27 Eylül 2008 Cumartesi

Bakkal Amca Bir Din Ver Bana


Bakkal amca, bir din ver, bana şöyle yüz gram;
İçinde hem komedi, hem de birazcık dram.
Öyle bir din olsun ki; bizi fazla sıkmasın,
Her yerde 'ahlâk' diye , karşımıza çıkmasın...
Ramazan'da otuz gün, vücut girsin bakıma,
Ama bayram gelince, karışmasın rakıma(!)
Bırakalım insanlar, her tür haltı yesinler,
''Ne yani.. Biz müslüman değil miyiz?'' desinler..
------------------------
Bir din ver ki; içinde, birazcık kahve falı,
Ve üstünde bir kaşık, sosyetik mevlid balı,
Arasında bir dilim, Kaşar Yaşar olmalı,
Böylece kalplerimiz, hidâyetle (!) dolmalı...
Bir de şu kurbanlıklar, sorun çıkardı biraz,
Neden dersen bütçemiz, bu sene hepten ayaz.
Eğer fetvâ verirse, şu senin 'Süper Beyaz' ,
Belki biz de keseriz, ya bir tavuk, ya bir kaz...
-----------------------
Bakkal amca bir din ver; zorda 'Allah' diyelim,
Açılınca kapılar, 'Haydi YAllah' diyelim.
Âlimler ehli cümbüş, fetvâlarda varyasyon,
Biraz Budist felsefe, biraz reenkarnasyon...
Bir din ki; insanları, hayallere daldırsın,
Tüm cinsel yasakları, yürürlükten kaldırsın.
Eroslar, Afroditler, sokaklarda çıldırsın,
Ve bu çılgın tanrılar, şeytanları yıldırsın...
Açılsın sahillerde, beş yıldızlı mâbedler,
Diskolarda, ruflarda, yapılsın ibadetler...
-------------------------------
Bir din ver ki; her akşam, sofraları kuralım,
Kadehleri duayla, birbirine vuralım...
Ahlak mahlak üstüne, biraz kafa yoralım(!)
Memleketin şu hali, ne olacak soralım.
İlerleyen saatte, dansöz çıksın masaya,
Allah rızası(!) için, pamuk eller kasaya...
Ne kadar yardımsever, olduğumuz görülsün,
Ellerimiz dansöze, merhametle sürülsün.
Cinsiyetler arası, ortak pazar kurulsun,
Böylece irticaya, büyük darbe vurulsun...
--------------------------------
Bakkal amca, bir din ver; açık olsun tâvize,
Rahatlatsın bizleri, tatlı baksın fâize.
Madem ki fâiz dedik, hazır girdik damardan,
Bir din ver ki; bizleri, men etmesin kumardan...
Piyangolar, totolar, birer hayır kurumu,
Bazı yobaz kafalar, görsünler bu durumu,
Gece gündüz borsada, hayal kursun alıklar,
Yesinler küçükleri, bazı büyük balıklar...
----------------------------
Bir din ver ki; bıraksın, şu rüşvetin peşini,
Âmir, memur, sekreter, herkes bilsin işini.
Bu bilimsel metodla, çözersek biz bu işi,
Korkarım kalmayacak, zekât verecek kişi...
Lûgatlerden silinsin, artık şeref, şahsiyet,
Dalgalı kura geçsin, edep, hayâ, haysiyet.
Körler ile sağırlar, koltukları kapsınlar,
Ellerinde yağdanlık, birbirine tapsınlar...
---------------------------------
Bakkal amca, bir din ver; kaşlarını çatmasın,
Kubbesi, minaresi, aman derim batmasın,
Temizlensin camiler, tabut mabut kalmasın,
Bundan sonra Azrail, kapımızı çalmasın(!)...
Dostlarım ! Sanmayın ki; taş devrinden gelirim,
Bakkaldan din istenmez, bunu ben de bilirim.
İstedim ki; bu şaka, sizi biraz güldürsün,
Güldürürken, biraz da, gerçeği düşündürsün...

25 Eylül 2008 Perşembe

DOSTLARIM...Allah Muhafaza....

Dostlarım!

Neden beni getirip, teneşirde soydunuz?
Arkasından yıkayıp, bir tabuta koydunuz?
Neden toplandı bugün, burada bunca kişi?
Bir yanlışlık olmalı, anlamadım bu işi!..
Niçin bağlandı çenem?.. Bu kefen neyin nesi?
Söyleyin!. Gerçek midir, duyduğum salâ sesi?
———————————–
Ne işim vardı benim, bu musalla taşında?
Oysa olmam gerekir, işlerimin başında…
Yoksa bu yaptığınız; bir oyun, bir şaka mı?
Tadında kalsın artık, bırakın şu yakamı.
———————————–
Ya sen, hoca efendi!. Oyuna dahil misin?
Ben nasıl ölürüm ki; bu kadar cahil misin?
Yoksa kim olduğumu, sen de mi bilmiyorsun?
Bir özür dileyip de, kendine gelmiyorsun?
————————————-
Haberin var mı benim, şöhretimden, şânımdan?
O derin mafyadaki, büyük itibarımdan?..
Belki merak edersin, ünvanımı rütbemi;
Ulemâ susta durur, bir giyersem cübbemi.
———————————-
Bana yakışıyor mu, burada böyle yatmak?
Sanki ölmüşüm gibi, omuzlarda tur atmak ?..
Lütfen, hoca efendi, sürdürme şu oyunu;
Benim gibi bir kurda, güldürme şu koyunu..
Hele, şu cebindeki, telefonu bir ver de;
Bak nasıl açılacak, kapılar perde perde…
Şu gördüğün hüzünlü maskelere aldırma;
Onlara inanıp da, sakın namaz kıldırma.
———————————
Duydum ki; işgüzarlar, mezar bile kazmışlar.
Görüyorsun ya hocam, bunlar hepten azmışlar…
Kaldır artık tabutun, kapağını üstümden;
Sıkılmaya başladım, şu dikişsiz kostümden.
Aklını kullan hocam!.. Ben sözümü tutarım;
Seni Ulu Cami’ye imam bile atarım…
Karar ver de bu işi, tatlıya bağlayalım;
Maaşına ilâve , bir katkı sağlayalım.
Bu kadar şaka yeter, beni artık salıver;
İlk taksitin yerine, şu zarfı da alıver…
——————————
Dinle ey âciz mevta!. Bu konuşan hocadır;
Gördüklerin ne şaka, ne de kandırmacadır.
Sağlığında ”yobaz” der, beni hep küçümserdin;
Şimdi ne oldu sana, hocaya postu serdin?..
————————————-
Uyan artık ey mevta!. Sen öldün.. Sağ değilsin;
Çırpınışın boşuna, o dik başın eğilsin!.
Bu tabutlara daha, ne şöhretler girecek,
Neler gördü bu hoca, daha neler görecek…
Bekliyor Münker Nekir, şimdi seni mezarda;
Rüşvet müşvet geçmiyor, gideceğin pazarda.
Bu dünyada put yaptın, şan ,şöhreti, parayı;
Az sonra göreceksin, orda akla karayı.
Gelecek kulağına, önce şöyle bir hitap;
”Duymadın mı dünyada , Kurân diye bir kitap?”
Duydum desen bir türlü , duymadım desen yalan.
Kurtarır belki seni, mafyadan arta kalan…
————————————-
Gerçekleri bu fakir, böyle getirdi dile,
Bilirim… Bu satırlar, anlayana çok bile.
Uzatıp bozmayalım, şiirin kıvamını;
Herkes kendi getirsin öykünün devamını…

23 Eylül 2008 Salı

OKUL ÖNCESİ 0-6 YAŞ ARASI İÇİN DİN EĞİTİMİ

OKUL ÖNCESİ(0-6 Yaş Arası Çocuklar) İÇİN DİN EĞİTİMİ VE ALLAH TASAVVURU

NOT: Fakirin Yayınlanmamış Yüksek Lisans Makalesidir. 0-6 yaşları arası çocuğu olanlara faydalı olunacağıümidiyle siz dostlarla paylaşılmıştır. hürmetle ve muhabbet ile…

Çocukta Dinî Bilincin Gelişmesinde Rol Oynayan Etkenler:
Çocuğun doğal gelişimi, ailenin çevresindeki ve birlikte olduğu diğer yetişkinlerin tutumu, dinsel konuların doğrudan doğruya öğretilmesi , okul öncesi dönem dini duygu özellikleri gibi etkenler çocukta dini bilincin gelişmesin rol oynar.
Okul öncesi dönemde çocuk duyguya dayalı, tasarlanan veya hayalde canlanan bir dini duyguya sahip değildir. Dini duygu gelişimi diğer gelişim ödevleri ile birlikte bir bütündür.

Okul Öncesi Çocukta Dinî Duygunun Özellikleri:

Okul öncesi dönem çocuğun dini duygusunun gelişiminin ve dini konulara merakının en yoğun olduğu evredir. Bu dönemde çocuğun aldığı dini eğitim onun ileriki yaşlarda sahip olacağı dindarlığın şeklini belirler. Din olgusu, iman, ibadet ve ahlak esaslarından oluştuğuna göre çocuğun ahlak eğitimi de önemlidir. Çocuk okul öncesi dönemde aldığı din ve ahlak eğitimi ile kendisine özgüveni olan, Allah ile barışık, toplum ile uyumlu ve otonomisi gelişmiş bir birey haline gelir.
Din konularını zamanından önce ya da sonra yanlış öğretirsek, hangi yaşta olursa olsun çocuğa veya yetişkin insana iyilik yerine kötülük yapmış oluruz. Okul öncesi çocuğu din olgusuna karşı ilgilidir.
Fakat bu ilgiye rağmen onun dini anlamda, dini bir tarzda düşünemez. O, kendisini çevreleyen yetişkinlerin dünyasında olup bitenleri yeterince anlayamamaktadır. Bu yüzden bu evre ‘peri masalı dönemi’ olarak karakterize edilmiştir.

ALLAH TASAVVURU
a. 0-4 yaş grubu çocuklarında dinî duygu gelişimi
Çocuklarda dinî duygu öz olarak yaratılışta veya diğer bir ifade ile doğuşta mevcuttur. Onun için, her din mensubu ailelerin çocuklarında olduğu gibi, Müslüman ailelerin çocuklarında da günler, aylar, yıllar geçtikçe bedensel, zihinsel, ruhsal, heyecan vb. gelişimlerine paralel olarak dinî duygu ve düşünce de gelişir. Çünkü, Müslüman ailelerinde çocuk daha doğar doğmaz kulağına okunan “ezan” ve “kamet”le ona dinî telkînde bulunulmaktadır.
Ayrıca çocuk, anne, baba ve diğer yakınlarınca sevilip okşanırken söylenen dinî içerikli bir takım sözlerle, uyutulurken seslendirilen ninnilerle ona dinî telkîn yapılmaya devam edilir. Çocuğun ağzından çıkacak ilk sözün “Allah” olması için kulağına yapılan fısıldamalar ise, onun dinî duygu ve düşünce bakımdan erkenden gelişmesine ve bu duygunun ilk fırsatta su yüzüne çıkmasına vesile teşkil eder. Hıristiyanlarda ise “vaftiz” aynı maksatla yapılmaktadır.

