Hîm” seciye ve tabiat an­lamındadır. Aynı lafızdan bunun tekili yoktur. Bu durumda “huluk” sonradan kazanılan tabiat, “hîm” ise içgüdüyle ilgili olan fitrî tabiat de­mektir.”[224]
Kurtubî’nin “huluk” üzerine yaptığı tarife göre, bu ahlâkî yapıya çocuğun ihtiyacı bulunmaktadır. Bir önceki ünitede ele alman, çocuğun sosyal hareketinin sağlıklı olması için bu şarttır. Bunun oluşması için mutlaka gayret gösterilmelidir. Çünkü sonradan kazanılan tabiattan, içgüdüye bağlı olan fıtrî tabiata geçme işi zordur. Ahlâkını düzelteceğim diye yapılan bu iş bir ömür kadar zaman alır. Ayrıca fıtrîlik, duruluk ve söyleneni hemen yerine getirme özelliğinde olan çocukluk safhasında, ana babanın ve eğitimcilerin gayret ve çaba göstermesi gerekmektedir.
İmam Gazzâlî ve İbnu’l-Kayyim gibi büyük âlimler bu hassas nok­taya işaret etmişlerdir. İbnu’l-Kayyim, Ahkâmu’l-Mevlûd’ünde der ki: “Çocuğun en çok muhtaç olduğu şey, onun ahlâkına itina gösterilmesi meselesidir. Çünkü çocuk, uzlet, öfke, inat, acelecilik, hafif meşreplik, taşkınlık, hiddet ve aç gözlülük gibi huylarda eğitimcinin ona ka­zandırdığı alışkanlıklar doğrultusunda gelişir. Büyüdüğünde bunları izâle etmesi güçleşir ve bu huylar artık onun ayrılmaz sıfatlan haline gelir. Eğer o bu huy ve sıfatlardan ciddi olarak korunmazsa, birgün bunların onu rezil ve rüsvay etmesi kaçınılmazdır. Bundan dolayı in­sanların çoğunun ahlâkında bozulma ve sepma görülmektedir. Bu da onların yetişme tarzından kaynaklanmaktadır.”
Rahmetli eski Şeyhu’l-Ezher Muhammed Hıdır Hüseyin, şu sözüyle edep ve güzel ahlâkı yerleştirme konusunda çocukluk döneminin değerlendirilmesinin önemine işaret etmiştir: Çocuk, saf ve temiz fitrat üzere doğar. Onun sade ruh ve yapısı bir huy ve davranışla karşılaştığında, o huy ve davranışın şekil ve suretini alır. Sonra o şekil ve suret, yavaş yavaş ruhun her tarafinı sarar, çocuğun ayrılmaz sıfatı haline gelir ve ona karşı koymasına da engel olur. Nasıl ki biz, tanımadığımız yabancılar içinde kültürlü ve sosyal ilişkisi iyi olan birini gördüğümüzde, onun, Allah’ın şerefli ve faziletli evlerde büyütüp yetiştirdiği insanlardan olduğuna hükmederiz.”[225]
Şimdi, çocuklar için ahlâkî yapının unsurlarının ve bu yüksek yapının temellerinin ne olacağı sorusuna cevap vermek gerekiyor. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünnetini gözden geçirdiğimizde, bunların beş te­mele dayandığını görüyoruz. Burada tafsilatlı olarak bunlara temas et­mek istiyoruz.[226]

I- Ahlâk Ve Âdap

İbn Hacer şöyle der: Edep, söz, fiil ve davranış itibariyle takdir edilen ve övülen şeyleri yapmaktır. Bu, güzel ahlâk sahibi olmak de­mektir. “Hoş ve güzel karşılanan söyleri yerine getirmek” veya “büyüklere hürmet etmek, küçüklere yumuşak ve şefkatli davranmak” diyenler olduğu gibi, edep kelimesinin “yemeğe davet” mânâsına gelen “me’debe” den alındığı görüşünde olanlar da vardır.[227]
Cüneyd’e (r.a.) edebin mahiyeti sorulduğunda, “güzel dostluk ve iyi muamele” cevabını vermiştir.[228] Bu itibarla sosyal ilişkilerde ede­bin önemi hemen göze çarpmaktadır. Hatta edep, büyük ve küçüğün kimliğini gösteren dış görünümdür. Bundan dolayı da çocuğa edep elbis­esini giydirmek ahlâk eğitiminde öncelik sırasını taşır.
Şair Salih b. Abdilkuddûs der ki: [229]
Çocukluk döneminde eğittiğin kimse
Suyunu alan ağaç gibidir.
Nihayet görürsün onu taze yapraklanmış
Kuruduğunu gördükten sonra onun.
Bırakmaz yaşlı huy ve ahlâkını
Girinceye kadar şu kara toprağa
Cehaletten kurtulduğunda döner yine cehalete
Tekrar nükseden kronik hastalık gibi.[230]

A. Çocuklara Âdap Kazandırma Konusundaki Rivayetler

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ahlâkî yapıya verdiği büyük önemi gördüğümüzde, çocukların edepli ve terbiyeli yetiştirilmesinin ehem­miyeti daha çok ortaya çıkmaktadır. Rasûlüllah (s.a.v.) çocuklara ka­zandırılacak “tabiî huy ve sağlam karakterin, günah ve hataları ortadan kaldıran sadakadan daha üstün olduğun” ifade etmiştir. Oysa sada­kanın İslâm’da önemli bir yeri olduğu bilinen bir husustur.
Semura’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kişinin, çocuğunu edepli yetiştirmesi bir sâ’ sada­ka vermesinden daha hayırlıdır.”[231]
Rasûlüllah (s.a.v.) ana ve babaya, çocuğa verilecek en büyük he­diyenin veren faziletli mirasın güzel bir terbiye olduğunu açıklamıştır. Saîd b. el-Âş’ın rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir baba çocuğuna güzel bir terbiyeden daha üstün birşey bağışlamamıştir.”[232] Bundan dolayı Ali el-Medînî (r.a.) şöyle diyordu: “Çocuklara miras olarak edep bırakmak, mal bırakmaktan daha hayırlıdır. Edep çocuklara dost ve kardeş sevgisi, mal, ve statü ka­zandırır, dünya ve ahiret mutluluğu sağlar.”[233]
Bazı insanlar ihmalkârlık veya gevşeklik göstererek bu edebin öneminden gaflet etmekte ve bunu basit işlerden saymaktadır. O insan­lar böyle bir davranışın, çocuğun ana babaya karşı gelmesine zemin hazırladığının farkında değildir. Aynca o zavallılar, iyi bir terbiyenin, yemek-içmek gibi çocuğun babası üzerindeki hakkı olduğunu da bilme­mektedir.
İbn Abbas’dan rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v,) şöyle bu­yurmuştur: “Çocuklara ikramda bulununuz, onları güzel terbiye ediniz.”[234]
Selef-i sâlih edep ve terbiyenin önem ve değerini kavramış; çocuklarını ikaz etmiş, ümmete nasihatte bulunmuş ye bu uğurda bir ömür harcamıştır, işte büyük sahâbî Abdullah b. Ömer (r.a.)…[235] Ana babasına nazik bir şekilde seslenmekte ve onların önüne (sanki) bir matematik denklemi koyarak şöyle demektedir: “Oğluna iyi bir edep ve terbiye ver! Çünkü sen ona verdiğin eğitim ve öğretimden sorumlusun! Oğlun da sana itaat ve iyilik etmekten sorumludur.”
Sağlam bir ruh ve karakter yapısına sahip olması için çocuğa bu ihtimamı göstermek gerekmektedir. Çünkü iyi bir edep ve terbiyeden keskin akıl, keskin akıldan güzel alışkanlık, güzel alışkanlıktan beğenilen ve övülen hasletler, beğenilen ve övülen hasletlerden sâlih amel, sâlih amelden Rabbin rızası, Rabbin rızasından ebedî saadet ve izzet meydana gelir. Çirkin edep ve terbiyeden bozuk akıl, bozuk akıldan kötü alışkanlık, kötü alışkanlıktan âdi hasletler, âdi hasletlerd­en kötü amel, kötü amelden Rabb’in gazabı, Rabb’in gazabından da ebe­di zillet doğar.[236]
Bu yüzden selef-i sâlih bu hususta çocuklarını gereği gibi yönlendirmiş, onlara iyi bir edep ve terbiye mirası bırakmıştır, işte on­ların hayatı… Birlikte görelim…[237]

B- Selef Hayatından Örnekler:

Ruveym b. Ahmed el-Bağdâdî oğluna der ki: ‘Yavrum! Amelini tuz, edebini un kıl! Yani, edebini o kadar çok takın ki, hal ve gidişatın içinde edebin oranı, unun, içine konulan tuza oranı gibi çok olsun. Az amelle beraber takınılan çok edep, az edeple beraber işlenen çok amel­den daha hayırlıdır.”[238]
İbrahim b. Habib de der ki: Babam bana şöyle derdi: “Fakih ve âlim şahsiyetlere git, onlardan ilim, irfan ve edep öğren! Çünkü bu bana çok hadisten daha hoş ve daha sevimli geliyor.”[239]
Seleften bir zat oğuluna: “Yavrucuğum! Edepten bir konu öğrenmen, yetmiş ilim konusunu öğrenmeden bana daha güzel geliyor” derdi. Ebû Zekeriyyâ el-Anberî de şöyle der: “Edep olmadan ilim, odun-suz ateş gibidir. Ilimsiz edep de bedenaiz ruh gibidir.”[240]
Çocuklara iyi edep ve güzel terbiye kazandırma konusunda Rasûlüllah’ın (s.a.v.) özellikle vurguladığı önemli noktalar nelerdir? Ha­disler araştırıldığında, bunların dokuz noktada toplandığını görmek mümkündür.[241]

C- Çocuklar İçin Nebevî Âdabın Türleri[242]

1-Ana Babaya Karşı Âdap

Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) yanında bir oğlu olan adam gördü. Rasûlüllah (s.a.v.) çocuğa:
“Bu kimdir? dedi. Çocuk:
“Babamdır, cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
“O halde onun önünde yürüme, onun hoşlanmayacağı ve karşı çıkacağı birşey yapma, ondan önce oturma ve onu adıyla çağırma!”[243]
Ebu Ğassân ed-Dabbî anlatıyor: Babamla birlikte yürüyordum. Derken Ebu Hüreyre (r.a.) ile karşılaştık. Ebu Hureyre:
“Bu kimdir? dedi. Ben:
“Babamdır, dedim. Bunun üzerine o şöyle dedi:
“Babanın önünde yürüme, onun arkasından veya yanıbaşından yürü. Seninle onun arasına birisini alma, babamın bulunduğu yerin çatısında dolaşma onu korkutursun, baban sana bakarken önünde eti sıyrılmış kemik yeme .belki onu canı ister.”[244]

A) Ana Babaya Hitap Şekli:

Ebu’l-Beddâh et-Tücîbî der ki: Saîd b. el-Müseyyeb’e:
“Ana babaya iyilik etmeye dair bütün ayetleri öğrendim. Fakat “Onlara güzel ve tatlı söz söyle”[245] ayetini bilmiyorum, bu ne demek­tir? dedim,
İbnu’l-Müseyyeb şu cevabı verdi:
“Bu, suçlu kölenin, efendisine sert ve kaba konuşmasıdır.”[246] Hz. Ömer sözkonusu ayeti, ana babasına çocuğun “babacığım, ana­cağım” demesi şeklinde açıklamıştır.[247]
Tâcuddîn es-Sübkî der ki: Evimizin girişinde oturuyordum. Bir köpek geliverdi. Hemen ben:
“Köpek oğlu köpek defol!” dedim. Bunun üzerine içerden babam bana serzenişte bulundu. Ben “O köpek oğlu köpek değil mi? deyince, bana şu cevabı verdi:
“Öyle diyebilmenin şartı hor görmemektir.” Ben de:
“Bu faydalı bilgidir” dedim.[248]
Buna göre çocuklar, ana babalarından birşey öğrendiklerinde “Gerçekten bu faydalı bilgidir (veya baş üstüne)” diyerek onların gönüllerini hoş tutmak ve kendilerini de tevâzua alıştırmak durumun­dadır.[249]

B) Ana-Babaya Bakma Âdabı

İbn Abbas’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Baba çocuğuna bakar da çocuk onu sevindirirce, çocuğa bir köleyi azat etme sevabı verilir.” Denildi ki “Ya Rasûlallah! üçyüz altmış defa bakarsa ne olur?” Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): “Allahu Ekber (Allah herşeyden daha büyüktür)” buyurdu.[250]
İbn Abbas’ın da (r.a.): “Ana babasının yüzüne rahmet nazarıyla bakan kimseye Allah makbul bir hac sevabı yazar” dediği rivayet edil­miştir.[251]
Son olarak, ana babanın çocuğuna kazandırması gereken edep hakkında açık bir usul ortaya koyan bir âlimin sözüne yer vermek is­tiyoruz:
Velîd b. Nümeyr, babasının şöyle dediğini duymuştur: Sahabe nes­li derdi ki: “Olgunluk Allah’tandır, edep ise babalardandır.”[252]
İlimden önce âlimlerden edep, terbiye ve ahlâkın öğrenilmesi hu­susunda babaların çocuklara olan tavsiyesi üzerinde durmuştuk. Şimdi ona ilave olarak, çocuğun âlimlere karşı takınacağı edep konusunu ayrıca ele almak faydalı olacaktır.[253]

2- Âlimlere Karşı Âdap

İmam Nevevî, Ezkâr’ında der ki: “Adıyla çağırmamak gibi ana baba için uygulanan adap kaideleri, aynen hatta fazlasıyla âlimler için de söz konusudur. Çünkü onlar Peygamberlerin varisleridir. O halde çocuğun âdet edinmesi için âlimlere karşı saygılı ve alçak gönüllü ol­mak, onların hizmetine koşmak, huzurlarında yüksek sesle konuşmamak, onlarla olan ilişkilerde nazik, kibar ve yumuşak olmak gerekmektedir.”
Alimlerin fazileti hakkında Yahya b. Muâz şöyle der: “İslâm ümmetine karşı âlimler, ana ve babalardan daha merhametlidirler.” Nasıl böyle olduğu sorulunca da şu cevabı verdi: “Çünkü ana ve babalar evladım dünya ateşinden, âlimler ise ahiret ateşinden korurlar.”[254]
Bütün bunlardan, âlimlerin huzurunda hürmet ve edebe riayet et­menin önemi anlaşılmaktadır. Bu konuda birçok kitap yazılmıştır. Ibn Kuteybe’nin Edebu’1-Âlim ve’1-Müteallim’i ile Sem’aânî’nin Edebu’1-Imlâ ve’1-Istimlâ’sı bunlar arasındadır.[255]