Çocukların, yürüme ve konuşma gibi iki önemli yeteneği kazanıp, kendisini kanıtlamaya çalıştığı 2. yaş, onlar için çok önemli bir dönüm noktasıdır.
Çocuğun konuşması her ne kadar birinci yaş civarında başlarsa da, anlamlı konuşma, söyleneni anlama, söylemek istediğini bir-iki kelime ile ifade edebilmesi ancak ikinci yaş civarında mümkün olmaktadır.

Bundan dolayı, bazı araştırmacı ve eğitimciler aynı gerçeğe vurgu yaparak; ikinci yaşın, çocuk hayatında en önemli dönüm noktalarından biri ve aynı zamanda onlar için bir saadet (mutluluk) dönemi” olduğuna dikkat çekmektedirler.[1] Bu demektir ki çocuğun dil, davranış, duygu, heyecan vb. eğitimleri yanında dinî eğitim ve öğretimi de bu yaşta başlatılabilir, başlatılmaktadır da…Sonraki yıllarda çocuklardaki gelişmeler çok yönlü olarak devam eder.

Daha doğumdan başlayarak sürekli bir şekilde İlâhî âleme doğru yükselme ve yücelme istidadı gösteren dinî duygu, 3. yaştan itibaren çocuklarda yavaş yavaş dinî nitelikli sözler söyleme, heyecanlarla, sevgi ve korkularla ilgilenme biçiminde dışa yansımaya başlar.[2]
3. ve 4. yaşlar, çocukların telkin almaya çok müsait olmaları bakımından, eğitim ve din eğitimi açısından son derecede önemli ve kritik bir dönemdir. Bu yaşlardaki çocuklar artık “sebebiyet prensibini” (causalité) ve sebep-sonuç ilişkisini anlayabilmekte ve kendisi ile başkalarını birbirlerinden ayırt edebilmektedirler. 4. yaş, çocukların hayallerinin güçlenmeye başladığı dönemdir. Onun için bu dönemde çocuklar bazen, gerçeklerle hayalleri birbirlerine karıştırırlar.
Bu yıllarda, hangi din mensubu aile çocuğu olursa olsun- bütün çocuklarda kendiliğinden dinî his de uyanıp, ortaya çıkmaktadır, ki bu his, çocuğun zihinsel ve ruhsal gelişimi ile paralellik gösterir.[3] İşte bu aşamada, aile büyüklerinin çocuklarının kulaklarına fısıldadıkları dinî sözcük ve telkinlerle onlar ailelerinin dinlerine yönlendirilmiş olurlar.[4]


b. 4-6 Yaş Grubu Çocuklarında Dinî Duygu Gelişimi ve Allah Tasavvurları
4. Yaş Çocuklarında
Anketörlerce 4. yaş dönemindeki çocuklara yöneltilen; “Sence Allah nasıldır?” veya “Allah’ı tanıyor musun? Allah hakkında neler biliyorsun?..” şeklindeki sorulara kız çocukları şu şekilde cevaplar vermişlerdir: “Allah büyüktür, bulutlar kadar.” “Çok iyi, Allah bana cennette çikolata, cips, dondurma, sakız verecek.” Aynı yaş grubundaki erkek çocukların cevapları ise şöyledir: “Allah çok büyük!” “Biliyorum, Allah büyük, bizden çok büyük.” “Duydum, biliyorum, Allah’mış o.” “Bilmiyorum.” 4. yaşındaki kız ve erkek çocukların cevaplarındaki ortak nokta; Allah’ı “çok büyük” olarak nitelemeleridir. Çünkü gelişimlerinin doğal sonucu olarak bu yaşlardan itibaren Allah hakkında merak edip sordukları soruya karşılık annesi, babası veya diğer büyükler O’nu; “büyük” veya “çok büyük” bir varlık olarak ifade etmektedirler.[5]
Çocukların da Allah’ı öyle düşünmeleri gayet doğaldır. Kız çocuklarından birinin; “Allah bana cennette çikolata, cips, dondurma, sakız verecek,” şeklindeki cevabını, ailesince Allah’ın “çocukları ödüllendiren bir varlık” olarak anlatımından kaynaklandığı şeklinde yorumlamak mümkündür. Çocuğa göre, Allah’ın vereceği hediyenin, kendisinin çok hoşlandığı çikolata, cips, dondurma vb. olarak ifade edilmesi ise yaşının gereğidir. Kendisine Allah hakkında yöneltilen soruya bir erkek çocuğunun “bilmiyorum” şeklindeki verdiği cevabı ise; “O’nu kendine göre ifade edememek” şeklinde değerlendirmek mümkündür.

5. Yaş Çocuklarında
Bazı araştırmacılarca 4. ve 5. yaşlar, çocuklarda dinî ihtiyacın canlılık kazanmaya başladığı dönem kabul edilmiştir.[6] Aynı zamanda bu yaşlar, çocukların Allah’la ilgili fikir yürütmeye ve giderek artan oranda sorular sormaya başladıkları dönemdir. Artık çocukların dinî düşüncelerinin merkezini “Allah” kavramı oluşturmaya başlamıştır.
Bu yaşlardaki çocuklar henüz somut düşündüklerinden Allah’ı da somut varlık olarak algılarlar. Onların düşüncelerinde Allah bazen; babalarından, dedelerinden veya görüp tanıdıkları bütün insanlardan çok daha büyük bir insan gibidir.[7]
Bazen de, gökyüzünde oturan “aksakallı bir dede”[8] olarak tasarlanır.[9] Hatta bazen gördükleri en uzun boylu ağaçtan veya minareden yahut yüksek dağlardan da büyüktür.
Kısaca çocuklar, Allah’ı yaşlarının gereği hep somut bir varlık olarak düşünmektedirler. O’nun büyüklüğünü anlatırken de, ifade etmeye çalıştığımız gibi- tanıdıkları ve bildikleri bazı insan veya diğer varlıkları ölçü almaktadırlar. Ancak burada bir hususa dikkat çekmemiz gerekmektedir: şayet ailede ve çevresinde çocuklara Allah; insanları ve çocukları seven, koruyan, esirgeyen, bağışlayan… vb. şekilde anlatılmış ise O’nu; sevimli, nûrânî ve güler yüzlü bir insan olarak tasavvur eder ve O’na yakın olmak isterler. Onun için çocuklara Allah inancı “sevgi” ile verilmelidir.
Buna karşılık Allah; cezalandıran, cehenneminde insanları yakan bir varlık olarak anlatılmış ise, bu takdirde de O’nu; öfkeli, asık suratlı, kızgın bir varlık -insan- olarak tasavvur ve tahayyül eder ve O’ndan korkarlar.

Bundan dolayı çocuklar mümkün olduğunca Allah’tan uzak kalmaya çalışırlar. Aslına bakılırsa; çocuklarda doğuştan Allah korkusu yoktur.
Kendilerine Allah nasıl anlatılırsa, çocuklar O’na öyle inanır ve kabul ederler. Yani çocuklardaki Allah korkusu kendilerine anlatım biçiminden kaynaklanmaktadır. Şayet Allah hep “azap verici”, “cezalandırıcı, cehennemde bütün insanları ve çocukları yakan” bir varlık olarak tanıtılırsa, çocuklar daha küçük yaşlardan itibaren O’ndan korkarak kaçma ve başkalarına sığınma duygusunu geliştirirler.[10] Bu şekilde yetiştirilmeye çalışılan çocukların korkudan kurtulmak ve rahata erebilmek için -kendilerince- “Allah’ın olmadığı yer(!)” aramaya koyuldukları eğitimcilerce yapılan tespitler arasındadır.”[11]
Bu yaş grubundaki kız çocuklarının Allah hakkındaki düşünce ve tasavvurları:“Allah çok büyüktür, dünyadan daha büyüktür. Her tarafı örtülüdür.”“Hiçbir şeye benzemiyordur.” “İyidir, farklıdır.” “O’nun da bir düşüncesi vardır, çocukları sevindirmek için bir şeyleri vardır.” “Güzel, yıldıza, ay dedeye benzer.” “Biliyorum ama nasıl olduğunu bilmiyorum.”“(Ellerini açıp göstererek) “Büyük olduğunu biliyorum..” “Evet biliyorum, annem söylemişti.” “Duymadım, bilmiyorum hiç.”

Erkek çocuklarının düşünceleri ise şöyledir:“Allah büyüktür, kocaman.” “Biliyorum ama nasıl olduğunu bilmiyorum. Hiçbir şey söylemediler hakkında.” “Duydum, biliyorum.Yağmur yağıyor ya havada, öyle biliyorum.” “Duydum, annem söyledi, babam söyledi.
Çocuklardan kimilerinin “Allah’ı hiçbir şeye benzemeyen bir varlık” olarak nitelemesine karşılık kimilerinin “yıldıza, ay dedeye, yağan yağmura benzeterek” somut bir varlık gibi tasavvur etmeleri ve hatta birtakım isteklerde bulunmaları yaşlarının gereği olduğu kadar ailelerinde kendilerine Allah’ın anlatım biçimi ile de izah edilebilir.[12]
Bu şekilde düşünmeleri her neden kaynaklanırsa kaynaklansın, çocukları Allah ile korkutacak veya O’ndan “sakındıracak” tepki gösterilmemelidir. Çünkü böylesine düşünce ve tasavvurları, somut düşünmelerinin doğal sonucudur. Üstelik bu durum çocukların gelişmesine engel olamayacağı gibi, aksine somuttan soyut düşünceye geçebilmeleri için bir basamak teşkil etmektedir. Kuşkusuz duygu, düşünce ve zihnî gelişimlerine paralel olarak, Allah tasavvuru da zamanla değişecek ve gelişecektir. [13]
Çocuklardan bazılarının “Allah’ı bildiklerini ama nasıl olduğunu bilemediklerini” buna karşılık başka bazılarının da; “Allah hakkında kendilerine hiçbir şey söylenmediği” ve dolayısıyla “Nasıl bir varlık olduğunu bilemedikleri” anlamına gelen ifade kullanmaları ise; bir taraftan bu yaşta doğal davrandıkları ve düşüncelerini herhangi bir çekinme duygusuna kapılmadan olduğu gibi ifade ettikleri anlamına gelebileceği gibi, diğer taraftan da ailelerinin bu konuda kendilerini yeterince bilgilendirmediği anlamına gelebilir.

6. Yaş Çocuklarında
6. yaş grubu çocuklarında da Allah’ı bir insana veya herhangi bir varlığa benzeterek somut olarak düşünme ve o şekilde tasavvur etme anlayışı devam etmektedir. Ancak bu durum geçicidir. Çünkü çocuklar, bu yaşlardan itibaren kafalarında tasavvur ettikleri Allah’ı zamanla insanlardan ayırt etmeye başlayacaklardır.
Meselâ; Allah’ın güç ve kudretinden bahsedilince, babalarının güç ve kudretini ölçü alan, O’nu babaları kadar güçlü ve kuvvetli varlık olarak tasarlayan çocuklar, zamanla babalarının aciz bir varlık olduğunu ve her şeye gücünün yetmediğini idrak edeceklerdir. Böylece onlar, Allah’ın insanlardan daha farklı ve üstün bir varlık olduğunu anlayacaklardır.
Allah’ın her şeye kadir olduğunu kavrayacaklar ve kendilerini her tür kötülükten koruyacak güce sahip bir varlık olarak benimseyeceklerdir. “O’nu, görülmeyen, resmi çizilemeyen ve her yerde olan bir varlık olarak anlayıp,”[14]öyle inanacaklardır.
Öyle ise, bu yaş dönemlerindeki çocukların, Allah’ı bir insan veya herhangi büyük bir varlık gibi düşünme ve tasavvurlarından dolayı sakındırılmasına gerek yoktur. Esasen onları başka türlü düşündürtmek mümkün değildir. Araştırmalarda 6. yaş dönemindeki çocukların Allah’ı tasavvurları şu şekilde tespit edilmiştir. Kızlar; “Allah çok büyük, beyaz sakallı, beyaz elbisesi ve beyaz şapkası var.” “Yaşlı, saygılı biri.” “Çok büyüktür. Allah büyüktür.” “ Allah yuvarlaktır, beyaz renklidir.” “Duydum, biliyorum ama nasıl olduğunu bilmiyorum.” “Duydum, Rabbimiz değil mi? Peygamberimizi duydum. Allah’ın büyük olduğunu duydum. Bir de Allah’ımızın güçlü olduğunuduydum,” şeklinde düşüncelerini ortaya koyarken, erkekler:“Allah’ı dışarıda, yukarı bakarken gördüm, gökte büs-büyüktür.”“Belki bize benzerlikleri vardır, belki değişiktir, dünyadan büyüktür.”“Büyüktür, O’nun çok ismi var, görünmez.” “Peygamberimizle aynıdır. Benim bildiğime göre saçları beyaz, gözleri yeşildir. Allah biz gibi değildir, teni biz gibi değildir, yeşildir.” “İyidir, kötülük yapmaz bize.” “Duymadım, bilmiyorum.” “Evet duydum, biliyorum. Allah’a küfretmemek ve Allah’a kötü davranmamak gerekir. Biz O’nu görmüyoruz, O bizi görüyor. Böyle biliyorum O’nu.” “Duydum, biliyorum ama nasıl olduğunu bilmiyorum,” şeklince cevaplar vermişlerdir.

Görüldüğü gibi 6. yaş çocukları Allah’ı genellikle “bir insana benzeterek” veya “çok büyük, beyaz saçlı ve beyaz sakallı, beyaz elbiseli, gözleri yeşil, yaşlı, iyi ve kötülük yapmayan, bizim kendisini göremediğimiz ama bizi gören, saygılı, güçlü bir insan” olarak tasavvur etmektedir.

ÇOCUK’TA ALLAH MEFHUMU VE ALLAH İNANCI
Belçika’da katolik çocuklar arasında yapılan araştırma sonucu tanrı inancının üç evresi olduğu ortaya çıkmıştır. Tanrının bir obje veya insan gibi algılandığı evre. 3 yaş altı çocuklarda görülür. Tanrının insanüstü olarak algılandığı aşama. 3-4 yaş Tanrının ilahi özellikleri ile algılandığı dönem.4-6 yaş


ALLAH İNANCI
Diyelim ki 4 yaşındaki bir çocuk bir çocuk bir gün Keşke Allah olsaydık. Şeklinde bir ifadeyi diline doladı. Dini inançlarınız gereği içinizden gelecek tepki hayır, böyle bir şey olamaz! şeklinde olabilir.
Fakat bunu dile getirmeniz, çocuğunuzun size en azından olmak istedikleri konusunda bir daha açılmamasına neden olabilir.
Bunun yerine , “Vay canına, demek güçlü olmak istiyorsun” veya “Demek görünmez olmak istiyorsun” diye karşılamak gerekir.
Dinimizin en temel konusu olan Allah inancı, okul öncesi dönemde çocuğa şu şekilde verilebilir:
Allah, bütün varlıkları yaratan ve insanları onlardan daha üstün kılan ve seven, özellikle çocukları daha çok seven ve koruyan, besleyip büyüten, sayılamayacak güzelliklerde yiyecekler ve içecekler veren, çiçeklerle, hayvanlarla tabiatı dolduran, suçları ve yanlış davranışları hemen cezalandırmayıp, farkına varıp vazgeçmemiz için zaman tanıyan, davranışlarımızın iyi ve güzel olanlarına büyük ölçüde mükâfatlar veren, yaptığımız bir iyiliğe karşı daha başka pek çok iyiliklere ulaşmamızı sağlayan Yüce Rabbimizdir [15]

ALLAH İNANCI İLE….
Çocuğunuzun ısrarla Allah’ı neden göremiyoruz? dediğinde , Bizim gözlerimiz küçük, Allah ise çok büyük. Bu yüzden göremiyoruz diyebiliriz.
Konuya onun açısından bildiği kavramlarla ifade ederek bakmış oluruz.
Görülmeyen şeyleri anlatmak için, nefes üfleme deneyi yapabilirsiniz. Nefesini üfle deyip görüp görmediğini sorabilir böylece ona bazı şeylerin görülmeden de var olabileceğini anlatabilirsiniz

ALLAH SEVGİSİ
1993 yılında İstanbul-Üsküdar’da 44 çocuk ve anneleri ile yapılan bir araştırma, okul öncesinde bulunan çocukların kendilerini seven dost bir Tanrı’ ya inanmak istediklerini göstermektedir. Bu yaş grubu çocuklarına göre Tanrı’nın çocukları sevme nedeni, anne ve babalarının onlardan bekledikleri ile yakından ilgilidir. Anneleri gibi Tanrı da onlardan, yemek yemelerini, uslu durmalarını beklemektedir.[16]
Fromm, Allah sevgisini bir nevi anne sevgisine benzeterek şöyle der: “Annenin sevgisi koşullara bağlı değildir, koruyucudur, sarıp sarmalayıcıdır; koşullara bağlı olmadığı için denetlenemez ya da yeniden yaratılamaz. Bu sevginin varlığı sevilen insana bir mutluluk duygusu verir, bulunmaması, insanda yitmişlik ve koyu bir mutsuzluk duygusu oluşturur. Anne çocuklarını iyi uslu oldukları için değil çocukları olduğu için sever. Bu yüzden anne sevgisi eşitlik üzerine kurulmuştur. Allah’ın sevgisine güvenim vardır. Zayıf güçsüz olsam da, günah işlesem de beni sevecektir. Başıma ne gelirse gelsin, beni kurtaracak, bağışlayacaktır. Benim Allah’a sevgimle, Allah’ın bana olan sevgisi birbirinden ayrılamaz.”[17]
Çocuklara göre Allah’ın çocukları sevme sebebi, annelerinin onlardan bekledikleri ile yakından ilgilidir.Barış (5 yaş): “Biz Onu üzmüyoruz. Onun için bizi sever. Akıllı duranları sever. Şımarıkları sevmez, küfür edenleri sevmez.”Sena (6 yaş): “Biz Ona hiç bir şey yapmıyoruz. Çok iyi davranıyoruz. Onun hakkında bir şey konuşmayız. O bizim hakkımızda konuşabilir ve bize her şeyi yaratır.”Murat (5 yaş): “Allah bizi namaz kılınca sever. Hata yapınca da affeder. Anneleri, babaları, kardeşleri, nineleri, arkadaşları, herkesi sever. Ufak çocukları daha çok sever.”[18] Görüldüğü gibi Allah’ın özellikle çocukları daha fazla sevdiğine inanıldığı gibi, bu sevginin şümullü bir sevgi olduğuna da inanılır.
Allah’ın esirgeyen, her şeyi yaratan ve koruyan bir yüce varlık olduğu anlatılmalı ve çocuğa Allah korkusu yerine Allah sevgisi aşılanmalıdır. Eğer çocuk Allah sevgisine ulaşan bir insan olabilirse, başta insanlar olmak üzere her türlü varlıkları sevecektir. Bu sevgi ise, ona her türlü güçlüğü yenmesine yardımcı olacaktır. İnsanları sevme ve saymanın Allah’a yaklaşma demek olduğu anlatılmalıdır.