A) İlgili Rivayetler:

Ebü Ümâme’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Lokman oğluna: ‘Yavrucuğum! Alimlerin sohbet ve meclislerinde oturmaya bak, hikmet sahiplerinin konuşmalarım dinle! Zira Allah sağanak yağmurla ölü ve kuru araziyi dirilttiği gibi, hikmet nuruyla da ölü kalbi diriltir” diyordu.”[256]
Yine Ebü Ümâme Rasûlüllah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Üç şey vardır ki, onları münafıktan başkası küçümsemez: İslam yolunda ağaran saç, ilim sahibi ve âdil devlet başkanı.”[257]
Ubâde b. es-Sâmit de Rasûlüllah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu ri­vayet etmiştir: “Yaşlı ve büyüklerimize hürmet etmeyen, küçüklerimize merhamet etmeyen ve âlimlerimizin kadr u kıymetini bilmeyen benim ümmetimden değildir.”[258]

B) Selef Çocuklarının Alimlere Karşı Âdabından Örnekler:

Saîd b. el-Müseyyeb iki rek’at namaz kılar sonra otururdu. Derken ensar ve muhacir sahabenin çocukları etrafına toplanırdı. Onlardan hiçbir kimse ona birşey sormaya cesaret edemezdi. Ancak onlara bir ha­dis okuyarak başladıktan sonra birşey sorabilirlerdi.[259]
Rasûlüllah (s.a.v.) bir soru yönelttiğinde, meclisinde Hz. Ebu Be­kir ve Hz. Ömer bulunduğu için İbn Ömer’in sükût edip cevap verme­diğine dair hadis daha önce geçmişti. Burada ise çocukluk yıllarında İbn Abbas’ın, sahabeden ilim talebi esnasında takındığı edebin keyfiyetine dair bir örnek vermek istiyoruz.
Ikrime’nin rivayetine göre Ibn Abbas şunu anlatmıştır: Rasûlüllah (s.a.v.) vefat edince[260], ensardan bir adama:
“Gel de, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) ashabına bazı şeyler soralım. Çünkü bugün onlann sayısı çoktur, demiştim Adam:
“Şaşarım sana İbn Abbas! Aralarında Rasûlüllah’ın (s.a.v.) ash­abından olanlar varken, insanların sana ihtiyaç duyacaklarını mı sanıyorsun? dedi ve benden ayrıldı. Ben de tek başıma ashaba birşeyler sormaya gittim. Eğer bana belli bir adamdan hadis ulaşır ise, onun kapısına gider, içerde o öğle uykusunu (kaylûle) uyurken ben de hırkamı yastık yaparak kapısında yatardım. Rüzgâr da üzerime toprak sürüklerdi. Derken o çıkınca beni görüyor ve:
“Ey Rasûlüllah’ın (s.a.v.) amcası oğlu! Hayırdır, ne için geldin? Haber gönderseydin de ben sana gelseydim! derdi. Ben de:
“Hayır, benim sana gelmem daha doğrudur/uygundur, diyor ve artık ona hadisi sorardım. Ensardan olan bu adam hayli yaşadı. Niha­yet bir ara beni, insanlar etrafımda toplanmış ve bana birşeyler soruyorlarken gördü ve:
“Bu genç benden daha akıllıdır, dedi.[261]
Hasan el-Basrî de, âlimlerin meclislerinde âdaba riayet etmesi için oğluna hatırlatmada bulunur ve şöyle derdi: ‘Yavrucuğum! Âlimlerle oturduğun zaman, konuşmaktan ziyâde dinle. Güzel konuşmayı öğrendiğin gibi iyi dinlemeyi de öğren. Kendisi susuncaya.kadar hiçbir kimsenin sözünü -uzun olsa dahi- kesme!”
Son olarak, sahabî çocuk Semura b. Cündeb’in Rasûlüllah’ın (s.a.v.) huzurunda takındığı edebi hatırlatmak istiyoruz. O der ki: “Rasûlüllah’ın (s.a.v.) zamanında ben bir çocuktum ve O’ndan duyduk­larımı ezberliyordum. Orada benim konuşmama engel olan şey, sadece benden daha yaşlı insanların bulunmasıydı.”[262]

3- Saygı Âdabı

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor: Peygamberi (s.a.v.) görmek isteyen yaşlı bir adam gelmişti. Ahali ona yol açmakta ağır davranmıştı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v,): “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüze hürmet etmeyen kimse bizden değildir” buyurmuştur.[263]
Abdullah b. Amr’dan gelen rivayette “Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün şerefini tanımayan kimse bizden değildir”[264] buyurmuş, Ubade b. es-Sâmit’in rivayetinde de “büyüğümüze hürmet etmeyen, küçüğümüze merhamet etmeyen ve âlimimizin kadr u kıymetini bilmeyen kimse bizden değildir” buyurmuştur.[265]
Ebu Musa’dan (s.a.v.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Saçı ağarmış yaşlı müslümana, hükümlerini çiğnemeyen ve okumayı bırakmayan Kur’an hafızı ve okuyucu­suna, âdil sultana ikram etmek Allah’a saygıdandır.”[266]
İbn Ömer’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kendimi rüyada bir misvakla misvaklanırken gördüm. Derken bana biri ötekine göre daha büyük iki adam geldi. Ben misvakı küçük olana verdim. Bunun üzerine bana “Büyüğe ver” denildi. Beri de onu büyük olana verdim.”[267]
Ebu Yahya el-Ensârî anlatıyor: Abdullah b. Sehl ile Muhayyısa b. Mes’ud, Hayber’e gittiler. O zaman Hayber sulh halinde idi. Orada işlerini görmek için birbirlerinden ayrıldılar. Derken Muhayyısa, Abdullah’ın yanına geldiğinde onu kanlar içinde ölü olarak buldu. Sonra Medine’ye geldi ve Mes’ud’un çocukları Abdurrahman b. Sehl ile Hu-veyyisa, Peygamberin (s.a.v.) huzuruna gittiler. Orada Abdurrahman konuşmak isteyince Rasûlüllah (s.a.v.) ‘Taşça büyük olan konuşsun” buyurdu. Abdurrahman en küçükleri idi.[268]
Böylece büyüklere ve âlimlere saygı âdabının ve konuşmada onla­ra öncelik hakkı verilmesinin önemini görmüş oluyoruz. Ancak küçüğün konuşması arzu edildiğinde veya kendisi sual sorma ve sorulma konu­munda ise o zaman önce konuşur.[269]

4- Kardeşlik Âdabı:

Rasûlüllah (s.a.v.) küçük olsun büyük olsun hiçbir kardeşin he­rhangi bir silahı göstererek kendi kardeşini korkutmasına ve kalbine korku salmasına müsaade etmemiştir.
Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kardeşine bir demir parçasını gösteren kim­seye, onu bırakıncaya kadar melekler lanet eder. İsterse ana baba bir kardeş olsun.”[270]
Peygamber (s.a.v.) büyük biraderin İslam’da özel bir yerinin olduğunu da ifade etmiştir. Şüphesiz bu onun, aile yükünü, küçüklerin bakımı ve eğitim sorumluluğunu üstlenmesinden kaynaklanmaktadır.
Sahabeden Küleyb el-Cühenî (r.a.), Rasûlüllah’ın (s.a.v.) “En büyük kardeş, baba hükmündedir” buyurduğunu rivayet etmiştir.[271]
Buna göre ebeveyn, büyük oğlunun gönlüne küçüklere sevgi ve şefkati, küçüklerin gönüllerine de büyüğe saygıyı yerleştirirse, o zaman aile nizamı dengeli bir şekilde yürür. Herhangi bir uyarı ve hatırlatmada bulunmadan herkes diğerine karşı yapacağı vazifeyi bilir.[272]

5- Komşu Âdabı:

İslam şeriatında komşunun büyük hukuku vardır. Bu hukuk, İslam toplumunun bağlarını güçlendirmek için ortaya konulmuştur. Şüphesiz çocuğun, komşu çocuklarına karşı tatbik etmesi gereken âdap ölçüleri bulunmaktadır. Peygamber (s.a.v.), çocularını bunlara alıştırmaları için babalara tavsiyede bulunmuş, komşunun acı ve sıkıntılarına ilgi gösterilmesini ve herhangi bir şekilde ona eziyet edil­memesini öğütlemiştir. Sözkonusu âdap ölçülerinin başında çocuğun, yemek üzere eline bir yiyecek veya bir meyve alarak sokağa çıkmaması gelir. Çünkü böyle yapmakla o, onu satın alamayabilecek veya maddi sıkıntı yüzünden o an için satın alma gücü olmayan komşunun çocuğunu öfkelendirmiş olmaktadır. Böylece çocuk, sokakta değil evde yemeyi alışkanlık haline getirir. Ayrıca bu davranış, çocuğun genel âdap ve görgü kurallarına sarılmasına da katkıda bulunur.
Amr b. Şuayb, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Eğer bir meyve satın alırsan, (sokakta gördüğün) çocuğa (ondan) hediye olarak ver.. Şayet bunu yapmazsan giz­lice onu eve götür. Çocuğun onu eline alarak komşu çocuğunu öfkelendirmek için dışarı çıkmasın!”[273]
Müslümanların sarılarak uygulamaları halinde şu İslam âdabı gerçekten ne kadar büyüktür! Allah bizi ve sizleri onu uygulamaya mu­vaffak kılsın![274]

6- İzin İsteme Âdabı:

İzin isteme âdabı, büyük ve küçüğün görevidir, İslam’da bunun özel yeri bulunmaktadır. Bu yüzden Allah Teala bunu, asırlar ve nesill­er devam ettikçe okunacak ayetlerle hususi olarak açıklamıştır. Bu, aile ve cemiyet hayatında da büyük bir önem taşımaktadır. Bundan do­layıdır ki, büyükleri bir yana Ebu Saîd el-Hudrî gibi sahabenin küçükleri dahi bu âdabı biliyor ve uyguluyordu.
Ubeyd b. Umeyr anlatıyor: Ebu Musa el-Eş’arî, Ömer b. Hattab’ın huzuruna çıkmak için izin istemişti. Sanki Hz. Ömer meşgul idi ki, ona izin verilmedi. Bunun üzerine Ebu Musa geri döndü. Hz. Ömer işini bi­tirince:
“Ben Abdullah b. Kays’ın (Ebu Musa’nın) sesini duymadım mı? Ona müsaade edin! dedi. Hz. Ömer’e Ebu Musa’nın geri döndüğü söylenince, derhal onu çağırttı. Ebu Musa:
“Biz bununla emrolunmuştuk, dedi. Hz. Ömer:
“Buna dair bana delil (beyyine) getireceksin! dedi. Ebu Musa da ensann meclisine giderek onlara sordu. Onlar:
“Bu konuda sana en küçüğümüz Ebu Saîd el-Hudrî ancak şahitlik edebilir, dediler. Bunun üzerine Ebu Musa, Ebu Saîd’i Hz. Ömer’in hu­zuruna götürdü. Hz. Ömer:
“Rasûlüllah’ın (s.a.v.) emir ve talimatından bana gizli kalan mı oldu? Çarşı ve pazarlarda alış-veriş yani, ticaret için çıkmak beni meşgul etti, dedi.
Mü’minlerin emiri Hz. Ömer, girmesine izin verilmeyen bir şahsın, hiç öfkelenmeden geri dönmesi gerektiğini unutmuştu. Bu hususta Rasûlüllah’ın (s.a.v.) sünnetine şahitlik yapan ve hatırlatmada bulunan da Ebu Saîd el-Hudrî olmuştu.[275]
Kur’an-ı Kerim çocuğu izin istemeye alıştırmış, ana babanın bunu çocuğuna öğretmesini emretmiş, bu konuda aşamalı ve pedagojik bir yol izlemiştir. Ergenlik döneminden önce çocuk, ana babanın evlilik hayatındaki üç uygunsuz vakitte kapıyı çalarak izin ister. Bu vakitler, ana babanın (gecelik veya pijama gibi) özel kıyafetiyle bulunduğu uyku vakitleri; şafak öncesi, öğle vakti ve yatsı sonrasıdır.
Allah Teala şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve hizmetçileriniz) ve sizden henüz buluğa ermemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyun­duğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza girecekle­rinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar, sizin açık bulunabi­leceğiniz üç vakittir. Bunların dışında ne sizin için, ne de onlar için bir günah yoktur. Yanınızda dolaşırlar, birbirinizin yanma girip çıkabilirsiniz. Allah ayetleri size işte böyle açıklar. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[276]
Nihayet çocuk ergenliğe erişip mükellefiyet çağına girince, artık her zaman evde ve evin dışında kapalı bulduğu kapıyı çalarak izin iste­mekle emrolunur. Şu ayet bu noktaya işaret eder: “Çocuklarınız er­genliğe erdikleri zaman, kendilerinden öncekilerin izin istedik­leri gibi izin istesinler. İşte Allah ayetlerini size böyle açıklar. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[277]
Rasûllullah (s.a.v.) nasıl izin isterdi? Kapıyı çalan insanın aldığı vaziyet nasıl olmalıdır? Kapıya yüzünü mü, sırtını mı yoksa sağ veya sol yanını mı çevirmelidir? Bu soruya cevap vermek için şu hadisi zik­retmek istiyoruz:
Abdullah b. Büsr’un rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.) izin istemek üzere kapıya geldiği zaman, yüzünü kapıya çevirmezdi. Sağ veya sol yanını çevirirdi. Kendisine izin verilirse girer, aksi halde geri dönerdi.[278]
Önder peygamber çocuklardan izin istiyor:
Şüphesiz hak haktır; büyük küçük ayrımı yapmaz. Vasıf, statü ve unvanları ne olursa olsun, sünnete uymak herkesin görevidir, işte ümmetin komutanı ve öğretmeni Pegyamber (s.a.v,)… büyüklerin ve küçüklerin içinde, çocuğun hakkını bahis mevzu ederek onları irşad et­mektedir.
Sehl b. Sa’d (r.a.) anlatıyor: Rasulullah’a bir içecek getirilmişti, O da ondan içti. Sağında bir çocuk, solunda da yaşlılar bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.v.) çocuğa:
“Bunlara vermeme bana müsade eder misin? dedi. Çocuk:
“Hayır, vallahi ya Rasûlallah! Senden gelen nasibime hiçbir kim­seyi tercih edemem! dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) suyu ona verdi.[279]

7- Yemek Âdabı

Ömer b. Ebî Seleme (r.a.) anlatıyor: Ben Rasûlüllah’ın (s.a.v.) eğitim ve gözetimi altında henüz bir çocuktum. Elim yemek kabının içinde dolaşıyordu. Bunun üzerine bana: “Ey çocuk! Besmele çek, sağ elinle ve önünden ye!” buyurdu. Artık ondan sonra hep öyle ye­dim.[280]
Enes (r.a.) anlatıyor: Ümmü Süleym, içinde hurma bulunan bir se­peti benimle Rasulullah’a (s.a.v.) gönderdi. Ama ben O’nu bulamadım. O, az önce kendisini davet ederek bir yemek yapan azatlı kölesine/ dostuna gitmişti. Ben de hemen O’na gittim. Vardığımda o yemek yiyor­du. Birlikte yemem için beni davet etti. Ev sahibi etli ve kabaklı bir tirit yapmıştı. Gördüm ki Rasûlullah (a.a.v.) kabaktan hoşlanıyor. Ben de kabağı toplayıp O’na yaklaştırmaya başladım. Yemeği yeyince Rasûlullah (s.a.v.) evine döndü. Ben hurma sepetini önüne koydum. Rasûlullah (s.a.v.) yemeye ve bölüştürmeye başladı. Nihayet sepetteki hurmayı öylece bitirdi.[281]
Yemek yerken yanımıza bir çocuk gelse ne yapmamız gerekir?
İshak b, Yahya b. Talha anlatıyor: İsâ b. Talha ile beraber mescidde idim. Derken Sâib b. Yezid içeri girdi, beni yanına çağırarak:
“Şu yaşlı adama git ve ona: “Amcam İbn Talha sana Rasûlüllah’ı (s.a.v.) görüp görmediğini soruyor” de!
Ben de gittim ve:
“Rasûllulah’ı (s.a.v.) gördün mü? dedim. Bunun üzerine o şu cevabı verdi:
“Evet, Rasûlüllah’ı (s.a.v.) gördüm, ben ve yanımdaki çocuklarla birlikte ona gitmiştik ve onu bir sepet içindeki hurmadan yerken bul­muştuk. Yanında bazı sahabiler de vardı. Bize de avuç avuç hurma ver­di ve başlarımızı sıvazladı.[282]
İmam Gazzâlî, çocuğun öğrenmesi ve uygulaması gereken yemek adabının önemine dikkat çekmiştir. Burada biz onları maddeler halinde sıralamak istiyoruz:
1-Yemeği sağ eliyle yer ve besmele çeker,
2- Önünden yer,
3- Başkasından önce yemeğe davranmaz,
4- Yemeğe ve yemek yiyenlere gözünü dikerek bakmaz,
5- Yerken acele etmez,
6- Yemeği iyice çiğner,
7- Lokmaları peşpeşe yutmaz,
8- Yemeği elbisesine ve ellerine bulaştırmaz,
9- Katığı şart ve mecburî görmemesi için, bazan sade ve katıksız ekmeğe alıştırılır,
10- Çocuğun yanında, çok yemek yiyenler hayvanlara benzetilerek oburluğun çirkin olduğu anlatılır ve az yemek yiyen terbiyeli çocuklar övülür. Yemeğin Üstün bir nimet olduğu ama onun problem yapılmaması çocuğa telkin edilir.
11- Kuru ve katı yiyeceğe razı olmak.[283]

8- Kılık-Kıyafet Âdabı:

Rasûlüllah’ın (s.a.v.), saç, traş, elbisenin rengi ve onunla sokağa çıkmak gibi konularda çocuğun görüntüsüne, kılık ve kıyafetine ihti­mam gösterdiğini görmekteyiz.[284]

A) Saç Ve Traş Âdabı:

İbn Ömer’in (r.a.) rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) saçının bir kısmı traş edilmiş, diğer bir kısmı bırakılmış bir çocuk gördü. Derhal , bunu yapmalarını yasakladı ve şöyle buyurdu: “Ya tamamını traş edin veya hepsini olduğu gibi bırakın!”[285]
Yine İbn Ömer’den (s.a.v.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllâh (s.a.v.) yarım traş yani, başın bir kısmını traş edip bir kısmını da bırakmayı (kaze”) yasakladı.[286]
Ibnu’l-Kayyım, Ahkâmu’l-Mevlûd’ünde, hadis üzerine şu açıklamayı yapmaktadır: Bu dört şekilde olur:
1- Başın muhtelif yerlerinin rastgele traş edilmesi,
2- Hıristiyan papazların yaptığı gibi ortasının. traş edilip yan­larının bırakılması,
3- Ayak takımı güruhunun yaptığı gibi yanlarının traş edilip or­tasının bırakılması,
4- Başın ön tarafının traş edilip arka tarafının bırakılması. Bun­ların hepsi Peygamber’in (s.a.v.) yasakladığı traş türünden (kaze) dir. Şüphesiz Allah daha iyi bilir.
Bizzat Peygamber (s.a.v.) çocukları traşı ile ilgilenmiştir.
Abdullah b. Ca’fer’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) Ca’fer’in vefatından üçgün sonra ailesine gelerek: “Bugünden sonra artık kardeşime ağlamayın” dedi. Sonra da “Kardeşimin oğullarım yanıma çağırın” dedi. Derken bizi huzuruna getirdiler. Adeta biz kuş yavruları gibiydik. Peygamber (s.a.v.): “Bana berberi çağırın” dedi ve başımızı traş etmesini emretti.[287]
Kız çocuklarının saçı hakkında da Peygamber’in (s.a.v.) talimatı bulunmaktadır.
Esmâ’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre bir kadın Peygamber’e (s.a.v.) geldi ve:
“Ya Rasûlullah! Benim kızım çiçek hastalığına yakalandı ve saçları döküldü. Ben onu evlendirdim. Ona başka saç ilave edeyim mi? dedi. Peygamber (s.a.v.):
“Başka saç ilave edene de ettirene de Allah lanet etsin! buyurdu. [288]
Böylece müslüman çocuğun saç modelinin diğer çocukların saç modelinden farklı olduğunu görmüş bulunuyoruz. O halde müslüman çocuk, Allah Rasûlünün emir ve tavsiyelerini çiğneyerek batı mukallidi aktörlerin arkasından gitmemelidir.[289]

B) Elbise Adabı:

Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) benim üzerimde sarıya boyanmış iki elbise gördü ve:
“Bunu sana anan mı emretti? dedi. Ben:
“Onları ben yıkarım, dedim. Rasûlülah (s.a.v.):
“Hatta onları yak! buyurdu.[290]
Başka rivayette Peygamber (s.a.v.): “Bunlar gayr-i müslimlerin giysilerindendir; onları giyme” buyurmuştur.[291]
İmam Gazzâlî, Ihya’sında, çocuğun giyeceği elbise hakkında şu açıklamada bulunmuştur: “Oğlan çocuklarına ipek ve (sırıtacak biçimde) renkli değil de beyaz elbiseler sevdirilir. Sözkonusu kıyafet şeklinin, kadınların ve kadın gibi davranan erkeklerin işi olduğu,.er­keklerin bundan kaçındığı ve bunun onlara mekruh olduğu çocukların yaranda anlatılır. Bir oğlan çocuğunun üzerinde ipek veya (sırıtacak biçimde) renkli bir elbise görülmesi halinde, bunun yadırganması ve ye­rilmesi uygun düşer. Çocuk lüks, konfor ve pahalı elbiseleri giymeye alıştırılmış olan çocuklardan korunur.”
İpek giyinmek haramdır. Çocuğun artık dünyaya gözlerini açmasından itibaren kıhk-kıyafet hususunda gayr-i müslimlere benze­meme/uymama konusunda Rasûlüllah’ın (s.a.v.) koyduğu kaideye göre, sünnete alıştırılır ve yasaklanan elbise türlerinden uzaklaştırılır. Bu kaideyi sahabenin ciddiyetle uyguladığım görmekteyiz:
Abdullah b. Yezid anlatıyor: Abdullah b. Mes’ud’un yanında idik. Derken üzerinde ipek gömlek bulunan bir oğlan çocuğu geldi. Abdullah b. Mes’ud çocuğa:
“Bunu sana kim giydirdi? dedi. Çocuk:
“Anam giydirdi, dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Mes’ud gömleği ikiye böldü ve:
“Anana söyle, sana bundan başka gömlek giydirsin! dedi.[292] İmam Kâsânî, erkeklere ipek giyinmenin haram oluşu mevzuunda şunları söyler: “Erkek olduktan sonra haramlıkta küçük ile büyüğün arasında bir fark yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.v.): “ipek ile altın ümmetimin erkeklerine haramdır” buyurarak bu hükmü erkeklere ge­tirmiştir. Ne var ki ipek giyen küçük çocuğun günahı kendisine değil, giydirenedir. Çünkü çocuk mes’ul ve mükellef değildir., Nitekim kendi­sine sunulması durumunda içki içen çocuğun günahı kendisine değil, o içkiyi verenedir. Elbise konusu da böyledir.”[293]
Ibnu’l-Kayyım diyor ki: “Kadınların sıfat ve özellikleri gelişeceğinden dolayı oğlan çocuğuna ipek giydirmesi veliye.haramdır.”[294]

9- Kur’an Dinleme Adabı:

Ez-Zühri der ki: “Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, merhamet olunasınız” ayeti,[295] Rasûlüllah (s.a.v.) Kur’an’dan ne zaman birşey okusa, hemen kendisi de okuyan ensardan bir delikanlı hakkında nazil oldu.[296]

II- Doğruluk Ahlakı:

Doğruluk ahlâkı, İslâm ahlâkının önemli bir esasıdır. Bunu elde etmek ve sağlamlaştırmak için çaba göstermeye büyük ihtiyaç vardır. Allah’ın Rasûlü, bu ahlâkın çocukta yerleşmesine ihtimam gösteriyor, ana babanın çocuğa yalan söylemek gibi bir vartaya düşmemesi için on­ların çocukla olan ilişkilerini kontrol ediyor ve şu genel prensibi koyuyordu: Çocuk bir insandır. Beşerî ilişkilerde onun birtakım hakları vardır. Hangi yolla olursa olsun ana-babamn onu aldatması, onunla olan muamele ve münasebetlerde umursamaz bir tavır takınması caiz değildir.
Abdullah b. Âmir anlatıyor: Birgün anam beni çağırdı. Rasûlüllah (s.a.v.) da evimizde oturuyordu. Anam:
“Gel, sana birşey vereceğim! dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) anama:
“Ona ne vermek istemiştin? dedi. Anam:
“Bir hurma vermek istemiştim, cevabını verdi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Haberin olsun, eğer ona birşey vermeyecek olsaydın, sana bir ya­lan (günahı) yazılırdı.[297]
Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Kim bir çocuğa “Buraya gel, sana birşey ve­receğim” der de, sonra vermezse bir yalan (günahı) yazılır.”[298]
Ebu’l-Havrâ anlatıyor: Ali’nin oğlu Hüseyin’e (r.a.):
“Rasûlüllah’dan (s.a.v.) neyi ezberledin? diye sordum. O da:
“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyen şeye bak! Zira doğruluk gönül yatkınlığı, yalan ise kuşkudur.”[299]
Selef, ister büyüklerin çocuklara, isterse çocukların kendi akran­larına olsun verdikleri sözde durmayı da içine alan bu doğruluk ahlâkının yerleştirilmesine dikkat etmiştir.
Ebu’l-Ahvas, Abdullah’ın (r.a.) şöyle söylediğni nakleder: ‘Talan düşünce ve yalan sözlerden kaçının! Çünkü yalan ne ciddiyetle ve ne de şaka ile bağdaşır. Sizden biriniz çocuğuna söz verip de sonra yerine getirmezlik yapmasın!”[300]
Süleyman b. Davud’un aynı şekilde oğluna: ‘Yavrucuğum! Vaadde bulunduğun zaman, ondan cayma! Aksi halde sevgiyi nefretle değiştirmiş olursun” dediği rivayet edilmiştir.[301]

III- Sır Tutma Ahlâkı

Rasûlüllah (s.a.v.), çocukların sırları saklama ahlâkı ile yetiştirilmelerine itina göstermiştir. Çünkü bu ahlâk, çocuğun şimdiki ve gelecekteki olgunluğunu, ailenin selamet ve hareketini, toplumun muhafazasını ve yapısını temsil eder. Sır tutmayı alışkanlık haline geti­ren çocuğun iradesi güçlü olur. Böyle bir çocuk diline hâkim olur, zor za­manda dehşete düşmez, cesur ve dayanıklı olur. Bu karakter ve ahlâk yapısıyla da toplum içinde itimat telkin eder.
Abdullah b. Ca’fer (r.a.) anlatıyor: Birgün Rasûlüllah (s.a.v.) beni terkisine aldı. Bana sır olarak bir söz söyledi, Ben onu hiçbir kimseye söylemem. Rasûlullah’ın (s.a.v.) def-i hacet için siper olarak kullanmayı en çok sevdiği şey hurmalık veya tümsek bir yer/tepecik idi.[302]
Daha önce de geçtiği üzere Peygamberin (s.a.v.) hizmetine koşan Enes, anasının yanına dönmekte gecikmişti. Bunun üzerine anası:
“Niye geciktin? diye sordu. Enes:
“Rasûlüllah (s.a.v.) beni bir haceti için göndermişti, dedi. Anası:
“Hacet neydi? diye sordu. Enes:
“O bir sırdır, dedi. Bu cevap üzerine anlayışlı, zeki ve basiretli mü’min kadın, çocuğa sır tutmasını öğretme konusunda analara bir ders vererek:
“O halde Rasûlüllah’ın (s.a.v.) sırrını hiçbir kimseye söyleme! dedi.[303]