OKUL ÖNCESİNDE ALLAH KORKUSU
Allah hakkında henüz hiçbir bilgisi olmayan çocuklara, Allah’ın ceza verici ve korkutucu olduğunu telkin etmek çok yanlış sonuçlar doğurur.
Bazı aileler, Allah korkusunu yanlış bir şekilde terbiye aracı olarak kullanmakta ve bu korkuyu Annesinin sözünü dinlemeyeni Allah taş yapar!, Yemeğini yemeyeni cehennemde yakar! Yalan söyleyenin dilini keser! gibi cümlelerle çocuğun kafasına sokmaya çalışmaktadır.
Bunun sonucunda yanlış bir Allah tasavvuru oluşmakla kalmaz, aynı zamanda sürekli kendini suçlayan ve aşağılayan bu çocuğun ruh sağlığı da bozulur. Bunun sonucunda yanlış bir Allah tasavvuru oluşmakla kalmaz, aynı zamanda sürekli kendini suçlayan ve aşağılayan bu çocuğun ruh sağlığı da bozulur..
Çocuk, Allah’ın seven, koruyan, hoş gören, affeden, cezadan çok ödüllendiren bir varlık olduğunu öğrenmelidir. [19]
[1] Özeri, Zeynep Nezahat, Okul Öncesi Din ve Ahlâk Eğitimi, Dem Yay. İstanbul, 2004,s.60; Yurdagül Mehmedoğlu, Okul Öncesi Çocuklarda Dinî Duygunun Gelişimi ve Eğitimi, T. Diyanet Vakfı Yay. Ankara, 1994, sh.10
[2] Bk. Özeri, a.g.e. sh. 60; Armaner, Neda, Din Psikolojisine Giriş, C. I. Ankara, 1980, sh.83; Özbaydar, Belma, Din ve Tanrı İnancının Gelişmesi Üzerine Bir Araştırma, İstanbul,1970, sh. 6; Ay, Mehmet Emin, Çocuklarımıza Allah’ı Nasıl Anlatalım?, Timaş Yay.İstanbul, 2003, sh.27-37.
[3] Yavuz, Kerim, Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişimi, Ankara, 1983, sh. 53.
[4] Bovet, Pierre, Din Duygusu ve Çocuk Psikolojisi (Çev. Selehattin Odabaş), Ankara, 1958, sh. 136-137; Altıntaş, Hayrani, “Çocukluk Devresinde Ailede Din Duygusu”, Türkiye I.Din Eğitimi Semineri, Ankara, 1981, sh. 269
[5] Emine Zehra, 4-10 Yaş Arası Çocukların Allah’tan İstekleri,(U.Ü.İlâhiyat Fakültesi Bitirme Ödevi), Bursa, 2004.
[6] Yavuz, a. g. e. sh. 41.
[7] Yörükoğlu, Atalay, Çocuk Ruh Sağlığı, Ankara, 1980, III. Baskı, sh. 10;
[8] Yörükoğlu, Atalay, Çocuk Ruh Sağlığı, Ankara, 1980, III. Baskı, sh. 10
[9] Mualla, ÇocuğunEğitiminde Dinî Motifler, T. Diyanet Vakfı Yay. Ankara, 1990, sh. 70-74.
[10] Öcal, Mustafa, Din Eğitimi ve Öğretiminde Metotlar, T. Diyanet Vakfı Yay. Ankara, 2003,sh. 60.
[11] Ayhan, Halis, Eğitime Giriş ve İslâmiyetin Eğitimize Getirdiği Değerler, İstanbul,1982, sh. 241; ayrıca bk. aynı yazar; Din Eğitimi ve Öğretimi, Ankara, 1985, sh. 108-109.
[12] Fethullah Gülen, Çocuk Terbiyesi, Nil Yay., İzmir,1996
[13] Öcal, a.g.e. sh. 50-51.
[14] Vergot, A. “Çocukta Din”, (Çev. Erdoğan Fırat), Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, sayı XXII. Ankara, 1978 sh. 318-329.
[15] Ayhan, Halis, Eğitime Giriş ve İslâmiyetin Eğitimize Getirdiği Değerler, İstanbul,1982, sh. 241-243; ayrıca bk. aynı yazar; Din Eğitimi ve Öğretimi, Ankara, 1985, sh. 108-109.
[16] Yurdagül Mehmedoğlu, Okul Öncesi Çocuklarda Dinî Duygunun Gelişimi ve Eğitimi, T. Diyanet Vakfı Yay. Ankara, 1994, sh.10-30
[17] Yurdagül Mehmedoğlu, Çocuk Ahlak ve Din, İstanbul, 1.baskı, Morpa Kültür yayınları, 2003,s: 30-56
[18] Musa Kazım Gülçur, Okul Öncesi Çocuğun Dini Eğitiminde Allah Tasavvuru, Yurdagül Mehmedoğlu, Okul Öncesi Çocuklarda Dinî Duygunun Gelişimi ve Eğitimi, T. Diyanet Vakfı Yay. Ankara, 1994
[19] Yavuzer,Haluk, Çocuğu Tanımak Anlamak , İstanbul, 2003, 2.baskı, s:70,71

EFENDİMİZİN EĞİTİMİNDE ÇOKLU ZEKA....

EFENDİMİZ (S.A.V.) VE ÇOKLU ZEKÂ
Zekanın tek yönlü olmadığını her fırsatta söylüyoruz. Zekanın farklı bölümlerini Efendimiz´in (s.a.v.) tüm hayatında uyguladığını da biliyor ve yeri geldikçe sizlerle paylaşıyoruz. Şimdi de çoklu zeka ve Efendimiz´in (s.a.v.) yaklaşımlarını tek bir dosyada toplayalım dedik. İşte size Çoklu zeka ve Efendimizin (s.a.v.) tutumları.
Mantıksal - Matematiksel Zekâ
Sayılarla düşünme, karşılaştırma yapma, mantıksal ilişkiler kurma, bulmaca çözme, eleştirel düşünme, neden-sonuç ilişkisi kurma ve akıl yürütme becerisidir.
Efendimiz (s.a.v.) ve Mantıksal Zekâ Hz. Peygamber´in öğretimde kullandığı en önemli metotlardan biri de soru sormaktır. Soru sormak, kişiyi muhakeme yapmaya, olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi kurmaya ve araştırmaya yönlendirir. Diğer bir deyişle mantıksal düşünmeye zorlar. Hz. Muhammed´in öğretimde bu yönteme çok önem verdiğini görmekteyiz.

Bilmece sorması
Hz. Muhammed (s.a.v.) çevresindekilere şöyle bir soru sorar: Ağaçlardan bir ağaç vardır ki, bunun bereketi Müslüman´ın bereketi gibidir. Yaprakları düşmez, dökülüp yayılmaz. Rabbinin izniyle her mevsim meyve verir. Müslüman gibidir. Şimdi bana söyleyin bu ağaç nedir? Hz. Peygamber´in Müslümanların çok iyi tanıdıkları ve özelliklerini iyi bildikleri hurma ağacını Müslümanlara benzetmesi, karşılaştırma yapması insanları mantıksal düşünmeye ve muhakeme yapmaya zorlamaktadır. (Buhari)

Karşılaştırma Yapması
Hz. Muhammed (s.a.v.) bir gün ashabına sorar: Ne dersiniz, birisinin kapısının önünde bir ırmak bulunsa ve burada her gün beş kere yıkansa, üzerinde kir ve pislik kalır mı? Ashab: Kirden ve pislikten hiçbir şey kalmaz. Hz. Muhammed (s.a.v.): İşte suyun kiri temizlemesi gibi günde beş kez kılınan namaz da sizin günahlarınızı temizler.
Buraya kadar verdiğimiz tüm örneklerde Hz. Peygamber´in (s.a.v.) kitabi ifade kullanmaktan kaçındığını görmekteyiz. Mesela; Hz. Muhammed, namazın Allah´ın emri olduğunu mutlaka kılınması gerektiğini söylemek yerine muhatabının anlayacağı dilden konuşmuş onlara yaşadığı çevreden örnekler vermeyi tercih etmiştir. Bu yaklaşımı O´nun toplumda daha etkili olmasını sağlamıştır. (Kütüb-i Site)
Zeka türleri
Sözel - Dilsel Zekâ*Mantıksal - Matematiksel Zekâ*Görsel - Mekânsal Zekâ*Bedensel - Kinestetik Zekâ*Müziksel - Ritmik *Kişisel - İçsel Zekâ *Kişiler arası - Sosyal Zekâ*Doğa - Varoluşcu Zekâ

Soru - Cevap Yöntemi
Mekke´deki ilk ve en sıkıntılı yıllardır. Kendisine iman edenler, henüz bir avuçtur. Bu bir avuçtan bir tanesi de İmran´dır ki, babası Hüseyin Mekke´nin en akıllı, en iyi konuşan insanlarından biri kabul edilir. Oğlunun da Müslüman olduğunu duyunca onu bu kötülükten geri çevirmek ve Hz. Muhammed´i, tartışıp mat ederek başlattığı bölücülüğü (!) bitirmek için O´nun yanına gider ve sorar.Hüseyin: Nedir bu duyduklarımız! Bizim tanrılarımızı reddediyormuşsun. Oysa senin baban, deden ve ataların herkesle beraber bu tanrılara inanıyordu. Ve onlar akıllı, şerefli insanlardı.Hz Muhammed: Şimdilik senin atalarını da, benim atalarımı da bir kenara bırak, der ve devam eder Sen kaç tanrıya inanıyorsun? Sekiz. Bunların kaçı yerde kaçı gökte? Yedisi yerde biri gökte ( Allah). Sana bir musibet gelirse kime dua edip, yardım dilersin? Göktekine.Ma lın helak olursa, kime dua edersin?Göktekine. Rızkı kimden istersin?Göktekinden. Hastalanınca şifayı kimden beklersin? Göktekinden. Yalnız o senin duanı kabul ettiği halde diğerlerini ne diye ona ortak ediyorsun? Hüseyin, şaşırmıştır. Şimdiye kadar böyle bir kimse ile hiç konuşmamıştım, der.Hz. Muhammed (s.a.v.) son hamleyi yapar: Hüseyin, Müslüman ol ki kurtulasın.Hz. Peygamber, sorduğu sorular ile Allah´ın birliğini ve putların ne kadar gereksiz olduğunu yine kişinin kendi verdiği cevaplarla bulmasını sağlamıştır. O, karşısındakini soruları ile yönlendirmiş ve mantıksal bir çıkarım yapmasını sağlamıştır. (Kütüb-i Site)

Sözel - Dilsel Zekâ
Kelimelerle düşünme, ifade etme, kelimelerdeki anlamları ve düzeni kavrayabilme gücüne sahip olma, ayrıca mizah, hikâye anlatma, mecazi anlatım ve benzetme yaparak dili etkin bir şekilde kullanma becerisidir.
Efendimiz (s.a.v.) ve sözel zekası*Hz. Peygamber (s.a.v.) çok düzgün, açık ve net konuşurdu. Hitabet yeteneği kuvvetliydi ve bu özelliği ile karşısındaki insanları etkileme gücüne sahipti.
Kıssa anlatarak insanları uyarmasıÖğretilecek bir konuyu doğrudan anlatmak yerine kıssa ile örneklendirilerek anlatmak öğrencinin konuyu anlamasını kolaylaştırır. Sözel zekâya hitap eden bu yöntem Hz. Peygamber´in (s.a.v.) eğitim metodunda önemli bir yere sahiptir.
Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bir gün bir adam yolda yürürken şiddetle susamıştı, nihayet bir kuyu buldu oraya indi, su içip çıktı. O sırada bir köpek dilini çıkarıp soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalıyordu. Bunun üzerine o adam; Bu köpek tıpkı benim gibi susamış dedi ve hemen kuyuya indi. (Su kabı olmadığından) ayakkabısına su doldurdu ve onu ağzı ile tutarak kuyudan çıktı. Köpeğe su içirdi. Bundan dolayı Allah ondan razı oldu ve onun günahlarını bağışladı.Sahabeler: Ya Resulullah; hayvanlarda da bizim için sevap var mı? diye sordular. Peygamberimiz: Her canlı yüzünden sevap vardır buyurdu. (Buhari)
Şaka ile öğretmesi
Hz Peygamber (s.a.v.), öğretmek istediği bir konuyu mizah yolu ile de anlatmıştır. Şaka yaparken bir taraftan düşündürmeyi ve ders vermeyi de ihmal etmemiştir. Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimize gelerek: Ya Resulullah! Cennete girmem için bana dua eder misiniz? dedi. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: Sen bilmiyor musun, ihtiyarlar cennete giremez. deyince, kadın üzüntüsünden ağlamaklı hale geldi. Hz. Peygamber: (gülerek) üzülme, sen yaşlı olarak değil bir genç kız olarak cennete gireceksin der. (Buhari)
Benzetme yapmasıHz. Muhammed (s.a.v.), anlattığı konunun önemini vurgulamak ve daha iyi anlaşılabilmesini sağlamak için dikkat çekici benzetmeler yapardı. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Herhangi birinizin tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ´nın duyduğu hoşnutluk, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, arayıp taramaları sonuç vermeyince deveyi bulma ümidini büsbütün kaybederek bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına yapışan ve aşırı derecede sevincinden ne söylediğini bilmeyerek: Allah´ım! Sen benim kulumsun; ben de Senin rabbinim, diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır. (Buhari, Da´avat 4; Muslim 3, (2744); Tirmizi, Kıyamet 50, (2499, 2500)