IV- Güven Ahlâkı:

Güven ve itimat çocukluk çağından peygamberlik dönemine kadar Efendimiz Muhammed’in (s.a.v.) nitelendiği asil bir ahlâktır. Hatta müşrikler O’nu “doğru” ve “güvenilir” (es-Sâdık el-Emîn) olarak tavsif etmişlerdir. Bunda, islam’a davet hususunda müslüman çocuğun ge­leceğini etkileyen ders ve ibretler vardır. Rasûlüllah (s.a.v.), babasının malı konusunda çocuğun sorumluluğunu sınırlamıştır. Buna göre çocuk, israf ve savurganlık yapmadan malı koruyabiliyorsa “güvenilir” olmak­tadır. Nitekim “Çocuk babasının malı konusunda çobandır. O da sürüsünden (mala göz kulak olmaktan) sorumludur” hadisi bunu ifade etmektedir.[304]
Rasûlüllah’ın (s.a.v.) güven ahlâkına, bunun çocukta kökleşmesine, ihtimam gösterdiğim, bu hususta çocuğun yanlışına razı olmadığını, buna aykırı hareket etmesi durumunda kulağını bükerek onu cezalandırdığını görmekteyiz.
Abdullah b. Büsr anlatıyor: Anam bir salkım üzümle beni Rasûlüllah’a (s.a.v.) göndermişti. Ben de Rasûlüllah’a (s.a.v.) ulaştırmadan Önce ondan biraz yedim. Nihayet onu götürünce Rasûlullah (s.a.v.) kulağımı tuttu ve “Ey hilekâr!” dedi.[305]

V- Kin Ve Öfkeden Kurtulma Ahlâkı:

Kalbin kin ve öfkeden temizlenmesi, insanda psikolojik dengeyi gerçekleştirir, topluma faydalı olmaya sevkeder ve insanın iyilik duygu­sunun zirve noktaya çıkmasını sağlar. Peygamber (s.a.v.), henüz gelişme çağında bir çocuk olan Enes b. Malik’e sabah-akşam ruhunun kirlerini yıkamasını; kendisine kötülük eden kimseyi affetmesini, kal­bini, şeytanın vesvese ve zararının kalıntılarından temizlemesini tembihlemiştir. Bu önemli ve ilginç tembihi birlikte dinleyelim.
Enes (r.a.), Rasûlüllah’ın (s.a.v.) kendisine şöyle dediğini rivayet eder: ‘Yavrucuğum! Hiçbir kimseye kin ve düşmanlığın olmadığı halde sabahlama ve akşamlama imkanın varsa, bunu yap! Yav­rucuğum! Bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi hayata geçirirse, gerçekten beni ihya etmiş olur. Beni ihya eden kimse de benimle birlikte cennette olur.”[306]
O halde cennet ve Allah’ın Rasûlü ile birlikte olmak, gönlü kıskançlık, kin ve düşmanlıktan temizlenebilen kimseler için sözkonusudur.[307]

VI- Çocuklara Karşı Rasûlüllah’ın (s.a.v.) Ahlâkından Pratik Bîr Örnek

Bu üniteyi bitirirken, bütün ümmetin önderi olan Rasûlüllah’ın (s.a.v.) çocuklara karşı nasıl muamele ettiğini; emir ve yasak getir­diğini, onlarla şakalaştığını, onları takip ettiğini, arkalarına durup gülümsediğini, öfkelenmediğini, azarlamadığını, kaza ve kader inancını pratik olarak onların gönüllerine yerleştirdiğini gösteren bir örnek ver­mek istiyoruz. Faydalı bazı ilave bilgiler taşıdığı için, ilgili hadisin fa­rklı yanlarını da zikredeceğiz.
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor: Peygamber’e (s.a.v.) on sene hizmet ettim. Vallahi bana asla “öf” bile demedi. Yine herhangi bir şey için “Niçin böyle yaptın? Şöyle yapsaydın!” demedi.”[308]
Müslim’in rivayetine göre de Enes şöyle söyler:
Peygamber (s.a.v.) ahlâk bakımından insanların en güzeli idi. Birgün beni bir hacet için göndermişti. Ben: “Vallahi, gitmiyorum” de­dim. Oysa içimden Peygamber’in (s.a.v.) bana emrettiği işe gitmek is­tiyordum. Derken dışarı çıktım. Nihayet çarşıda oyun oynayan çocuklara uğradım. Aniden Rasûlüllah (s.a.v.) arkamdan ensemi tutuverdi. Hemen O’na baktım, gülüyordu. O:
“Enescik! Sana emrettiğim yere gittin mi? dedi. Ben:
“Evet, gidiyorum ya Rasûlullah! dedim.
Enes der ki: Vallahi O’na dokuz sene hizmet ettim. Yaptığım birşey için “Şöyle şöyle yapsaydın!” dediğini bilmiyorum.[309]
Ahmed’in rivayetine göre ise Enes şöyle söyler: Peygamber’e (s.a.v.) on sene hizmette bulundum. Bana emredip de gevşeklik gösterdiğim veya yapmadığım bir işten dolayı beni kınamamıştır. Ehl-i beytinden bi­risi beni kınadığı zaman da şöyle derdi: “Bırakın onu! Eğer olması tak­dir edilseydi, o iş olurdu.”
Bu rivayetler Rasûlüllah’ın (s.a.v.) pratik hayatta çocukların ahlâk yapısına gösterdiği ihtimamı ortaya koymaktadır. Böylece onlar, to­plumda kendilerini bekleyen materyalist propagandalar önünde daha mazbut, daha ahlâklı yetişecekler ve günümüz cahili toplumun alıştığı gayr-i İslâmî akımların fırtınaları karşısında, sahip oldukları İslam ahlâkını kaybetmeyeceklerdir.[310]

V- Duygusal Ve Psikolojik Yapısı

Giriş:

Duygu, gelişmekte olan çocuğun ruh dünyasında geniş bir yer tu­tar. Ona kimlik kazandırır ve ruhunu olgunlaştırır. Eğer çocuk duyguyu dengeli bir şekilde elde ederse, hayatı boyunca ölçülü ve mutedil bir in­san olur. Ama öyle değil de aşın veya zayıf duygu sahibi olursa, sonu iyi olmayan birtakım problemlerle karşılaşır. Aşırı duygu kişiyi hayatın sıkıntılarını ciddiyetle göğüslemeyen şımarık ve umursamaz bir insan, zayıf duygu ise kişiyi çevresindekilere karşı sert ve katı bir insan tipi haline getirir. Bundan dolayı duygusal yapının, çocuk ruhunun olgunlaştırılmasında önemi büyüktür. Bu yapının, kazandırılmasında en büyük rolü oynayan ana babadır. Çünkü onlar, duygu şualarının temel kaynağıdır, sıcak duygu ve analık-babalık nimeti sebebiyle çocuğun sığınacağı sağlam yerdir. Bu itibarla bu bölümün sonunda, ana babanın veya onlardan birinin az şefkat gösterdiği yetim ile kız çocuğuna büyük önem verildiğini göreceğiz. Rasûlüllah (s.a.v.) bunlara ayrı bir değer vermiş ve özel bir alâka göstermiştir. Yetime karşı baba rolünü üstlenen bir İslam toplumu ne güzel bir toplumdur. Kız çocuğunun bakım ve eğitimine ihtimam gösteren, erkek kardeşinin yanında ona eşit muamelede bulunan bir ana baba ne güzel bir ana-babadır.
Çocuğun his ve duygusunu nasıl inşa edebiliriz ve gelecekte mute­dil bir insan olması için onun hakkını nasıl verebiliriz? Hadis-i şeriflerden çıkardığımız uygulamalı şu altı esas bu sorunun cevabı ola­caktır:[311]

I- Çocukları Öpmek, Şefkat Ve Merhamet Göstermek

Çocuğun heyecan ve öfkesini sükûnete kavuşturmada öpmenin büyük bir tesiri olduğu gibi, his ve duygularını harekete geçirmede de onun aktif bir rolü vardır. Ayrıca bu, büyük ile.küçük arasındaki sevgi bağlarının güçlendirilmesinde sağlam bir irtibatın kurulmasına da se­bep olmaktadır. Öpmek, kalbin çocuğa olan merhametinin bir göstergesi ve büyüğün küçüğe gösterdiği tevazuun bir delilidir. Öpmek, çocuğun kalbini dolduran parlak bir nurdur; onun içini açar ve çevresindekilere karşı duyarlığını artırır. Netice olarak Öpmek, tamamen Peygamber’in (s.a.v.) çocuklar için uyguladığı bir sünnettir.
Hz. Aişe anlatıyor: Bir grup bedevi Rasûlüllah’ın (s.a.v.) huzuruna gelerek:
“Siz çocuklarınızı öpüyor musunuz? dediler. Rasûlüllah:
“Evet, dedi. Onlar:
“Fakat biz vallahi öpmüyoruz, dediler. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
“Allah sizin kalbinizden merhameti aldıysa ben ne yapabil­irim? buyurdu.[312]
EBU Hüreyre (r.a.) anlatıyor; Peygamber (s.a.v.) Hz. Ali’nin oğlu Hasan’ı öpmüştü. Derken Akra’ b. Habis:
- Benim on çocuğum var, onlardan hiçbirisini öpmedim, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez, buyurdu.[313]
Enes de (r.a.) Peygamberin (s.a.v.), çocuklara ve aile fertlerine karşı insanların en merhametlisi olduğunu söylerdi.[314]
Şüphesiz çocuklara şefkat ve merhamet göstermek, peygamberimi­zin sıfatlarından biridir. Bu sıfat, cennete girmek ve Allah’ın rızasını kazanmak için bir vesiledir.
Enes (r.a.) anlatıyor: Bir kadın Hz. Aişe’ye gelmişti. Aişe (r.a.) ona üç hurma verdi. Bir hurmayı da kendisine ayırdı. Derken iki çocuk hur­malarını yediler ve analarına baktılar. Anaları elindekini de ikiye bölerek çocuklara yarımşar hurma daha verdi. Çok geçmeden Peygam­ber (s.a.v.) geldi ve Aişe olayı anlattı. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Buna neden teaccüp ediyorsun? Kadın çocuklarına merhamet ettiği için Allah da ona rahmetiyle muamele etti.”[315]
Enes’den (r.a.) rivayet edilen şu hadis, Peygamber’in (s.a.v.) çocuklara olan merhametini bariz bir şekilde ortaya koymaktadır: “Namaza başlayınca ben uzatmak istiyorum. Fakat bir çocuğun ağlamasını duyunca da namazı hafif tutuyorum. Çünkü biliyorom ki, yavrusunun ağlamasından ötürü anası sıkıntıya düşer.”[316]
Ebu Katâde de (r.a.) şöyle diyor: Rasûlüllah (s.a.v.), kerimesi Zeyneb’in kızı Ümâme kucağında olduğu halde insanlara namaz kıldırdı. Secdeye vardığında onu bırakır, ayağa kalktığında kucağına alırdı.”[317]
İnsan, çocukların babalarına hayvanlara acımayı öğrettiklerini ve onlara Allah’ın rahmetini hatırlattıklarını görünce gerçekten hayret ediyor.
Fahreddin er-Râzî’nin naklettiğine göre, bir balık avcısı vardı. Birgün bir balık tuttu. Adamın yanında kızı da bulunuyordu. Kızı balığı alarak suya attı ve: “Bu balık dalgınlığından bu ağa düşmüştür” dedi. Bu hadise üzerine er-Râzî şu yorumu yapıyor: “îlâhi! Bu kız çocuğu şu balığın dalgınlığına acıdı ve onu tekrar denize attı. Bizi ise şeytanın vesvesesi avladı ve bizi senin rahmet denizinden çıkardı. Fazl u kere­minle sen bize merhamet eyle, bizi İblisin vesvesesinden kurtar ve bizi tekrar rahmet denizine at!”[318]
Rasûlüllah’ın (s.a.v.) haber verdiği şu enteresan tablo da, anaların çocuklarına olan şefkat ve merhamet duygusunu göstermesi bakımından oldukça manidardır:
Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Vaktiyle iki kadın çocuklarıyla birlikte bulunurk­en, kurt gelerek çocuklardan birini almıştı. Derken Hz. Davud’un huzu­runda muhakeme oldular. O, (hayatta olan) çocuğun büyük kadına ait olduğuna hükmetmişti. Sonra kadınlar dışarı çıktılar. Süleyman b. Dâvud onlan çağırarak şöyle dedi: “Bana bıçak getirin de çocuğu sizin aranızda pay edeyim.” Bunun üzerine küçük kadın: “Allah sana rahmet buyursun! Bu onun oğludur; onu ikiye bölme!” dedi. O da çocuğun küçük kadına ait olduğuna hükmetti.[319]
Bu olayda yaşça büyük olan ananın kalbinin katılığı görülmektedir. Oğlunu kurt kapıyor ve ona olan üzüntüsünü açığa vur­muyor, aksine kadın kalbi bir yana, erkek aklının bile düşünemeyeceği bir katılık sergiliyor, sonra da arkadaşının oğlunu çalmaya teşebbüs ediyor. Çünkü ananın iki çocuk arasından kendi yavrusunu
Ayırd edememesi makul olmadığı gibi, iki çocuğun tamamen birbirine benzemeleri de makul değildir. Hadis, büyük olan ananın katı yürekliliğini, küçük olanın da kalbinin merhametini göstermektedir.[320]

II- Çocuklarla Şakalaşmak:

Rasûlüllah’ın (s.a.v.), bazan üzerine alıp taşıyarak, bazan koşu düzenleyerek, bazan adını tasgir sigasıyla küçülterek ve bazan da gülüşerek çocuklarla şakalaştığmı gösteren birçok rivayet ve uygulama­lar bulunmaktadır. Pedagojik bir görev olan bu uygulamaları ana baba yerine getirmek suretiyle Hz. Peygamber’e (s.a.v.) uymak durumun­dadır.
Câbir (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraberdik. Derken yemeğe davet edildik. Giderken gördük ki, Hüseyin çocuklarla birlikte yolda oynuyor. Hemen Peygamber (s.a.v.) insanların önüne geçti. Sonra (Hüseyin’i kucaklamak için) kollarını açtı. Çocuk ise yakalanmamak için şuraya buraya kaçmaya başladı, ö esnada Rasûlullah (s.a.v.) çocukla gülüşüyordu. Nihayet onu yakaladı ve bir elini çocuğun çenesinin altına diğer elini de ensesine koydu. Çocuğa sarılarak öptü ve şöyle dedi: “Hüseyin bendendir, ben de ondanım. Kim onu severse Allah da onu sevsin. Hasan ile Hüseyin torunlardan iki torundur,”[321]
Ebû Hüreyre (r.a.) der ki: Şu iki kulağım duymuş ve şu iki gözüm görmüştür ki Rasûlüllah (s.a.v.) iki eliyle Hasan’ın veya Hüseyin’in iki avucunu tutar, sonra çocuğun iki ayağını kendi ayağı üzerine koyar ve “yukarı çık!” derdi. Çocuk ayaklarım Rasûlüllah’ın (s.a.v.) göğsüne koyuncaya kadar çıkardı. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.): “Ağzım aç!” derdi. Sonra çocuğu öper ve: “Allahım! Bunu sev, çünkü ben bunu seviyorum” derdi.[322]
Enes (r.a.) der ki: Rasûlüllah (s.a.v.) huy ve ahlâk bakımından insanların en güzeli idi. Benim sütten kesilmiş Ebu Umeyr adında bir kardeşim vardı. Peygamber (s.a.v.) bize geldiğinde: “Ey Ebu Umeyr! Ne yaptı nuğayrr derdi. Nuğayr, kardeşimin oy­nayıp durduğu bir kuş idi. Peygamber (s.a.v.) evimizde iken ba­zan namaz vakti gelirdi. O hemen altındaki yaygının süpürülüp üzerine su serpilmesini emrederdi. Sonra namaza durur, biz de arkasında dururduk ve bize namaz kıldırırdı.”[323]
Enes b. Malik’in (r.a.) rivayetine göre Rasûlüllah (s.a.v.) bazan beni “ey iki kulaklı!” diye çağırırdı. (Ravi Ebu Üsame der ki:) Yani onunla şakalaşırdı.[324]
Enes der ki: Rasûlüllah (s.a.v.) toplamakta olduğum bir (tür) bak­layı bana künye olarak taktı.[325]
İbn Abbas (r.a.) der ki: Rasûlüllah (s.a.v.) Mekke’ye geldiğinde kendisini Muttaîib oğullarından küçük çocuklar karşıladı. Rasûlüllah (s.a.v.) onlardan birini bineğinin önüne, bir diğerini de arkasına aldı.[326]
İbn Abbas’dan (r.a.) gelen rivayete göre Arafat’tan Müzdelife’ye hareket ederken Üsâme, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) terkisinde idi. Sonra Müzdelife’den Mina’ya inerken de Rasûlüllah (s.a.v.) Fadl (b. Abbas)’ı terkisine aldı. Her ikisi de der ki: Peygamber (s.a.v.) Akabe cemresine taş atıncaya kadar telbiyeye devam ederdi.[327]
Abdullah b. Şeddâd anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) cemaate namaz kıldırırken (torunu) Hüseyin gelerek secde esnasında boynuna bindi. Peygamber (s.a.v.) secdeyi uzattı. Hatta insanlar birşey meydana gel­diğini sandılar. Peygamber (s.a.v.) namazım bitirince cemaat:
“Secdeyi uzattın ya Rasûlallah! Hatta biz bir şey meydana gel­diğini sanmıştık. Bunun Üzerine Peygamber (s.a.v.):
“Oğlum (Hüseyin) benim sırtıma çıkmıştı. Acele davranıp ih­tiyacını yerine getirmeden onu indirmeyi hoş görmedim” buyurdu.[328]
Sahabe de bu konuda Rasûlüllah’ın (s.a.v.) yolunu izlemiş; çocuklarıyla şakalaşmış, onlann seviyesine inmiş, onlarla eğlenmiş ve oynaşmışlardır.
Ebû Süfyân anlatıyor: Muâviye’nin yanına varmıştım. Sırt üstü yatmış, göğsünde bir oğlan veya kız çocuğu vardı ona okşayıcı sözler söylüyordu. Ben: “Ey mü’minlerin emiri! Bunu kendinden uzaklaştır!” dedim. Bunun üzerine o şöyle dedi” Ben Rasûlüllah’ın (s.a.v.) “Kimin bir çocuğu varsa, onunla eğlensin/oynaşsin!” buyurduğunu işitim.[329]
Ömer (r.a.) der ki: Erkeğin aile fertleri içinde çocuklar gibi olması; yumuşak huylu ve çocuklarıyla şakalaşması gerekir. Kendisinden bek­lenen arzu edildiğinde ise olgun adam (gibi) hareket eder.[330]
Hatta Ömer (r.a.) çocuklarına karşı katı yürekli davranan bir görevlisinin işine son vermiştir. Muhammed b. Selâm diyor ki: Ömerb. Hattâb bir iş için bir adamı görevlendirmişti. Derken adam çocuğunu öperken Ömer’i gördü ve:
“Emiru’l-mü’minin (devlet başkanı) iken onu öpüyorsun! Eğer ben öyle olsaydım öpmezdim, dedi. Hz. Ömer:
“Senin kalbinden merhamet alındıysa benim suçum ne! Allah an­cak merhametli kullarına rahmet eder, dedi. Hz. Ömer adamı görevden aldı ve şöyle dedi: Sen yavruna merhamet etmiyorsun! İnsanlara nasıl merhamet edeceksin?[331]
Netice itibariyle Allah’ın Rasûlü çocuklarla şakalaşır, eğlenir ve onlann seviyesine inerdi. O, çocukların hakkını vererek, kabalık ve katılıktan uzak bir şekilde onların ruh ve gönül dünyasını bu güzel ve samimi duyguyla okşar ve beslerdi.[332]

III- Çocuklara Hediye Vermek:

Hediyeler genel olarak insanları psikolojik yönden etkiler. Bu etki­lenme çocuklarda daha fazladır. Rasûlüllah (s.a.v.) insanlar arasında sevginin oluşması için bir kural koymuş ve şu sözüyle ümmete öğütte bulunmuştur: “Hediyeleşiniz ki birbirinizi sevesiniz.”[333]
Bu genel bir prensiptir. Peygamber (s.a.v.) çocuk duygusunun inşasında, o duygunun harekete geçirilmesinde, eğitim ve yönlendiril­mesinde hayli önemli olan bu prensibi pratik olarak bize açıklamış bu­lunmaktadır.
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) rivayetine göre, Rasûlüllah’a (s.a.v.) ilk meyve getirilir ve “Allah’ım! Bize memleketimizde, meyveleri­mizde ve ölçeğimizde bereket üstüne bereket veri” der, sonra o meyveyi orada bulunan en küçük çocuğa verirdi.[334]
Ishak b. Yahya b. Talha anlatıyor: Amcam İsa b. Talha ile beraber mescidde idim. Derken Saib b. Yezid içeri girdi, beni yanına çağırarak:
“Şu yaşh adama git ve ona: “Amcam îsa b. Talha sana Rasûlüllah’ı (a.a.v.) görüp görmediğini soruyor” de!
Ben de gittim ve:
“Rasûlüllah’ı (s.a.v.) gördün mü? dedim. Bunun üzerine o şu cevabı verdi:
“Evet, Rasûlüllah’ı (s.a.v.) gördüm, ben ve yanımdaki çocuklarla birlikte ona gitmiştik ve onu bir sepet içindeki hurmadan yerken bul­muştuk. Yanında bazı sahabiler de vardı. Bize de avuç avuç hurma ver­di ve başlarımızı sıvazladı.[335]
Aişe (r.a.) der ki: Necâşî’den Rasûlüllah’a (s.a.v.) hediye olarak bir zinet eşyası gelmişti. Bunların içinde Habeş işi kaşı olan altın bir yüzük de bulunuyordu. Rasûlüllah (s.a.v.) altın yüzükten kaçınarak onu bir çöple veya parmaklarının ucuyla aldı. Sonra Ebu’l-Âs ile kerimesi Zeyneb’ten dünyaya gelen torunu Ümâme’yi çağırdı ve: “Ey kızcağızım! Bunu zinet olarak talan?” buyurdu.[336]

IV. Çocuğun Başını Sıvazlamak

Bir önceki maddede geçtiği üzere Peygamber (s.a.v.) çocukların başlarını sıvazlamak suretiyle his ve duygularını okşardı. Onlar da bu sevgi, şefkat ve merhamet duygusuyla kendilerinin büyükler tarafından sevilip ihtimam gösterildiğini hissediyorlardı. Enes (r.a.) der ki: Rasûlullah (s.a.v.) ensan ziyaret eder, onların çocuklarına selam verir ve onların başlarını sıvazlardı.[337]
Mus’ab b. Abdillâh anlatıyor: Abdullah b. Sa’lebe hicretten dört sene önce doğmuştu. Mekke’nin fethedildiği yıl Rasulüllah’a (s.a.v.) götürüldü. O da çocuğun yüzünü sıvazladı ve bereket duasında bulun­du. Rasûlüllah’in (s.a.v.) vefat ettiğinde çocuk ondört yaşında idi.[338]
Abdullah b. Ca’fer (r.a.) der ki: Rasulüllah (s.a.v.) eliyle başımı üç defa sıvazladı. Sıvazladığı zaman “Allah’ım! Ca’fer’e evlat ihsan eyle” diye dua ederdi.[339]
Peygamber (s.a.v.) çocukların başının yanısıra mübarek elleriyle yanaklarını da sıvazlardı. Böylece o, çocukla ilgilenir ve onu sevindirir­di.
Sahabenin çocuklarından Câbir b. Semura anlatıyor: Rasulüllah (s.a.v.) ile birlikte öğle namazını kıldım. Sonra ailesinin yanına çıktı, ben de onunla beraber çıktım. Derken onu çocuklar karşıladılar. On­ların yanaklarını birer birer sıvazlamaya başladı. Benim de yanağımı sıvazladı. Onun elinde bir serinlik ve koku hissettim, sanki elini bir ko­kucu sepetinden çıkarmıştı.[340]
Bu rivayet, birden fazla olmaları durumunda hiçbir ayırım yapma­dan adaletli bir şekilde çocukların yanaklarının sıvazlanmasını ortaya koymaktadır. Bu da, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) çocuklara karşı takındığı ince ve hassas tavır ve davranışlardan biridir.[341]

V. Çocuğu Güzel Karşılamak

Çocukla karşılaşmak kaçınılmaz bir durumdur. İlk karşılaşma çocuk için oldukça önemlidir, ilk karşılaşma iyi olursa çocuk konuşmayı sürdürebilir ve sorulan suallere cevap verebilir. Derken bu hareket onun gönlünün ve aklından geçen şeylerin açılmasına sebep olur. Pro­blemlerini açarak düşüncelerini ifade eder. Bütün bunlar çocuğun sevgi, sevinç ve şaka ile güzel karşılanması halinde gerçekleşir..
Peygamber (s.a.v.) bizzat uygulamasıyla bunu ümmete göstermiş bulunmaktadır.
Abdullah b. Ca’fer anlatıyor: Rasulüllah (s.a.v.) yolculuktan geldiği zaman ehl-i beytinin çocukları tarafından karşılanırdı. Bir defa yine bir yolculuktan gelmişti. Herkesten önce beni karşılamaya götürmüşlerdi. O da beni önüne aldı. Sonra Fatıma’nın iki oğlu Hasan ile Hüseyin’den biri getirildi, onu da arkasına aldı. Böylece Medine’ye bir hayvan üzerinde üç kişi olarak girdik.[342]

VI. Çocuğun Durumunu Sormak Ve Araştırmak

Çok defa çocuk evden çıkar, yolunu kaybeder ve caddede sersem olarak dolaşır. İşte o zaman ana baba hemen çocuğun ardına düşer ve acele davranarak kısa zamanda onu bulabilirse, bu, çocuğun ruhunda büyük bir etki bırakır. Bunun geciktirilmesi ise o nisbette çocuğun ağlamasını, acı ve korkusunu artırır. Bundan dolayı Rasulüllah (s.a.v.), Hasan ile Hüseyin’i bulmak için bizzat kendisi acele davranmış, ash­abının da kendisine yardımcı olmalarını ve yollara dağılmalarını iste­miştir.
Selman (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah’ın (s.a.v.) etrafında idik. Derk­en Ümmü Eymen (r.a.) gelerek:
“Ya Rasûlallah! Hasan ile Hüseyin kayboldu” dedi. Gün de biraz ilerlemişti. Hemen Rasulüllah (s.a.v.):
“Kalkın da çocuklarımı arayın” buyurdu.
Bunun üzerine herkes bir yönü tuttu, ben de Peygamber’in (s.a.v.) yöneldiği tarafa gittim» Nihayet Peygamber (s.a.v.) Sefh-ı Cemel’e geldi ve Hasan ile Hüseyin’in birbirine kenetlenmiş olduklarını gördü. Bir de baktı ki kuyruğu üzerine dikilmiş ve ağzından ateş kıvılcımı çıkan bir yılan! Rasulüllah (s.a.v.) hemen o yılana doğru koştu. Yılan derhal sanki konuşurcasına Rasûlüllah’a (s.a.v.) yöneldi ve sonra taşların arasına girerek kayboldu. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) Hasan ile Hüseyin’in yanma gelerek onları birbirinden ayırdı. Sonra yüzlerini sıvazladı ve şöyle dedi: “Anam babam feda olsun, Allah’ın nezdinde siz ne değerli çocuklarsınız!”
Sonra da onlardan birini sağ omuzuna, diğerini de sol omuzuna aldı. Ben dedim ki: .
“Ne mutlu size, ne güzel binit sizin binitiniz!” Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Ne güzel binenler; Hasan ile Hüseyin! Babalan ise bunlardan daha hayırlıdır.”[343]
Bu olayda açıkça görülmektedir ki, yılandan korktukları için birbi­rine kenetlenmiş Hasan ile Hüseyin’i kurtarmak için Rasûlüllah (s.a.v.) acele davranmış, onları birbirinden ayırmış, yüzlerini okşamış, dua etmiş, her ikisini omuzuna almış, sonra da: “Binen çocuklar ne güzel!” diyerek onları övmüştür. Bütün bunlar, çocuğa gösterilen şefkatin âdil, sağlıklı ve dengeli olması konusunda Peygamber’in (s.a.v.) çok titiz ve dikkatli olduğunu göstermektedir.[344]

VII. Kız Çocuğuna Ve Yetime Özel İlgi Göstermek

Kız çocuğu ile yetim, şefkat, merhamet ve korumaya, diğer çocuklardan daha çok muhtaçtır. Çünkü bunlar zayıflık, güçsüzlük ve eziklik duygusuyla yaşarlar. Ayrıca toplum nezdinde bunların itibarı diğer çocuklara göre daha düşüktür. Gerçekten klasik ve çağdaş tüm cahilî toplumlar onların haklarını çiğnemiştir. Allah’ın kanun ve şeriatım uygulamaya koymaktan uzaklaşan bir ailenin, bir toplumun ve bir mil­letin yaşadığı coğrafyada, bu iki zayıfa; kız çocuğu ile yetime zulüm ve haksızlık yapılır. Cahiliye cahiliyedir; kılık değiştirerek ruh ve yapısıyla tekerrür eder. Eski ve klasik cahiliye, herkesin gözü önünde hiç utan­madan, alçakça ve şerefsizce zulüm sancağım kaldırıyor ve teşhir ediy­ordu. Çağdaş ve modern cahiliye ise zulüm ve haksızlığı raconuna uydu­rarak bazı anayasa maddeleriyle adeta şirin göstermiş, türü ne olursa olsun rezalet ve ahlâksızlığı yaşamada kız çocuğu ile yetim’için sınırsız bir hürriyet kapısını açmıştır. Böylece sözkonusu aile ve toplumlarda bu iki zayıf sınıf yok olup gitmiştir. Bütün bunlar karşısında onları kurtar­acak yegâne nizam islamdır. islam onların haklarını savunur, onlara zulüm ve baskı yapanlara karşı kor. Hattâ herhangi bir zulüm ve vahşet sergilendiğinde, bu zulüm ve vahşetin mahkûm edilip adaletin gerçekleşmesi, bâtılın yok olup hakkın varolması için iman etmiş gönülleri bir bakıma tehdit ederek mücadeleye çağırır, onları teşvik ederek harekete geçirir. Kız çocuğu ve yetim hakkında aşağıda zikre­deceğimiz birçok ayet-i kerîme ve hadis-i şerif, bizim görüş ve tesbitlerimizi doğrulayan belgeler durumundadır. Çünkü beşeriyeti yaratan Allah, şeriatının esas alınmaması halinde zulmün olacağını ve güçlünün zayıfı ezeceğini bilmektedir. Bu yüzden Peygamber (s.a.v.) bu iki zayıf sınıf hakkında şu uyanda bulunmuştur:
“Allah’ım! Ben şu iki zayıfın, yani yetim ile kadının hakkının gasp ve zayi edilmesinin günah ve haram olduğunu in­sanlara söylüyor, onları bundan sakındırıyor ve engelliyorum. (Sen şahit ol!)”[345]
Şimdi sözkonusu iki zayıfı kurtarmak için uygulamakla yükümlü olduğumuz kaide ve prensiplerin neler olacağı sorusuna cevap vermek istiyoruz.[346]2

[1] A’râf, 7/172-174. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 84-85.
[2] Gazzâlî, İhya, I. 94.
[3] A’râf, 7/172.
[4] Müslim, Cennet, 63.
[5] Şerhu Müsned-i Ebî Hanife, s. 225.
[6] Bakara, 2/132.
[7] Lukman, 31/16.
[8] Abdurrezzak, Musannef, VI. 34.
[9] A.g.e. IV. 48.
[10] A.g.e. VI. 50.
[11] A.g.e. VI. 123.
[12] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 85-88.
[13] Hadisi Hâkim rivayet etmiştir.
[14] Hadisi Abdurrezzak rivayet etmiştir.
[15] Isra, 17/111.
[16] İhsan, 76/13.
[17] Abdusselâm Hâşim Hafız, Sîretü Nebiyyü’l-Hüdâ ve’r-Rahme, s. 81.
[18] İbnu’s-Salâh (bkz. “Mukaddime, s. 150) şunları söyler: “Şöyle demek daha uy gündür: Hür erkeklerden ilk müsluman olan Ebû Bekir, çocuklardan Ali, kadınlardan Hatice mevaliden Zeyd b. Sabit ve kölelerden Bilal’dir.”
[19] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 88-90
[20] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 90.
[21] Hadis sahihtir. Ahmed, Hâkim, Taberanî, Ibnu’s-Sünnî, Âcurrî ve Zİyâ rivayet etmişlerdir. Bkz. Sahihu’l-Cami’, Hadis No: 7957.
[22] Ibn Receb, Carniu’l-Ulûm vel-Hikem, s. 196. Ayet için bkz. Talâk, 65/2-3.
[23] Hâkim, Müstedrek, II. 494. Zehebî, Ibn Ebi’d-Dünya’nm da rivayet ettiği bu had­isin sahih olduğunu söylemiştir.
[24] Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiği bu hadis için bkz. Tİrmizî, Kader, 17. “Rr-mizî’nin rivayeti biraz farklıdır. Müellif, Tirmizî’nin hadis için “hasen-sahih-ğarib” dediğini nak­leder. Ancak biz elimizdeki aslıyla karşılaştırdığımızda Tirmizî’nin sadece “rivayet bu tarikten ğarib bir hadistir” dediğini görebildik. (Çev.) Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 91-93.
[25] İbnu’l-Adîm, Tezkiratu’l-Âbâ ve Teslİyetö’l-Ebnâ, s. 61.
[26] er-Risaletü’l-Kuşeyriyye, s. 147.
[27] A.g.e. Aynı yer.
[28] İbn Zafer el-Mağribî, Enbâü Nücebâi’l-Ebnâ, s. 148.
[29] Ibn Zafer el-Mağribî, A.g.e., s. 156.
[30] Ebu’i-Hasen en-Nedvî, Ricalül-Fikr ve’d-DaVe, s. 105. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 93-96.
[31] Taberanî, Ibnü’n-Neccar ve Deyiemî’nin rivayet ettiği bu hadis için Münâvî zayıf demiştir.
[32] Buharı, Edeb, 95; Müslim, Birr, 163; Tirrnizî, Zühd, 50; Ahmed, Müsned, İH.
[33] Buharî, Vudû’, 10.
[34] Buharî, Vudû’, 17; Müslim, Taharet, 70.
[35] Yeni doğan çocuğun damağına hurma gibi tadı bir madde sürmek mânâsında kullanılan “tahnîk” hakkında daha önce geçen 146. dibnotlu sayfaya bakınız. (Çev.)
[36] Müslim, Adab, 25.
[37] Nevevî, Şerhu Sahih-i Müslim, XIV. 179.
[38] Ibn Zafer el-Mekkî, Enbâü Nücebâil-Ebna, s. 81.
[39] Buharî, Humus, 18; Müsüm, Cihad, 42; Ahmed, Müsned, 1.193.
[40] Şihabüddin el-Ebşehî, el-Müstatraf fi Külli Fenn Müstazraf, li. 34. Ayrıca bkz. Ibn Abidin, Reddu’l-Muhtar, IV. 213.
[41] Münafikun, 63/8.
[42] Benî Mustatik gazvesi sona erdikten ve Medine-i Münevvere’ye dönmeye hazırlandıktan sonra.
[43] Buharî, Et’ime, 4; Müslim, Eşribe, 144; Tirmizî, Et’İme, 41; Ebu Davud, Et’ime, 21; Ahmed, Müsned, VI. 195.
[44] Buharî, İlim, 18.
[45] Nesaî, Ahmed ve daha başka hadis imamlarının rivayet ettiği bu hadisin isnadı sahihtir. Bkz. Ibn Huzeyme, Sahih, İli. 103; Hâkim, Müstedrek, II. 13, IV. 99; Camiu’l-UsOl, VI. 443.
[46] Buharî, Deavât, 9; Müslim, Müsafirîn, 181; Ebu Davud, Tetavvu’, 26; Tirmızî, Oeavât, 30; Ahmed, Müsned, I. 284; Ibh Huzeyme, Sahih, I. 229.
[47] Müslim, Safât, 249; Ahmed, Müsned, IV. 309; Ebu Yala, Müsned, II. 188. Buharî ve diğer
muhaddislerin rivayeti de şöyledir: “Peygamber (s.a.v.) öğle vaktinde abdest aldı. Orada bulunanlar hemen Rasûlullah’ın (s.a.v.) abdest suyundan arta kalanı almaya başladılar. Sonra öğleyi iki rek’at, ikindiyi de iki rek’at olarak kıldı. Önünde de (dikili) bir harbe vardı.”
[48] Iktizâu’s-Sıratıl-Müstakîm mukaddimesinden.
[49] Benim babam da bu usûlu takip ederek, Nevevî’nin Kırk Hadis’inden her bir ha­disi ezberleme karşılığında bana 10 Suriye kuruşu verirdi. Allah ondan razı olsun; onu hayırla mükafatlandırsın.
[50] Muhammed el-Accâc el-Hatib, Usûlü’l-Hadis, s. 100; Hatib el-Bağdadî, Şerefü Ashabi’l-Hadis, s. 10.
[51] el-Muhaddisü’l-Fasıl müellifi Râmehürmüzî’nin naklettiği bu rivayet için bkz. Muhammed el-Accâc, a.g.e., s. 16
[52] Yazar “Muaviye” olarak vermekte ise de, bizzat kendisinin kaynak olarak kul­landığı er-Rıhle’de “Ebu Muâvİye” şeklinde geçmektedir. (Çev.)
[53] Husayn bir köle idi. Bütün zamanını ilme ayırmak düşüncesiyle azad olmak İçin efendisine para ödüyordu. Bunun için çalışması gerekiyordu. Meşguliyeti fazla olduğu için de Ibn Abbas’ı ziyaret edemiyordu.” Borcunu yedi veya dokuz dirheme indirmişti. Hürriyete kavuşacağı günler yaklaşmıştı ama Ibn Abbas vefat etmişti. Bkz. Hatîb el-Bağdadî, er-Rıhle fî Talebi’l-Hadis, s. 175. {Çev.)
[54] Hatîb el-Bağdadî, a.g.e. s. 173-175.
[55] Ibn Ferhûn el-Malikî’nin ed-Dîbâc el-Müzehheb fî A’yâni Ulemâi’l-Mezheb’inden.
[56] Hadis fıkhı (fıkhu’f-hadis) tabiri, hadisin kühnüne vâkıf olmak, ifade ettiği hüküm, mânâ ve maksadı anlamak veya rnurâd-ı nebeviyi tesbit etmek mânâsında kul­lanılmaktadır. (Çev.)
[57] Hatîb el-Bağdadî, el-Kifâye ti Ilmi’r-Rivaye, s. 205,
[58] Muhammed Rıza, Muhammedün RasûluHah, s. 151.
[59] Muhammed Rıza, a.g.e., aynı yer.
[60] Bu biraderim, babamın vefatından sonra benim eğitimimi üzerine almıştı. Do­kuz yaşımda iken de o vefat etmişti.
[61] Büyük davetçi Ebu’l-Hasen en-Nedvı’nin “Çocuklar İçin Peygamberlerin Kıssaları” dizisi ile Siyer-i Nebî konusunda bir kitabı çıkmış bulunmaktadır.
[62] Müslim, Fedaii, 84; Ahmed, Müsned, III. 221.
[63] Buhârî, Manakıb, 23; Ebu Yala, Müsned, ti. 183.
[64] EbuYa’lâ.a.g.e.,11,194.
[65] “Vassar bir şeyi açıklama ve tanımlama konusunda bilgili, etkili ve yetkili insan mânâsına gelmektedir. (Çev.)
[66] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 96-111.
[67] Abdullah Siracuddih’in Tilavetü’l-Kur’an el-Mecîd’inden.
[68] İbn Haldun, Mukaddime, s. 397.
[69] Taberânî ve Ibnu’n-Neccâr’m rivayet ettiği bu hadis için bkz. Münâvî, Feydu’l-Kadir, I. 226. Münâvî, hadisin zayıf olduğunu söylemektedir.
[70] İbnü’s-Sûnni, Amelü’1-Yevm ve’l-Leyle, Hadis No: G85.
[71] Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiği bu hadis için bkz. Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, II, 270. Hadisin ravileri arasında, tenkid konusu yapılan Ibn Lehia bulunmaktadır.
[72] Ebu Ya’lâ, Müsned, II. 136. Ebu Ya’lâ, zayıf bir sened ile rivayet etmiştir. Ancak hadisin metni Ahmed, Buhârî, Ebu Dâvud, Tirmizî, Îbn Mâce ve Dârimî tarafından rivayet edilmiş sahih bir hadistir.
[73] Ebu’ş-Şeyh, hasen bir isnad i!e Peygamber’den (s.a.v.) “Tebareke sûresi kabir azabına mani olur” hadisini, Tirmizî de hasen-sahih sened İle Tebareke sûresi, kabir azabına manidir ve kabir azabından kurtarır” hadisini rivayet etmiştir. Bkz. Silsiletu’l-Ehadis es-Sahiha, hadis no: 1140.
[74] Hadisin ravileri sikadır. Bkz. Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, VII. 172.
[75] Râzî, et-Tefsirul-Kebîr, 1.178.
[76] Selef zamanında “ilim” kelimesiyle daha ziyade “hadis” kasdedilirdi. (Çev.)
[77] Hâkim, Müstedrek, 1.568.
[78] Hadisi Ahmed (Müsned, III. 440) hasen senedle, Ebu. Ya’lâ (Müsned, III.65) zayıf senedle rivayet etmiştir.
[79] İbn Kesir, Tefeir, II. 497.
[80] Camiul Ulûm vel-Hikem, II. 194.
[81] Maun, 107/5.
[82] Ebu Ya’lâ, Müsned, II. 63. Rivayetin senedi hasendir.
[83] Râfiî, Tarîhu Âdâbil-Arab, II. 206.
[84] Isra, 17/82.
[85] Sin, Ze ve Sat harfleri Hurûf-i Safîr adını almaktadır. (Çev.)
[86] Hâkim, Mûstedrek, II. 351. Hâkim, Buhârî ile Müslim’in tahriç etmediği bu rivay­etin isnadının sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de onu benimsemiştir. Ayet için bkz. İbrahim, 14/14.
[87] Şûra, 42/11.
[88] Suyûtî, Tabakatû’l-Huffaz, s. 154.
[89] Gazzâlî, İhya, III. 72.
[90] Ebu Ğudde’nİn Safahat min Sabri’l-Ulema’sından.
[91] İbnü’s-Sûbkî, et-Tabakatü’l-Kübra, VIII. 396.
[92] Tabakatü’l-Kurra, II. 247.
[93] İbn Abidîn’in Reddü’l-Muhtâr’ından.
[94] Hatîb el-Bağdâdî, el-Kifaye, s. 116-117.
[95] Hatîb el-Bağdâdî, a.g.e., aynı yer.
[96] Hatîb el-Bağdâdî, a.g.e., aynı yer.
[97] Fethu Bâbi’l-lnâye, s.. 19.
[98] en-Nevâdir es-Sultâniyye, s. 9.
[99] Muhammed Accâc el-Hatfb, Usûlü’!-Hadis, s. 145.
[100] İbn Haldun, Mukaddime, s. 397.
[101] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 111-121.
[102] Abdurrezzak’ın rivayetinde “aslan” şeklindedir.
[103] Abdurrezzak’ın rivayetinde şu ziyade vardır: Halk, “Bu çocuk hiçbir kimsenin bilmediğini bilmektedir” dedi.