Kişisel - İçsel Zekâ
İnsanın kendi duygularını, duygusal tepki derecesini, düşünme sürecini tanıma, kendini değerlendirebilme ve kendisiyle ilgili hedefler oluşturabilme becerisidir.
Efendimiz (s.a.v.) ve Kişisel-İçsel ZekâMüslümanlardan bir genç Hz. Peygamberin huzuruna çıktı ve Ey Allah´ın elçisi! Zina etmeme izin ver dedi. Sahabiler onu: Sus! Sus! Diye azarladılar.
Hz. Muhammed o delikanlıya: Şöyle gel diye yanına çağırdı. Delikanlı yanına gelip oturdu. Peygamberimiz onunla konuşmaya başladı: Söyle bakalım. İstediğin şeyi başkalarının annenle yapmalarına razı olur musun? Hayır olmam. Zaten hiç kimse annesiyle zina edilmesine razı olmaz. Peki, kızınla zina edilmesin ister misin? Hayır istemem.Öyleyse hiç kimse kızıyla zina edilmesini istemez. Bir başkasının kız kardeşinle zina etmesini ister misin?Hayır istemem. Hiçbir kimse kız kardeşiyle zina edilmesini istemez. Peki, halanla zina edilmesi seni memnun eder mi? Hayır, kesinlikle. Halasıyla zina edilmesi hiç kimseyi memnun etmez. Peki, birinin teyzenle zina etmesine razı olur musun? Hayır, buna da razı olmam. Teyzesiyle zina edilmesine kimse razı olmaz. Bu konuşmadan sonra Resul-u Ekrem elini delikanlının omzuna koydu ve: Allah´ım! Bunun günahını bağışla! Kalbini temizle! İffetini koru! diye dua etti. O günden sonra bu delikanlı öyle şeylerle ilgilenmedi .
Gence empatiyi öğrettiHz. Peygamber (s.a.v.), genç delikanlıya zinanın Kur´an´daki hükmünü anlatabilir ve onu korkutabilirdi. Ama Hz. Muhammed bunu yapmak yerine gencin duygularına seslenip, yapmak istediği şeyin yanlışlığını kişisel zekâyı kullanarak ona öğretmiştir. Öncelikle sorular sorarak gence muhakeme yaptırmış, daha sonra empati kurmayı öğreterek başkalarının duygularını da anlamasını sağlamıştır.
Bedensel - Kinestetik Zekâ
Haraketlerle jest ve mimiklerle kendini ifade etme, beyin ve vücut koordinasyonunu etkili bir biçimde kullanabilme becerisidir. Bu zekâya sahip insanlar söylenenden daha çok yapılanı anlarlar.
Efendimiz (s.a.v.) ve Bedensel ZekâBeden dili insanlık tarihi açısından en eski iletişim aracıdır. Beden dili bir anlamda duygu ve düşüncelerimizin yansımasıdır. Hz. Peygamber konuşmalarında beden dili olarak ellerini, jest ve mimikleri kullanmaya özen göstermiştir. Ayrıca öğreteceği bazı şeyleri de uygulayarak anlatmıştır.Hz. Peygamber: Mümin diğer bir mümin için birbirine kenetlenmiş duvar gibidir. dedi.(Hz. Peygamber (s.a.v.) iki elinin parmaklarını birbirine geçirerek bu kenetlenmeyi gösterdi). Rasulullah (s.a.v.): Yetimi koruyan kimse ile ben cennette şu ikisi gibiyiz. buyurdu ve aralarını biraz açarak işaret ve orta parmağını gösterdi.
Kişiler arası - Sosyal Zekâ
Grup içerisinde işbirlikçi çalışma, sözel ve sözsüz iletişim kurma, insanların duygu, düşünce ve davranışlarını anlama, paylaşma, ifade edebilme, yorumlama ve insanları ikna edebilme becerisidir.
Efendimiz´in (s.a.v.) ve Sosyal Zekâ
Hz. Muhammed´in (s.a.v.) en çok kullandığı zekâ çeşitlerinden birisi sosyal zekâdır. O, Hiçbiriniz kendisi için istediğini (mümin) kardeşi için istemedikçe (gerçek) iman etmiş olmaz. Diyerek diğergam olmadıkça müminlerin gerçek anlamda iman etmiş olmayacaklarını belirtmiş diğer bir deyişle bencilliğin imana engel olduğunu söylemiştir. Böylece içinde bulunduğu topluma kardeşliği, bir arada yaşamayı ve paylaşmayı öğretmiştir.Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: Bütün müminler, birbirini sevmede, birbirine acımada ve birbirine şefkat göstermede bir vücut gibidir. Vücudun bir uzvu rahatsız olunca diğer uzuvları da ona ortak olur.
Hz. Muhammed ashabı ile bir yolculuktadır. Yemek için mola verilir. Arkadaşlarının her biri bir görev üstlenir. Hz. Muhammed: Ben de ateş için odun toplayayım der. Arkadaşları engel olmak isterler. Ey Allah´ın Elçisi! Siz dinlenin biz o işi de görürüz. Hz. Muhammed bütün ciddiyeti ile cevaplar: Gerçekten bunu isteyerek yapacağınızı biliyorum. Ancak ben bir toplum içinde ayrıcalıklı olmaktan hoşlanmam. Bunu Allah da sevmez. Ve odunları toplamaya koyulur. (Kütüb-i Site)

Doğacı Zekâ
Doğadaki tüm canlıları tanıma, araştırma ve canlıların yaratılışları üzerine düşünme becerisidir.
Efendimiz (s.a.v.) ve Doğacı ZekâHz. Muhammed (s.a.v.) doğa ile iç içe olan Arap toplumuna öğreteceği birçok bilgiyi yaşadıkları çevre ile örneklendirerek anlatmaktadır. Bu anlamda Hz. Muhammed´in doğacı zekâyı çok sık kullandığını görmekteyiz. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: Kur´an´ı okuyan ve gereğini olduğu gibi tatbik eden mümin, kokusu hoş, tadı güzel turunç meyvesi gibidir. Kur´an okumayan, fakat gereğini tatbik eden mümin, tadı olan ve fakat kokusu bulunmayan hurmaya benzer. Kur´an okuyan, fakat gereğini tatbik etmeyen münafık da, sadece kokusu hoş olan fesleğen gibidir. Kur´an okumayan münafık da, tadı acı ve kokusu çirkin Ebû Cehil karpuzuna benzer. Buraya kadar verdiğimiz birçok örnekte Hz. Muhammed´in doğacı zekayı ne kadar çok kullanıldığını görmekteyiz. (Kütüb-i Site)

Müziksel - Ritmik Zekâ
Sesler ve ritimlerle düşünme, faklı sesleri tanıma ve yeni sesler, ritimler üretme becerisidir.
Efendimiz (s.a.v.) ve Müziksel ZekâKur´an-ı Kerim edebî anlamda incelendiğinde de olağan üstü özellikler taşıdığı görülmektedir. Kur´an düz bir metin olmaktan uzak, içinde teşbihler, vecizeler, icazlar, istiareler, kıssaların bulunduğu bir kitaptır. Sözlerin birbiriyle uyumu, ahengi güzel sesle birleştirildiğinde ise insanları ruhen de etkilemektedir. Kur´an´daki harflerin, kelimelerin ve cümlelerin seslendirilmesi esnasında ortaya çıkan, kulağa ve ruha hoş gelen, diğer söz türlerinde hiç rastlanmayan bir musiki vardır Kur´an üslubunun büyüleyiciliğini, onun hem şiirin hem nesrin meziyetlerini bir araya toplayan emsalsiz nazmı teşkil eder.
Hz Muhammed: Kur´an´ı seslerinizle süsleyiniz. Buyurarak. Kur´an-ı Kerim´in güzel sesle okunmasını tavsiye etmiştir. Bu da müziksel zekâ´ya sahip olan insanların Kur´an-ı Kerim´i daha iyi anlamalarına yol açacaktır. Hz. Peygamber yalnız Kur´an´ın değil insanları her gün beş kere namaza davet eden ezanın da güzel sesle okunmasını istemiş ve bu yüzden güzel sesli olan Bilal Habeşi´nin ezan okumasını istemiştir.
Görsel ve Mekânsal ZekâResimler, imgeler, şekiller ve çizgilerle düşünme, harita, tablo ve diyagramları anlayabilme muhakeme etme becerisidir.
Efendimiz (s.a.v.) ve Görsel ZekâÖğretimde şekil, grafik, resim veya şemaların kullanılması öğrenilecek konunun hafızada kalıcı olmasını ve soyut kavramların daha iyi anlaşılmasını sağlar. Hz. Muhammed de öğreteceği bazı konuları şekil çizerek anlatmıştır.
Şekilleri çizerek anlatmasıHz. Peygamber (s.a.v.) bir gün yere çubukla, kare biçiminde bir şekil çizdi. Sonra, bunun ortasına bir hat çekti, onun dışında da bir hat çizdi� Sonra bu hattın ortasından itibaren bu ortadaki hattı işaret eden bir kısım küçük çizgiler attı. Resûlullah (s.a.v.) bu çizdiklerini şöyle açıkladı: Şu çizgi insandır. Şu onu saran kare çizgisi de eceldir. Şu dışarı uzanan çizgi de onun emelidir. (Bu emel çizgisini kesen) şu küçük çizgiler de musibetlerdir. Bir musibet oku yolunu şaşırarak insana değemese bile, diğer biri değer. Bu da değmezse ecel oku değer.
Bir gün Hz. Muhammed bir çizgi çizer, sonra bu Allah´ın yoludur der. Sonra bunun sağına ve soluna çizgiler çizer ve şu açıklamayı yapar: Bunlar çeşitli yollardır. Her biri üzerinde (kötülüğe) davet eden şeytan vardır. Arkasından da şu ayeti okudu: �Şu emrettiğim yol benim dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun. Başka yollara ve dinlere uyup gitmeyin ki sizi onun yolundan saptırıp parçalamasınlar. (Kütüb-i Site)