[104] Müslim, Zühd, 73.
[105] Bürûc, 85/4-5.
[106] İbn Sa’d, İbn Huzeyme ve Taberâninin bu rivayeti için bkz. Sahihu’l-Gâmi”, Ha­dis No: 7853.
arasında bulunmayı temenni ettim. Derken onlardan birisi beni dürterek:
[107] Buharı, Humus, 18; Mûslim, Cihad, 42; Ahmed, Mûsned, 1.193.
[108] Hâkim, Müstedrek, III, 88; Kenzül-Ummâl, V. 270.
[109] İbn Hacerin el-lsabe”sinden.
[110] Hâkim, a.g.e., II. 59. Hâkim, rivayetin İsnadının sahih olduğunu söylemiş, Ze-hebî de bunu kabul etmiştir.
[111] Müslim, İmaret, 134; Ebu Dâvud, Cihad, 165.
[112] Bkz. Zebîdi, Ukudul-Cevahir el-Münîfe, fi. 97.
[113] Buhârî, Meğazt, 8; Fedaifu Ashabİ’n-Nebî, 13.
[114] Bkz. Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 49; Ahmed, Mûsned, 1.164; İbn Sa’d, Tabakat, III. 106; İbn Cerîr, Tehzibul-Âsâr, 1. 94; Ebu Ya’iâ, Müsned, II. 35; İbn Kesir, Bidâye, IV. 107.
[115] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 121-127.
[116] Tâhâ, 20/132.
[117] Said Ramazan el-Bûtî, Tecribetü’t-Terbiye el-islâmiyye, s. 40.
[118] Hadisi Taberânî rivayet etmiştir.
[119] İbn Abdilberr’in et-Temhîd’inde rivayet ettiği bu hadis için bkz. Ibn Ferhûn el-Malikî, Fethu’l-Aliyy el-Mâlik fi’l-Fetva alâ Mezhebi’l-lmam Malik, 1; 88.
[120] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 128.
[121] Hadisi Taberânî rivayet etmiştir.
[122] Ebu Dâvud, Salât, 26. Hadis zayıftır. Bkz. Elbanî, Zaîful-Câmi’, Hadis No: 693. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 129.
[123] Ebu Davud, Salât, 26.
[124] Tirmizî, Mevâkît, 182. Hadisin isnadı hasendir. Bkz. Câmiu’l-Usûl, V. 187; Bey-hakî, Sünen, III. 84; Hâkim, Mûstedrek, I. 258. Hâkim hadisjn Müslim’in şartına göre sahih olduğunu söylemiştir; Ibn Huzeyme, Sahih, II. 102. Değişik lafızlarla aynı mânâdaki hadisler için bkz. Ahmed, Müsned, III. 404; Dârekutnî, Sünen, 1.230.
[125] Tirmizî, Vitir, 338; İbn Huzeyme, Sahih, II. 152. Mustafa el-A’zamî, hadisin is­nadının sahih olduğunu söylemiştir. Ahmed b. Hanbel (bkz. Müsned, I. 200) bu hadisi Şu’be vasıtasıyla rivayet etmiştir.
[126] Tirmizî, Salât, 163.
[127] Ahmed, Müsned, III. 408; Dârekutnî, Sünen, 1.235.
[128] Müslim, Salât, 122.
[129] Tîrmizî, Cum’a, 60.
[130] Nesâî, Taharet, 78.
[131] Abdurrezzak, Musannef, 1.18.
[132] Ebu Ya’lâ, Müsned, II. 72. Hadis sahihtir.
[133] Hadisi Taberanî rivayet etmiştir.
[134] Dayakla ilgili ayrıntılı bilgi altıncı bölümde gelecektir.
[135] Ebu Davud, Salât, 26. Hadisin isnadı hasendir. Bkz. Camiu’l-Usûl, V. 187.
[136] Dihlevî, Huccetullahi’l-Baliğa, I. 186. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi:
132-133.
[137] Dârekutnî, Sünen, II. 3. Târik b. Şihâb’ın Rasulüllah’tan (s.a.v.) yaptığı rivayet de şöyledir: “Cemaatle Cum’a namazı kılmak her müslümana farzdır. Dört kişi; köle, kadın, çocuk ve hasta bundan müstesnadır.” Ebu Dâvud, Salât, 215; Dârekutnî, Sönen, aynı yer.
[138] Kâsânî, Bedâr, I. 259.
[139] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 134.
[140] Namazın beş rekat oluşu, iki rekat nafilenin yanında ûç rekat vitir namazının kılınmasından dolayıdır. (Çev.)
[141] Buhari, İlim, 41. Hadisin bazı rivayetlerinde “…Peygamber’in (s.a.v.) namaz kıldığını gözetledim…” ifadesi vardır. Hadis için ayrıca bkz. Müslim, Müsafirîn, 187; İbn Hu-zeyme, Sahîh, 111.17.
[142] Hadis, Ahmed b. Hanbet ve Şafiî tarafından rivayet edilmiştir.
[143] Enbâü Nücebâi’l-Ebnâ, s. 150.
[144] Müzzemmil, 73/1-2.
424 Müzzemmil, 73/20.
[145] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 135-136.
[146] İbnü’s-Sünnî, Amelü’l-Yevm vel-Leyle, Hadis No: 603. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 136.
[147] Ibn Huzeyme, Sahih, il. 343. Mustafa el-A’zamî, hadisin isnadının zayıf olduğunu söylemiştir. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 136.
[148] Müslim, Fedail, 80.
[149] Bkz. et-Terbiye fi’l-lslam, s. 282.
[150] Buhârî, İlim, 28; Müslim, Salât, 183; Tirmizî, Salât, 61; Nesaî, İmamet, 35; Ibn Mâce, İkamet, 48; Dârîmî, Salât, 46; Muvatta’, Cemaat, 13; Ahmed, Müsned, II. 256.
[151] Buhârî, Sslât, 31; Müslim, Mesacid, 92; Ebu Dâvud, Salât, 189; Nesaî, Sehv, 25; Ibn Mâce, İkamet, 129; Ahmed, Müsned, I. 379; Ibn Huzeyme, Sahih, II. 133.
[152] Ahmed b. Hanbel, V. 344.
[153] Ebu Dâvud, Salât, 97.
[154] Buhârî, Ezan, 78; Ibn Huzeyme, Sahih, III. 19; Nesaî, İmamet, 62; Ahmed, Müsned, III. 110.
[155] Müslim, Salât, 123; Ibn Huzeyme, Sahih, III. 32; Hâkim, Müstedrek, ti. 8
[156] Ibn Huzeyme, Sahih, III. 67. Rivayetin senedi hasendir. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 137-139.
[157] Mu’temer Buhûsi Risaİeti’l-Mescid, s. 446 (1975′de Mekke’de gerçekleştirilen “Risaletü’l-Mescid” sempozyumunda Şeyh Muhammed eş-Şâzelî’nin sunduğu tebliğden).
[158] Ebu Abdillah Muhammed b. Ebî Zeyd el-Kayrevânî, Risale, 1.23.
[159] Keşmirî, Feydu’l-Bârî, I. 230.
[160] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 139-140.
[161] İbn Hacer, FethuI-Bârî, V. 103.
[162] Buharı, Savm, 47; Müslim, Siyam, 136.
[163] İbn Hacer, a.g.e., V. 104,105.
[164] Bkz. Kâsânî, Bedaî’, II. 442; Hâkim, Müstedrek, 1.481.
[165] İbn Hacer, a.g.e., IV. 442; Sehârenfûri, Bezlû’l-Mechûd, VIII. 319. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 140-142.
[166] Hâkim, a.g.e., III, 597. Hâkim, rivayetin senedi hakkında sükût etmiştir.
[167] Kâsânî, a.g.e., it. 120.
[168] Hâkim, a.g.e., I. 481. Hâkim, hadisin Buharî ve Müslim’in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.
[169] Kenzü’l-Ummâl, V. 99. Hadis sahihtir. Bkz. Sahİhu’t-Câmİ’, Hadis No: 2729.
[170] İbn Adiyy’in el-Kâmil’de, Beyhaki’nin Cemu’l-Cevami’de rivayet ettikleri bu hadis için bkz. Kenzu’l-Ummâl, V. 45.
[171] Kenzu’l-Ummâl, V. 68.
[172] Kenzu’l-Ummâl, aynı yer.
[173] Tûr, 52/21.
[174] Bkz. Beyhakî, Kitabu’l-I’tikad, s. 76.
[175] Ravhâ, Medine-i Münevvere’ye yakın bir yerdir.
[176] Müslim, Hac, 409;Ebu Davud, Menâsik, 7; Nesâî, Menasik, 15; Muvatta’, Hac, 79.
[177] Ahmed b. Hanbel, lif. 449.
[178] Nesâî, Hac, 4. .
[179] Sehârenfûrî, Bezlü’l-Mechûd, VIII. 319. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 142-145.
[180] Şafiîler çocuklara zekatın farz olduğu, görüşündedirler. Bkz. Kâsânî, Bedâi’, II. 4-5.
[181] Ebu Dâvud, Zekat, 4; Nesaî, Zekat, 19.
[182] Buhâfi, Zekat, 70; Müslim, Zekat, 13; Ebu Dâvud, Zekat, 20; Darekutnî, Sünen,
[183] Tevbe, 9/103. “Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 145-146.
[184] Buhârî, Isti’zan, 15; Müslim, Selam, 15; Ebu Dâvud, Edeb, 136; Tîrmizî, Isti’zan, 8; Ibn Mâce, Edeb, 14; Dârimî, Isti’zan, 8. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 147.
[185] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 147.
[186] Bkz. Buhârî, İlim, 4; Müslim, Münafıkîn, 63; Tirrnizî, Edeb, 79; Ahmed b. Han-bel, 11, 12. Başka bir rivayette “gördüm ki cemaatin en küçüğü benim, bundan dolayı da sustum” cümlesi vardır.
[187] Ahmed b. Hanbel, 111/119.
[188] Nasr, 110/1-3.
[189] İbn Kesir, Tefsir, VII, 395.
[190] Müstedrek, III, 540.
[191] Mutayyebîn” adı verilen ve hılfü’l-fudûl türü bir fonksiyon icra eden bu and-laşmaiçin bkz. Ibn Hişam, es-Sîratu’n-Nebeviyye, 1,138-139. (Çev.)
[192] Ahmed b. Hanbel, 1,190; Ebu Ya’la, Müsned, II, 157. Hadisin senedi sahihtir.
[193] Hadisi Taberânî rivayet etmiştir.
[194] Abdurrezzak, Musannef, VI, 156.
[195] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 147-150.
[196] Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 145; Ahmed b. Hanbel, III, 195.
[197] Beybakî, Sünen, t, 458.
[198] Ebu Ya’la, Mûsned, 1,305. Ayrıca bkz. Tirmizî, Ahkâm, 5; Abmed b. Hanbel, 1,90.
Muhammed Nûr Süveyc
[199] Müslim, Birr, 96; Ahmed b. HanbelJ, 241.
[200] Buhârî, Vudû”, 17; Müslim, Taharet, 70.
[201] Buhârî, Enbiya, 54; Müslim, Müsâkât, 31; Ahmed b. Hanbel, II, 263.
[202] Müslim, Müsâkât, 30; Ahmed b. Hanbel, IV, 120.
[203] Hâkim, Müstedrek, MI, 534. Hâkim, hadisin senedinin sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de ona muvafakat etmiştir.
[204] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 150-152.
[205] Buhârî, Isti’zân, 15; Müslim, Selam, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 136; Tirmizî, Isti’zân, 8; ibn Mâce, Edeb, 14; Dârimî, Isti’zân, 8.
[206] Nesaî, Ibn Hibban, Ebü Nuaym ve Hatib’in rivayet ettikleri bu sahih hadis için
bkz. Sahihu’l-Cami’, Hadis No: 4947,
[207] Ibn Hacer, Fethu’l-Barî, XIII, 270.
[208] Tirmizî, Isti’zan, 10. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 153-154.
[209] Buhârî, Cenaiz, 79; Ahmed b. Hanbel, III, 175.
[210] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 154.
[211] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 155.
[212] Hadisi Ebu Ya’la ve Taberânî rivayet etmiştir.
[213] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 155-156.
[214] Bubârî, Nikah, 75.
[215] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 156.
[216] Hadisin kaynakları için bkz.
[217] Müslim, Müsafirîn, 182; Ibn Huzeyme, Sahih, III, 89. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 156-157.
[218] Buhârî, Edeb, 112.
[219] İbn Hacer, Fethu-l-Barî, XIII, 205-208.
[220] Biz bu maddelerden sadece eğitimle ilgili olanları sıralamak istiyoruz.
[221] Tahnik için bkz. Dn. 145 vd.
[222] Muhammed Nûr Süveyd , Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 157-159.
[223] Nasîhatül-Mülûk, s. 172., Muhammed Nûr Süveyd , Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi ,Uysal Kitabevi: 160.
[224] İbn Nüceym el-Hanefî, Fethü’l-Gaffâr bi Şerhi’İ-Menâr,I, 7. Kitap, Hanefî mezhe­bine göre yazılmış bir fıkıh usûlüdür.
[225] Muhammed Hıdır Hüseyin, es-Seâdetü’1-Uzmâ, s. 60.
[226] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi ,Uysal Kitabevi: 160-161.
[227] İbn Hacer, Fethu’l-Barî, XIII, 2.
[228] Şa’ranî, Tenbihu’l-Muğterrîn, s. 41.
[229] İbn Abdilberr, Camiu Beyâni’l-llm ve Fadlih, 1,86.
[230] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 161.