20 Eylül 2008 Cumartesi

MEVLANANIN EĞİTİM MESAJI

Mevlânâ düşünce ve inanç sisteminin merkezine insanı oturtmuş bir mütefekkir ve gönüller sultânıdır. Onun anlayışına göre insan, ezeliyyet âleminden ebediyyet yurduna doğru yol alan, âlemin en değerli ve gözde varlığıdır. Bu yolculuk insanın kendisini tanımasıyla başlar, Hakk’ı tanıma/ma’rifet tarafına doğru sürüp gider.
Mevlânâ’ya göre bu yolculukta gönül âdeta motor, aşk ona elektrik veren dinamo, Kur’an ve Sünnet ise hayat rehberi, yol gösteren pusula mesâbesindedir. Bu yolun yolcusunun üslûbu müsamaha, misyonu ise kendisine ve başkalarına ümîd aşılamak ve bu sûretle hayâtı anlamlı kılmaktır. Bu bakımdan Mevlânâ’nın anlayışında insan gönlünün, aşkın, Kitap ve Sünnet’e bağlılığın, müsamahanın ve ümidin ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bunlar Mevlânâ’nın en çok vurgu yaptığı ve evrensel mesajını üzerine bina ettiği temel esaslardır. Bu konularda Mevlânâ ez-cümle şunları söylemektedir:
1. GÖNÜL
Farsça karşılığı “dil” olan gönül Mesnevî’de en çok geçen kavramlardandır. Gönül aşk ve ma’rifet mahallidir. Mevlânâ gönlü “nazargâh-ı ilâhî” olarak görür. Gönül, gerçek bir gönülden, nebî ve velîlerin gönlünden beslendiği zaman gönül adını almaya hak kazanır. Böyle bir gönül her şeyden değerlidir. Vuslata ermenin yolu Mevlânâ’ya göre gönle girmektir. Gönül, gönül fırını denilen aşkla pişer.
Gönlün hamlık ve kabalıktan kurtulması için aşk ateşinde yanması gerekir. Aşkla gönül birdir. Gönül Allah’ın hissedildiği yer, aşk da O’nu hisseden güçtür. Senin saman çöpü kadar değer vermediğin gönül, arştan da üstündür, kürsîden de, levhten de, kalemden de. Yıkık gönül Allah’ın nazar buyurduğu varlıktır. O yıkık gönlü îmar eden ne kutlu gönüldür.1
Yûnus Emre de bu mânâda şunları söyler: Bir kez gönül yıktın ise Bu kıldığın namaz değil Yetmiş iki millet dahi Elin, yüzün yumaz değil2
Yûnus’un bir başka şiiri de şöyledir. Gönül çalabın tahtı Çalab gönüle baktı İki cihan bedbahtı Kim gönül yıkar ise3
2. AŞK
Aşk gönlün dinamosudur. Mevlânâ, Mesnevî’sinin giriş kısmında aşkla ilgili olarak şunları söyler: İnsanı insan eden aşktır. Aşk insanı hırstan, kibirden, varlıktan ve benlikten kurtaran tek ilaçtır. İnsan onunla bireysellikten kurtulur. Ey sevdâsı güzel aşkımız, neşelen, sevin. Ey bütün hastalıklarımızın hekîmi, kibirlerimizin ilâcı.
Aşk insana Eflâtun’un felsefe ile Galinos’un tıpla yapamadığı rûhânî ve cismâni etkiyi yapacak güçtedir. Topraktan olan cesed aşkla eflâkî/semâvî olur. Dağ bile aşk sayesinde çeviklik kazanır, hareket eder.4 Mevlânâ aşk konusunda sözü şu noktalara kadar getirir ve der ki: Her şey Sevgiliden ibârettir, âşık ise perde, Yaşayan Sevgilidir, âşık ise ölü herhalde Âşıkta aşkın acısına tahammül yoksa, O kanatsız kuş gibi kalır, vay haline.5 Fuzûlî de bu konuda der ki: Cânı Cânana vermektir kemâl-i âşıkın Vermeyen can itiraf etmek gerek noksanına
3. REHBER:
KUR’AN VE SÜNNET Mevlânâ yolunun ve yorumunun kaynağını Kur’an ve Peygamber olarak görmekte, bundan farklı bir şekilde algılanmaktan rahatsız olacağını Rubâiler’inde şu şekilde anlatmaktadır: Bendesiyim Kur’ân’ın tende oldukça bu can Ahmed-i Muhtâr’ın ayağının tozuyum her ân Benden bundan başka bir söz nakleder ise her kim Ben o sözden de onu nakledenden de incinirim6
4. MÜSAMAHA
Mevlânâ, müsamaha iklîminin insanıydı. İnsanların birbirlerini müsamaha ile bakmasını, kavgasız güzellik içinde yaşamalarını isterdi. Bir gün kavga eden iki kişiden biri öbürüne: “Çok konuşuyorsun, bir sus bir söyle” diye dayatınca, Mevlânâ araya girerek şunları söyledi: “Sen ne söyleyeceksen bana söyle. Benimle didiş. Sen bin söyle benden bir bile duymayacaksın.” Bu sözler üzerine kavga edenler utanıp barıştı.
Mevlânâ bütün insanların birbirini sevmesinden yana bir anlayışın sâhibiydi. Bunun için de aşkı temel iksir olarak görmekteydi. Derdi ki: “Ölmeden önce birbirimizin kadrini bilmeliyiz. Gelin İhlâs ve Muavvizeteyn sûrelerini birbirimizi sevmemize vesîle olması niyâzıyla okuyalım.” Çünkü temelinde sevgi olan bir insanlık anlayışı bütün soğuklukları ısıtır, bütün karanlıkları ışıtır, uzakları yakın eder, duyguları derinleştir, sözleri anlamlı kılar, varlık âlemindeki her varlığa şefkat ve ibret nazarıyla bakmayı sağlar.
5. ÜMÎD
Mevlânâ ümîdsizliği asla hoş görmeyen ve insanlara ümîd aşılayan bir gönüller sultânıydı. Çünkü Allah Teâlâ Kur’an’da: “Ancak kâfirler ümitsiz olur”7 buyurmaktaydı.
Yakub’un Yûsuf’u bulma konusunda ümîd kesmemesini anlatan bu âyetten yola çıkarak Mevlânâ cennetten inen Adem’in tekrar oraya döneceği ümidini taşıyordu.
Bu yaklaşım en zor zamanlarda bile onu insanlara ümîd aşılamaya sevk etmişti. O derdi ki: Ümîdsizlik tarafına gitme, ümîd kapıları vardır. Karanlıklar semtine varma, güneş parlamaktadır.8 Onun anlayışına göre ümîdsizlik güneşe bakamayan yarasa gibi zulmet tabiatlıların kâbiliyetsizliklerinin tezâhürüydü.9
Ümîdsizlik insan ömrünü biçen, kökünü koparan orak mesâbesindedir. Bu yüzden Hz. Mevlânâ darda kalanlara Allah’a yalvarmalarını salık vermekte ve şöyle demektedir: Sakın ümîdsiz olma, kendini şâd eyle.
Her feryâda yetişene istimdâd eyle.10 İnsanları fânîden Bâkî’ye yönlendiren Mevlânâ’nın bu mesajı her zaman mâkes bulmuş, dün de bugün de insanlar için kurtuluş vesîlesi olmuştur. Doğumunun 800. yılı münâsebetiyle yapılan etkinlikler gelecekte de onun ufkunun açık olduğunu göstermektedir.
Dipnotlar: 1) Dîvân-ı Kebîr, VII, b. 8077-78. 2) Yûnus Dîvânı, s. 205. 3) a.e, s. 139. 4) Mesnevî, I, b. 22-25. 5) a.e, I, b. 30-31. 6) Şefik Can, Hz. Mevlânâ’nın Rubâileri, b. 1311. 7) Yûsuf, 12/87. 8) Mesnevî, I, b. 725. 9) Mesnevî, I, b. 3647. 10) Mesnevî, I, b. 3251.

18 Eylül 2008 Perşembe

AŞKTAN MUHABBETE...BÖYLESİ AŞK...