[231] Hadis zayıftır. Bkz. Elbânî, Daîfu’l-Câmi’, Hadis No: 4645; Silsiletûl-Ehâdis ed-Daîfe, Hadis No: 1887. Tirmizî de “garib hadis” olduğunu, raviferinden Kûfe’li Nâsıh b. Alâ’nın hadisçilere göre kuvvetli olmadığını ve bu hadisin sadece bu tarik ile maruf olduğunu söylemiştir. Bkz. Câmiu’l-Usûl, 1,416.
[232] Hadisin senedinde meçhul ve zayıf bir ravi vardır. Hâkim bu hadisin sahih olduğunu söylemiş ama Zehebî bunu kabul etmemiş; mursel ve zayıf olduğunu ifade etmiştir. Tirmizî de garib ve mursel olduğunu söylemiştir. Zira râvilerden Amr b. Saîd b. el-Âs, Peygamber’e (s.a.v.) yetişememiştir, tâbiîndendir. Bkz. Camiul-Usûl, 1, 416.
[233] Şa’rânî, Tenbihul-Muğterrin, s. 41.
[234] İbn Mâce, Edeb, 3.
[235] İbnu’l-Kayyim, Ahkâmu’l-Mevlûd, s. 225.
[236] Mâverdi, Nasihatü’l-Mülûk, s. 173.
[237] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 162-163.
[238] Karâfî, Furûk, Uf, 96; Muhasibî, Risaletü’l-Müsterşidîn, s. 31 (Ebu Gudde’nin notu).
[239] Hâtîb, el-Câmiu li AhlâkTr-Ravî, 1,17.
[240] Hâtîb, a.g.e., 1,17
[241] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 163-164.
[242] İmam Nevevî, Rİyazü’s-Salihîn adlı eserinde konu hakkında “Kitabu’l-Edeb” başlığrile müstakil bir bolüm ayırmıştır. Orada her mûslümanın bilmesi gereken birçok âdabı zikretmektedir. Burada biz sadece çocuklarla ilgili olan rivayetleri sözkonusu etmekle yeti­neceğiz.
[243] Nevevî, Ezkâr, s. 257-258 (lbnu’s-Sünnî’den naklen).
[244] Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, VIII, 137. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 164-165.
[245] Isra, 17/23.
[246] Râzî, Tefsir, XX, 190; Kurtubî, Tefsir, X, 243.
[247] Râzî, a.g.e., aynı yer.
[248] Muhasibi, a.g.e., s. 125. (Ebu Gudde’nİn notu).
[249] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 165.
[250] Taberâninin rivayet ettiği bu hadisin senedi hasendir. Bkz. Heysemî, a.g.e,, VIII, 156.
[251] Münavî, Feydu’l-Kadîr, V, 483.
[252] Buhârî, el-Edebul-Müfred, I, 731.
[253] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 165-166.
[254] Gazzâlî, İhya, 1,11.
[255] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 166.
[256] Hadisi Taberânî rivayet etmiştir.
[257] Hadisi Taberânî rivayet etmiştir.
[258] Tirmizî, Birr, 73; Ahmed b. Hanbel, V, 323. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 167.
[259] Sem’ânî, Edebul-lmlâ ve’l-lstimiâ, s. 36.
[260] Dipnotta yazar, konu hakkında bir rivayete dayanarak Rasûlüllah’ın (s.a.v.) vefat ettiği sırada Ibn Abbas’ın 10 (on) yaşında olduğunu söylüyorsa da, kaynaklar onun, o esnada 13 (onüç) veya 15 (onbeş) yaşında bulunduğunu bildiren rivayetlerin daha sahih olduğu ifade edilmektedir. Bkz. İbn Kesir, el Bidaye ve’n–Nihaye, VIII, 296; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1,373 (Çeviren)
[261] Ebû Gudde, Safahat, s. 37.
[262] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 167-168.
[263] Tirmizî, Birr, 15. Ahmed ve Taberânî’nin de Ibn Abbastan rivayet ettiği hadis sa­hihtir. Bkz. Sahîhu’l-Câmi’, Hadis No: 5445.
[264] Tirmizî, Birr, 15. Ahmed ve Hâkim’in de rivayet ettiği hadis sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Câmi1, Hadis No: 5444.
[265] Ahmed, Tirmizî ve Hâkim’in rivayet ettiği bu hadis hasendir. Bkz. Sahihu’l-Câmi’,
Hadis No: 5443.
[266] Ebû Dâvûd, Edeb, 20.
[267] Buhârî, Vudû1, 74; MOslim, Zühd, 70,
[268] Buhârî, Cizye, 12, Diyât, 22; Nesaî, Kasâme, 4.
[269] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 168-169.
[270] Müslim, Birr, 125; Tirmizî, Rten, 4; Ahmed b. Hanbei, II, 256.
[271] Taberânînin rivayet ettiği bu hadisin senedinde bulunan el-Vâkıdî zayıf bir râvîdir. Bkz. Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, VIII, 149.
[272] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 169-170.
[273] Hadisi Harâitî ve Taberânî rivayet etmiştir.
[274] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 170-171.
[275] Buhârî, el-Edebul-Müfred, Hadis No: 1065.
[276] Nûr, 24/58.
[277] Nûr, 24/59.
[278] Ahmed b. Hanbel, IV, 189.
[279] Buhârî, Eşribtf, 19; Müslim, Eşribe, 127; Muratta’, Sıfetû’n-Nebî, 18; Ahmed b. Hanbel, I, 284. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 171-173.
[280] Buhârî, Efıme, 2; Müslim, Eşribe, 108; Ibn Mâce, Et’ıme, 8; Ahmed b. Hanbel, IV, 26.
[281] Ibn Mâce, Etime, 26; Ahmed b. Hanbel, III, 108.
[282] Hadisi Taberânî rivayet etmiştir.
[283] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 173-175.
[284] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 175.
[285] Ebû Dâvûd, Tereccül, 14.
[286] Buhârî, Libas, 72; Müslim, Libas, 72; Ebû Dâvûd, Tereccül, 14; Nesaî, Zinet, 5; Ibn Mâce, Libas, 38; Ahmed b. Manbel, II, 39. Hadisi İmam Ebu Hanife de rivayet etmiştir. Bkz. Zebîdî, Ukûdu’l-Cevâhir, II, 156
[287] Ebu Dâvûd, Tereccül, 13; Nesâî, Zinet, 57; Ahmed b. Hanbel, I, 204.
[288] Buhârî, Libas, 85; Müslim, Libas, 115; Ebû Dâvûd, Tereccül, 5; Tirmizî, Libas, 25; Nesaî, Zinet, 22-24; Ibn Mâce, Nikah, 52; Ahmed b. Hanbel, II, 21.
[289] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 175-176.
[290] Müslim, Libas, 28.
[291] Müslim, Libas, 27. Konuyla alâkalı diğer hadis ve uygulamaları dikkate alan İmam Ebu Hanife’nin de içinde bulunduğu ekser ulema böyle bir elbise giymeyi mubah kabul etmiştir. (Çev.)
[292] Taberânfnİn rivayet ettiği bu hadisin senedi Sahîh’in ricalinden oluşmaktadır. Bkz. Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, V, 144.
[293] Kâsânî, Bedâiuls-Sanai’, V, 131.
[294] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 176-177.
[295] A’raf, 7/204.
[296] İbn Cübeyr’in bu rivayeti için bkz. Ibn Kesir, Tefsir, II, 260. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 177.
[297] Ebû Dâvûd, Edeb, 80; Ahmed b. Hanbel, IH, 447.
[298] Ahmed b. Hanbel, il, 452.
[299] Tirmizî, Sıfatu’l-Ktyame, 60.
[300] Sem’ânî, Edebu’l-lmlâ ve’l-lstimla, s. 40.
[301] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 177-178.
[302] Müslim, Hayz, 79; Ebû Dâvûd, Cihad, 44; İbn Mâce, Taharet, 23; Darimî, Vudu1, 5;Ahmedb. Manbef, 1,204.
[303] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 179.
[304] Bu konuda Ibn Teymiyye’nin es-Siyaşetü’ş-Şerlyye adlı eserine bakınız.
[305] Nevevî, Ezkâr. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 179-180.
[306] Tirmizî, İlim, 16.
[307] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 180.
[308] Müslim, Fedail, 51; Ebû Dâvûd, Edeb, 1; Dârimî, Mukaddime, 10.
[309] Müslim, Fedail, 54.
[310] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 181-182.
[311] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 183.
[312] Müslim, Fedail.64; Ibn Mâce, Edeb, 3; Ahmed b. Hanbel, VI, 70. {504) Buhârî, Edeb, 18, 27; Müslim, Fedail, 65; Ebû Dâvûd, Edeb, 145; Tirmizî, Birr, 12; Ahmed b. Hanbel, II, 228.
[313] Buhari Edeb, 18,27; Müslim, Fedail, 65; Ebü Dâvud, Edeb, 145; Tırmizi, Birr, 12; Ahmed b. Hanbel, II, 228.
[314] Müslim ve Ebu’ş-Şeyh’in rivayet ettiği bu hadis sahihtir. Bkz. Sahîhul-Câmİ’, Hadis No: 4797.
[315] Buhâri, el-Edebu’l-Müfred, Hadis No: 89.
[316] Buhârî, Ezan, 65; Ebû Dâvûd, Salât, 123; Ibn Mâce, İkamet, 49; Ahmed b. Hanbel, III, 205; Ibn Huzeyme, a.g.e. III, 50.
[317] Buhârî, Salât, 106; Müslim, Mosatid, 41; Ebû Dâvûd, Salât, 165; Nesâî, Sehv, 13; Muvatta’, Sefer, 81; Ibn Huzeyme, Sahh, I, 383; II, 41.
[318] Râzî, Tefsîr, XXII, 13.
[319] Buhârî, Enbiya,’40; Müslim, Akdiye, 20; Nesaî, Kudât, 14; Ahmed b. Hanbel, 11,
322.
[320] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 183-186.
[321] İbn Mâce, Mukaddime, 11; Tîrmizî, Menakıb, 30; Ahmed b. Hanbel, IV, 172. Hasen olan bu hadisi Taberânî ve Hâkim de rivayet etmiştir. Bkz. Sahîhu’l-Câmi’, Hadis No: 3146.
[322] Buhârî, el-Edebu’l-Mûfred, Hadis No: 249. Bazı rivayetlerde RasuluIlah’ın (s.a.v.) “çelimsiz, minik gözlü” diyerek torunlarım sevdiği ifade edilmektedir. Bkz. Abdullah Siracuddin, Seyyidünâ Muhammed Rasûlüllah, s. 157.
[323] Hz. Peygamberin çocuklarla şakalaştığına dair pratik bir örnek özelliğini taşıyan bu rivayetin başka varyantı ve açıklaması için 431 nolu dipnot metni v.d. (Çev.)
[324] Ebû Dâvûd, Edeb, 84;Tirmizî, Menakıb, 45; Ahmed b. Hanbel, III, 117.
[325] Tirmizî, Menakıb, 45; Ahmed b. Hanbel, İli, 127. Hadisin İsnadı zayıftır. Bkz.
Camiu’l-Usûl, IX, 91.
[326] Buharı, Umre, 13, Libas, 99; Nesâî, Menâsik, 121.
[327] Buhârî, Hacc, 22, 101; Ebû Dâvûd, Menasik, 63; Nesaî, Hacc, 216; Ahmed b.
Hanbel, 1,210.
[328] Nesaî, Tatbik, 82. Hâkim, hadisin Buhârî ile Müslim’in şartına göre sahih
olduğunu söylemiştir. Bkz. İhya, II, 218.
[329] Deylemî ve Ibn Asâkir’in rivayet ettiği bu hadisin senedi zayıftır. Bkz. Daîfu’l-Câmi’, Hadis No: 5812.
[330] İbn Ebİ’d-Dünya, Dîneverî ve Abdurrezzak’ın bu rivayeti için bkz. Kenzü’i-Ummal, XVI, 573.
[331] Dîneveri’nin bu rivayeti için bkz. Kenzû’l-Ummal, XVI, 583.
[332] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 186-188.
[333] Taberânî’nin rivayet ettiği bu hadis için bkz. Sehâvî, el-Makâsıdu”l-Hasene, Ha­dis No: 352.
[334] Müslim, Hacc, 474.
[335] Hadisi Taberânî rivayet etmiştir.
[336] Ebû Dâvûd, Hâtem, 8. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 189-190.
[337] Nesaî’nin rivayet ettiği bu badis sahihtir. Bkz. Sahihu’l-Câmi’, Hadis No: 4947.
[338] Hâkim, Müstedrek, III, 379.
[339] Hâkim, a.g.e., I, 372
[340] Müslim, Fedail, 80.
[341] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 190.
[342] Müslim, Fedailu’s-Sahabe, 66. Ayrıca bkz. Sahîhu’i-Cami’, Hadis No: 4765. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 191.
[343] Hadisi Taberânî rivayet etmiştir.
[344] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 191-192.
[345] Ibn Mâce, Edeb, 6; Ahmed b. Hanbel, II, 439. Hadis Ibn Hibban, Hâkim ve Bey-hakt tarafından da rivayet edilmiştir.
[346] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 193-194.

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...