Bir gün Mecnun hasta olup yatağa düşer. Tedavî için bir doktor çağırırlar. Doktor "Damardan kan almak gerek'" diyerek Mecnun' un kolunu bağlar. Tam iğneyi batıracağı sırada Mecnun bağırır;"-Ey doktor, bırak! Ücretini al ve git. Bu hastalıktan öleyim, zararı yok. Vazgeç kan almaktan. "Doktor Mecnun'a"-Sen çöllerde kükremiş arslanlardan korkmuyorsun da koluna bir iğne batmasından mı korkuyorsun?" diye sorar.Mecnun'un cevabı şu olur;"-Ben neşterden korkmuyorum. Benim vücudum, varlığım Leyla ile doludur. Korkarım ki benim kolumu yararken Leyla'yı incitirsin, işte ben bundan korkuyorum."
MESNEVİ: "-Varlığımdan bir addan başka bir şey kalmadı. Ey güzelim, vücudumda senden başka bir varlık yok. Bu sebeple sirke, bal denizinde nasıl yok olursa, ben de sende öyle yok olurum." (Beyit 2023-2024)Vahdeti yalnız kendine münhasır bırakan Cenab-ı Allah (c.c.) bütün mahlukatı çift olarak yaratmıştır. Müspet ilmin ancak yakın zamanda tespit edebildiği bu çift yaratılış keyfiyeti, bize on dört asır evvel muhtelif ayetlerle bildirilmiş, insanlığa bir ilim armağanı olarak sunulmuştur. Beşer idrakinin ve zevkinin ötesinde bir gelin odası hassasiyeti ve itinası ile döşenen bu Kainat, zerrelerin, tanelerin, hücrelerin, bitkilerin, hayvanların insanların ve maddenin, hatta atom içindeki elektron ve proton gibi esrarlı unsurlara kadar bütün eşyanın karakterlerine göre hususî ve acayip bir izdivaç kanununa tabi kılınmıştır. Yasîn Süresi'nde (Ayet 36) "O Sübhan ki, toprak mahsullerinden, kendilerinden ve bilmediklerinden eşler yaratmıştır" buyurulur. Lakin en zahir ve bediî imtizaçları ihtiva eden eşlik kanunu, kemalini insanda bulmuştur. Allah (c c) aile müessesesinde düşünenler için bir çok hikmetlerin gizli bulunduğunu beyan eder. Rum Sûresi, Ayet 21:"Sizlere kendilerinizden eşler yaratması -O'na sığınmanız için-ve aranızda muhabbet ve merhamet tesis etmesi O' nun ayetlerindendir. Bunları düşünen zümre için muhakkak ki ibretler vardır.."Evlenecek iki yabancı kişinin bir kader programı ile bir araya gelmesi, aralarında teessüs eden muhabbet ve merhamet münasebetleri cidden düşünülecek ilahî kudret tezahürlerini ihtiva eder. Bütün mahlukat manzumesi içinde, canlı-cansız, zıt ve mukabil olanların, birbirlerine karşı teveccüh ve alakaları bir aynileşmedir. Yani vahdet, temayül ve arzunun eseridir. Zira, hepsinin aslı aynıdır. Bütün bir kesret aleminin tekrar vahdet' e inkılâp etme meyli eşyanın tabîatında mevcuttur. Varlıklar kemalini insanda bulur. Muhabbetin mevzuu ne kadar mükemmel ise onda ki kemal ve yakıcılık da o nispettedir. Çiftlerin cismaniyet ve rühaniyet ile, ilahî lezzetleri teneffüs etmesi, onları ilahî rabıta ve muhabbetle Hakk Teala"ya müteveccih ilahî derinliğe ve hakîkat yolculuğuna götürür. Hilkatin ibret ve hikmetlerine müstağrak kılar Leyla seneler sonra Mecnun' un yanına gelir, Mecnun onunla alakalanmaz Leyla:"-Benim için çöllere düşen sen değil miydin?" der.Mecnun: "izafî ve gölge olan Leyla aradan çıktı ve eridi "diye karşılık verir.Mecnun' un hayatının gayesi olan Leyla, ilahî muhabbete bir basamak teşkil etmiştir. Mecnun, hakîkatini aradığı ilahî muhabbet aleminde yerini bulunca, hayatındaki Leyla'nın rolü bitmiştir.Mesnevi hikayelerinde geçen Leyla, sonunda ilahî muhabbete dönen ve kişiliğini Hakk' la aynileştiren ilahî aşkın sembolüdür. Diğer bir ifadeyle Leyla, gönülleri mecnun eden, fizikî iradeyi sıfırlandıran ilahî bir aşk ufkudur. Bu bakımdan Leyla'lar ile başlayan muhabbet macerası Mevla'da sükun bulur.Leyla nihayet sıradan bir insandır. Aşığını adı Kays iken Mecnun (deli) olarak dillere destan eder. Fakat o ma'şuk, Leyla değil de, Kainatın varlık sebebi ve Allah (c.c.)'ın "habibim" hitabına mazhar bir varlık olursa kim bilir aşık ne hale gelir.Şimdi bir kaç misal ve bir kaç mısra ile bunu tebarüz ettirelim. Mevlana (k.s.)'dan bir menkıbe ile başlayalım. Mevlana murîdesi Gürcü Hatun'un paşa olan beyi Kayseri'ye ta'yin olur. Gürcü Hatun, Selçuklu sarayının meşhur ressam ve nakkaşı Aynü'd-Devle'yi Mevlana' ya gizlice resmini çizip kendisine getirmesi için gönderir. Ressam gafilane huzura çıkıp vaziyeti Mevlana' ya anlatır. O da mütebessim bir şekilde:"-Sana emredileni arzu ettiğin şekilde yerine getir" der. Ressam çizmeye başlar. Fakat, her çizdiğinde kağıttakini ayrı, karşısındakini ayrı görür. Tam yirmi adet kağıt eskitir. Sonunda da aynı netice olur. Ressamın san'atı kendi çizgilerinin içinde kaybolur. Mevlana' nın ellerine kapanır.- "Bir dînin velîsi böyle olursa, kim bilir nebîsi nasıl olur?" diyerek, heyecan ve dehşet içinde kalır.İmam Malik (r a), Rasûlullah (s a v) ile aynileşmenin vecdi içinde yaşadı. Medîne-i Münevvere' de hayvan üzerine binmedi. Def'-i hacete çıkmadı. Ravza' da imam iken hep kısık sesle konuştu Devrin halîfesi Ebû Cafer Mansur yüksek sesle konuşunca; "Ya Halîfe' Bu mekanda sesini kıs. Allah'ın (c.c.) ihtarı senden çok faziletli insanlar üzerine indi" buyurdu. Hucûrat Süresi, Ayet 2:"Ey îman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamberle yüksek sesle konuşmayın, yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir."Yine İmam Malik Hazretleri, kendisine zulmeden Medine valisine hakkını helal etmiş."Mahşerde Rasûlullah (sav) torunu olan bir zata davacı olmaktan haya ederim" buyurmuştur. Üstad Es'ad Erbili Hazretleri Rasûlullah'a (sav) olan ateşi içinde yanışım ne güzel takdîm eder "Ne mümkün bunca ateşle şehid-i ışkı gasil etmek, Cesed ateş kefen ateş hem ab-ı hoş-guvar ateş." (Bu kadar ateşle aşk şehîdini yıkamak mümkün mü? Ceset ateş, kefen ateş, şehîdi yıkayacak hoş tatlı su dahî ateş kesilmiş)Azerî şairi Fuzuli ise meşhur Su Kasîdesi'nde "Saçma ey göz eşkden gönlümdeki yare su Kim bu denli tutuşan odlare kılmaz çare su""-Ey gözüm, yaşlarını dökme, sînemdeki ateşi söndüremezsin" der.l. Ahmed Han, Rasûlullah (sav)'ın nalinlerinin maketini yaptırıp, kavuğunun üzerine asarak tedaîsinden feyz almaya çalışmış."Nola tacım gibi başımda götürsem daim, Kadem-i pakini ol Hazret-i Şah-ı rusülun..." mısralarını döşemiştir.Cihan imparatoru Yavuz Sultan Selim Han, kendisini Rasûlullah'ın hakîkatine eriştirecek bir veliyi dünyada ki bütün ölçülerin üzerinde görüp "Padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş, Bir veliye bende olmak cümleden a'la imiş: "diyerek bir Allah (c.c) ve Rasülullah (sav) dostuna yakınlaşabilmenin önem ve hasretini belirtmiştir.Altmış üç yaşında kendisine mezar gibi bir yer kazdırıp hayatını ve ibadetlerini orada idame ettirerek "Bu yaştan sonra bana toprak üstünde gezmek haramdır" diyen, büyük aşk ve vecd kahramanı Seyyid Ahmed Yesevî, bu aynileşme yolunda abideleşenlerden biridir. Yaşadığı toprağa teberrüken "Hazret-i Türkistan" denmiştir. Veysel Karanî'ye Rasûlullah (sav )'ın Uhud'da bir dişinin kırıldığı haberi gelince, hangisinin kırıldığını bilmediği için bütün dişleri kendisine yabancı oldu. Hepsini söktürüp, aynileşmenin sırrını bozacak o meçhul dişin sıkletini atarak ferahladı.Dinaroğulları'ndan bir kadının Uhud'da, zevci, kardeşi ve babası şehid oldu. Üçünün de şehid olduğu bildirilince "Siz bana Rasûlullah (s.a.v)'ı gösterin O'nu göreyim" dedi. Kendisine Rasûlullah (sav) gösterilince de "Ya Rasûlallah! sen sağ olduktan sonra, her felaket bana hiç gelir" dedi.Çok stresli bir hayat yaşadıktan sonra Müslüman olup, huzur ve sükunete kavuşan Hansa Hatun, kendisine Kadisiye Harbi'nde dört oğlunun şehid düştüğü bildirilince, büyük bir îman olgunluğunun vecdi içinde."İslam" ın bir zaferi için dört oğlum da feda olsun diyerek dört şehid anası olmanın sevinci içinde Allah'a (c.c.) şükretti. Bezm-i alem Valide Sultan ise "Muhabbetten Muhammed oldu hasıl, Muhammed'siz muhabbetten ne hasıl.." buyurarak, ruhun,gıdasının ancak Rasûlulah (sav) muhabbetinden olduğunu ne güzel ifade eder.Rahmetli Hocam Yaman Dede, derste Mesnevi mısralarını şerh ederken billur bir havuz gibi olan göz çukurlarına damlalarını akıtır."Gönül hu n'oldu şevkinden boyandım Ya Rasûlallah. Nasıl bilmem bu hicrana dayandım Ya Rasûlallah.Firak ağlar, visal ağlar, ezel mesrurun olmazsa,Cemalinle ferah-nak et ki yandım Ya Rasûlallah." derken, derin, mehtaplı bir gece gibi sîması ışık saçardı.Tarih boyunca peygamberler ve evliya, îmana ait tekamül akışlarını zirveleştiren, fıtratta ki kudsî neş'eleri olgunlaştıran meş'alelerdir.Fertler bu olgunluğa, ruhî ülfet ve Hakk dostları ile aynileşmek neticesinde ererek, ölmezlik sırrının ilahî kalemle tezyin edilmiş şehadetnamelerine kavuşurlar.İnsanın Rasûlullah (s.a.v) ve O'na götüren bir Allah dostu ile aynileşmesi, Rasülullah (s. a.v) ve O'nun dostunun sadrından ve gönül dünyasından bir hisse nasîb alabilmesi, kendini O'na ma'kes bulması ile mümkündür.Hace Ubeydullah Ahrar'ı bir an şiddetli bir üşüme alır.Şiddetle titrer Ateş yakıp ısıtmaya çalışırlar. O anda kendisi ile aynileşen bir müridi soğuk su dolu hendeğe düşmüş, titreyerek kapıdan içeri girer Hemen kurulayıp ısıtırlar. O ısınınca,Ubeydullah Ahrar Hazretlerinin üşümesi de bir anda biter. Bayezid-ı Bistamî ilahî muhabbetten o kadar hassaslaşır ve incelirdi ki yaradandan ötürü yaratılanlardan birinin ızdırabını sinesinde hisseder ve muzdarib olurdu.Bir gün önünde bir merkebi öyle dövdüler ki hayvanın arkasından kan boşandı. O anda Bayezid-ı Bistamî Hazretlerinin de baldırlarından kan sızmağa başladı.Bülbül tegannî ederken karşı dağdan ayrı ses gelmez. Ne kadar ülfetimiz var ise, yakınlığımız da o kadardır.Hz. Ali (r.a.)'a bir kimsenin kendisini çok fazla sevdiğinden bahsederler. Hz. Ali (r.a) "Doğru" der.'Benim onu sevdiğim kadar o beni sevmektedir" buyurur. Yani, ruhî aynileşme, fizikteki birleşik kaplar misalinden gayrı değildir.Muhakkak ki insan, Rasülullah (sav) karşısında, ilahî ürperişlerini ve bediî duygularını hissettiği, ruhunu dış dünyaya ait bütün çizgilerden boşalttığı vakit, O'nunla aynileşme yolundadır. Rüştünü ikmal etmiştir.O'nu tam manası ile kimse ta'rif edemedi. Yaradılışını tanıyamadı. Cebrail (a.s) dahî sidre-i muntehada:Ben son hududundayım, Sen devam et'' dedi. Her sahabî istidadı nispetinde Rasülullah (s a) hissedebilirdi. Kendi vecdinin penceresinden onu seyrederdi. Hz Aişe "Rasülullah' ın (s a) siması o kadar parlar ve nur sarardı ki ayın on dördünden daha parlak olurdu. Karanlıkta iğneye ipliği onun aydınlığında geçirirdim" buyurur.En çok O' nu kendinde hisseden ve hakîkat-ı Muhammediyye' ye nail olan Ebübekir (r a) oldu. Ve bu muhabbet yangınının içinde, sînesinden gelen kavruk ciğer kokusu ile yaşadı. Son anlarında da Fahr-i Kainat Efendimiz (sav) "Bütün kapılar kapansın, yalnız Ebübekir 'in ki kalsın" buyurdu.Hz. Mevlana (k.s)''İki dünya bir gönül için yaratılmıştır. Sen olmasaydın bu Kainatı yaratmazdım" hadîsinin manasını düşün" buyurur...

9 Eylül 2008 Salı

KARDEŞLİK BİLİNCİ VE DUYGUSU

Huzûr içinde yaşayan bir insanlık meydana getirmek için her sahada şaşmaz ölçüler koyan yüce dinimiz, müslümanların günlük hayatlarını da nizâma sokmak gayesiyle ileri sürdüğü esasları Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in şu hadîs-i şerîfiyle çerçevelendirmiş bulunmaktadır: “Müslümanın müslüman üzerinde altı tane hakkı vardır.” Peygamber (s.a.v)’e sordular: “Ey Allah’ın elçisi! Bu haklar nelerdir?” Peygamber (s.a.v) şöyle cevap verdi: “a) Müslüman kardeşinle karşılaştığın zaman ona selâm ver. b) Yaptığı davetlere icâbet et. c) Herhangi bir konuda sana fikir sorduğunda ona yol göster. d) Aksırdığında eğer Allah’a hamd ederse ona “Yerhamükallah—Allah seni esirgesin” diye karşılık ver. e) Hastalandığında ziyâretine git. f) Öldüğü zaman cenaze törenine katıl.” [1]
Burada görmekteyiz ki, müslümanlar arasında birlik, kaynaşma ve âhenk meydana getirmek maksadıyla en basit davranışlar bile bir hak ve ödev hâline getiriliyor. Bu hak ve ödevlere uygun yaşayan mü’minler topluluğu, Kur’an-ı Kerîm’in bir âyet-i celîlesinde ifâdesini bulduğu gibi “Örnek ve seçkin bir ümmet” hâline geliyor ve böylece, hem dünyâlarını, hem de âhiretlerini kurtararak gerçek felâha kavuşmuş oluyorlar.
Resûlullah (s.a.v)’ın bir kudsî hadîslerinde Allah Teâlâ (c.c) şöyle buyuruyor: “Benim rızâm için, birbirini seven ve benim için birbiriyle oturup konuşan ve benim için, benim yolumda birbirini ziyâret edenler için ve benim yolumda mal bezleden, ihsan edişenler için muhabbetim vâcip olmuştur.” [2]
Kardeşlik müessesesinin, en seçkin, en temiz, en içten olanı hepimizin de malûmu olduğu üzere Ashab-ı Kirâm arasında olanıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) Medîne’ye hicret ettiği zaman, Muhacirîn ile Ensâr’ı birbirine kardeş ilân etti. Böylece onlar sözleşip yardımlaşma anlaşması yaptılar. Öyle bir anlaşmaydı ki bu, Muhacirîn’in Ensâr’ın mallarına vâris olmasını öngörüyordu. Ancak, “Hısımlar, Allah’ın kitabınca birbirlerine daha yakındırlar” âyet-i celîlesi nâzil olunca kardeşlik üzerine kurulmuş olan mîrasçılık hükmü neshedilmiş oldu.Enes (r.a) anlatıyor: Abdurrahman b. Avf (r.a) Medîne’ye geldiğinde Peygamberimiz (s.a.v) onunla Sa’d b. Rebî el-Ensârî arasında uhuvvet akdetti. Bunun üzerine Sa’d, Abdurrahman’a; “Kardeşim! Medîneliler içerisinde en çok serveti olan benim. Bak, malımın yarısını al. Nikâhımda iki karım var, bak, hangisini beğenirsen onu boşayayım,” dedi. Abdurrahman; “Allah, hanımını da, malını da sana mübârek kılsın, sen bana pazarı göster, kâfi”dedi. O da pazarı gösterdi. Abdurrahman gitti, bir şey alıp sattı. Kâr etti. Biraz çökelek, biraz da yağ alıp döndü. Aradan bir süre geçtikten sonra Abdurrahman geldi. Üstü zâferan kokuyordu. Allah Resûlü (s.a.v); “Nedir bu hâlin?” diye sordu. “Yâ Resûlallah! Bir kadınla evlendim” deyince Resûlullah (s.a.v): “Ona ne mehir verdin?” diye sordu. Abdurrahman; “Bir çekirdek ağırlığında altın verdim” dedi. Resûlullah (s.a.v); “Bir koyunla da olsa düğün yemeği ver” buyurdu. [3]
Bu nasıl kardeşlik anlayışıdır ki, malının yarısını gözünü kırpmadan kardeşine hibe ediyor. Bu nasıl kardeşlik anlayışıdır ki, hanımından geçiyor, öyle ki söz konusu olsa canından vazgeçecek kardeşi uğruna. Ashâb-ı Kirâm’ın hayatında her konuda olduğu gibi bu konuda da alınacak birçok dersler vardır.
İşte ibret timsâli bir örnek daha:Huzeyfe oğlu Ebû Cehm (r.a) Hazretleri diyor ki: “Yermuk savaşında amcamın oğlunu aramaya çıkmıştım. Yanıma biraz su da aldım, belki suya ihtiyacı vardır da içiririm diye. Tevâfuken onu buldum. Ölmek üzere idi. ‘Boğazına su akıtayım mı?’ diye sordum. İşâretle ‘Evet’, dedi. Fakat tam o sırada yanı başımızda, ölmek üzere olan başka biri de âh etti. Amcam oğlu sesi işitince içmekten vazgeçti, işaretle suyu ona götürmemi istedi. Suyu alıp ona gittim, baktım, Ebu’l-Âs oğlu Hişam idi. Yanına henüz varmıştım ki yakınında bir başka sahâbî acıyla inledi. Hişam işaretle suyu ona götürmemi istedi. Suyu alıp ona gittim, fakat ben varıncaya kadar ölmüştü. Hişam’ın yanına döndüm, o da rûhunu teslîm etmişti. Hemen amcam oğlunun yanına koştum, o da cansız yatıyordu.” [4]
Buna benzer çeşitli olaylar bildirilmiştir. Şu fedakârlığın derecesine bakınız ki, kardeşi son nefesini verirken susuzluktan ölmek üzere olduğu hâlde kendisine ikrâm edilen suyu içmeyip kardeşine gönderiyor ve susuzluktan ölüyor. Ruhlarını teslîm ederken, hisleri ve şuurları kaybolmak üzere iken bile diğer kardeşlerine yardım etmeye çalışıyorlar. O ölenlerin ruhlarını Allah kendi lütuf ve keremi ile yüceltsin.Cenâb-ı Hak (c.c) şöyle buyuruyor: “Mü’minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” [5]Bu âyetin tefsîrinde Hülâsatü’l-Beyân’da Mehmed Vehbî Hz.leri şöyle der: “Bilumum mü’minler Allah’a ve Resûlüne îmân edip cümlesi Livâ-yı Tevhid altında ictima ettiklerinden, bir ana bir babadan doğmuş kardeş gibidirler.
Zîrâ, cümlesi esas îmâna mensup oldukları cihetle bir mabûda ibâdet etmekte ve âhir zaman nebîsini hakkâ Peygamber tanımakta müsâvîdirler. Bu âyette ‘uhuvvet’le murad; uhuvvet-i İslâmiyye’dir. Uhuvvet ancak mü’minler beyninde olup kâfirle mü’min beyninde uhuvvet olmadığına işaret olunmuştur.”
Resûlullah (s.a.v) bir hadîs-i şerîflerinde; “İki müslüman kardeş buluştukları zaman onların durumu tıpkı iki elin hâline benzer. O ellerin her biri diğerini yıkamaktadır. İki mü’min bir araya geldiğinde, muhakkak ki, Cenâb-ı Hak her birine arkadaşından hayır nasip eder.” [6]Denilir ki; Allah yolunda kardeş olan iki kişiden birisinin makamı diğerinin makamından daha yüksek olduğu zaman öbürüsü de onunla berâber onun makamına yükselir. Nasıl ki, zürriyetler ebeveynlerine (eğer dindar iseler), âile efrâdının (dindarlık şartıyla) birisi diğerine iltihak ediyorsa, öylece mertebece eksik olan kardeş, mertebece yüksek olan kardeşe iltihak eder. Çünkü Allah yolunda elde edilen kardeşlik doğum yoluyla gelenden az değildir. [7]
İşte Cenâb-ı Hak (c.c) şöyle buyuruyor: “Dünyâda îmân edenlere ve zürriyetleri de îmân edip kendilerine uyanlara (âhirette) zürriyetlerini kavuştururuz. Onları da baba ve dedeleri gibi cennete koruz ve derecelerini yükseltiriz. Bununla berâber (baba ve dedelerinin) amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kendi kazancına bağlıdır.” [8]
İşte burada, Kosova’daki kardeşlerimizin içinde bulundukları zor şartlarda, onların Ensâr’ının da bizler olmamız gerektiğini vurgulamak istiyoruz. Tıpkı Medîne’de Ensâr-ı Kirâm’ın Muhâcirîn’e karşı sergilediği kardeşlik örneğinde olduğu gibi...
Rabbim, bu kardeşlik anlayışını benimseyip, sindirip, hayâtımıza tatbîk etmemizi nasîb eylesin._________________________________
1) Buhârî-Müslim 2) Mesâbîh 3) İmam Ahmed-Buhârî 4) M. Zekeriyya Kandehlevî, Fezâil-i A’mâl 5) Hucurât/10 6) Selemi ve Ebû Mansur ed-Deylemî 7) İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn 8) Tur/21.

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...