8 Kasım 2008 Cumartesi

PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETİNDE 2 YAŞINDAN BÜLÜĞ ÇAĞINA KADAR ÇOCUK EĞİTİMİ 1. BÖLÜM

İKİ YAŞINDAN BULÛĞ ÇAĞINA KADAR ÇOCUĞUN ŞAHSİYET YAPISI4
Giriş. 4
I- İtikâdî Yapısı4
A. Çocuğa Kelime-i Tevhidi Telkin Etmek:6
B. Allah Sevgisi, Allah’ın Murakabesi, Allah’tan Yârdım Dilemek, Kaza Ve Kadere İnanmak. 7
C. Peygamber (s.a.v.) Sevgisini Yerleştirmek. 9
D. Çocuklara Kur’an-ı Kerîmi Öğretmek:15
E- Çocuğun İman Üzerinde Sebatı Ve Bu Uğurda Fedâkârlığı;20
II. İbadet Yapısı23
Giriş. 23
I- Namaz. 23
A. Çocuğa Namazı Telkin Etme Safhası23
B. Çocuğa Namazı Öğretme Safhası23
C. Namazı Emretme Ve Terkedilmesînden Dolayı Cezalandırma Safhası25
D. Çocukları Cuma Namazına Alıştırmak. 25
E. Gece İbadetinde Çocuklar İçin Bir Örnek. 26
F. Çocukları İstihare Namazına Alıştırmak. 26
G. Çocukların Bayram Namazına Götürülmesi26
II. Çocuk Ve Cami27
A. Çocuğun Camiye Götürülmesi27
B. Çocuğun Cami İle İrtibatının Sağlanması28
III. Oruç. 28
IV- Hac. 29
V. Zekat30
III. Sosyal Yapı31
Giriş:31
I- Çocuğun Büyüklerin İlim Ve Sohbet Meclîsine Götürülmesi31
II- İhtiyaçlar İçin Çocuğun Gönderilmesi32
III- Çocuğun Selama Alıştırılması33
IV- Hastalandığında Çocuğun Ziyaret Edilmesi34
V- Çocuğun Arkadaş Çevresi Edinmesi34
VI-Çocuğun Alış-Verişe Alıştırılması34
VII- Çocukların Meşru Düğün Ve Törenlere Gelmesi35
VIII- Çocuğun Salih Akrabalarının Yanında Gecelemesi35
IX- Rasûlullah’ın (s.a.v.) Çocuklarla Olan Birlikteliğine Pratik Bir Örnek. 35
IV- Ahlâkî Yapı36
Giriş:36
I- Ahlâk Ve Âdap. 37
A. Çocuklara Âdap Kazandırma Konusundaki Rivayetler37
B- Selef Hayatından Örnekler:38
C- Çocuklar İçin Nebevî Âdabın Türleri38
1-Ana Babaya Karşı Âdap. 38
A) Ana Babaya Hitap Şekli:39
B) Ana-Babaya Bakma Âdabı39
2- Âlimlere Karşı Âdap. 39
A) İlgili Rivayetler:40
B) Selef Çocuklarının Alimlere Karşı Âdabından Örnekler:40
3- Saygı Âdabı40
4- Kardeşlik Âdabı:41
5- Komşu Âdabı:41
6- İzin İsteme Âdabı:41
7- Yemek Âdabı42
8- Kılık-Kıyafet Âdabı:43
A) Saç Ve Traş Âdabı:43
B) Elbise Adabı:44
9- Kur’an Dinleme Adabı:44
II- Doğruluk Ahlakı:44
III- Sır Tutma Ahlâkı45
IV- Güven Ahlâkı:45
V- Kin Ve Öfkeden Kurtulma Ahlâkı:45
VI- Çocuklara Karşı Rasûlüllah’ın (s.a.v.) Ahlâkından Pratik Bîr Örnek. 46
V- Duygusal Ve Psikolojik Yapısı46
Giriş:46
I- Çocukları Öpmek, Şefkat Ve Merhamet Göstermek. 46
II- Çocuklarla Şakalaşmak:48
III- Çocuklara Hediye Vermek:49
IV. Çocuğun Başını Sıvazlamak. 49
V. Çocuğu Güzel Karşılamak. 50
VI. Çocuğun Durumunu Sormak Ve Araştırmak. 50
VII. Kız Çocuğuna Ve Yetime Özel İlgi Göstermek. 50
A. Kız Çocuğunun Eğitimi51
1- Kız Çocuğundan Hoşlanmamanın Yasaklanması51
2- Kız Çocuğu İle Oğlan Çocuğu Arasında Eşit Davranmak. 52
3- Kız Çocuklarından Dolayı Elde Edilen Eğitim, İyilik Ve Sabır Sevabı52
B. Yetim Kız Ve Oğlan Çocuğunun Eğîtimi53
1- Yetime Bakmanın Ve Onu Eğitmenin Sevabı53
2. Yetîmîn Malını Korumak Ve Onun Namına Ticaret Yapmak. 54
3. Yetimlerini Terbiye Eden Ve Evlenmeyen Ananın Sevabı55
VIII. İfrat Ve Tefrite Düşmeden Çocuk Sevgisinde Denge. 55
VI- Fizîksel Yapı60
Giriş:60
I- Çocuğun Yüzücülük, Atıcılık Ve Biniciliği Öğrenme Hakkı:61
II- Çocuklar Arasında Spor Yarışmaları Düzenlemek. 61
III- Yetişkinlerin Çocuklarla Birlikte Oyun Oynaması:61
IV- Çocukların Çocuklarla Birlikte Oynaması62
V- Çocuklar Îçîn Sporun Faydaları63
VII. İlmî Ve Fikrî Yapı63
Giriş:64
I- Çocuğa İlim Sevgisini Ve Âdabını Kazandırmak:64
II- Çocuğun Bir Miktar Kur’an Ve Sünnet Ezberlemesi65
III- Eğitim İçin İyi Bir Hoca Ve İyi Bir Okul Seçilmesi:66
IV-Çocuğun İyi Derecede Arapça Öğrenmesi:68
V- Çocuğun Îyi Derecede Yabancı Bîr Dil Öğrenmesi69
VI- Çocuğun İlgi Ve Kabiliyetine Göre Yönlendirilmesi:70
VII. Evde Îyi Bîr Kütüphanenin Oluşturulması Ve Bunun Çocuğun Yapısı Üzerindeki Tesiri:70
VIII. İlîm Talebi Ve Tahsili Konusunda İslam Alimlerinin Çocukluk Yılları:71
IX. Îlim Ve Kur’an Ehlî, Rasûlüllah’a (s.a.v.) Hizmet Aşkıyla Tutuşan Mücahid Bîr Çocuğa Örnek:73
VIII. Sağlık Yapısı73
Giriş:73
A. Çocuğun Sağlık Yapısının Esasları:74
1. Çocuğa Yüzücülük, Atıcılık, Binicilik, Güreş Tutuşturmak Ve Koşuculuk Gibi Spor Dallarının Kazandırılması:74
2. Çocuğun Misvak Sünnetine Alıştırılması:74
3. Çocuğun Tırnak Temizliği Ve Genel Temizliğe Dikkat Etmesi:74
4. Yemede-Îçmede Hz. Peygamberin Sünnetlerine Uyulması:75
5. Çocuğun Sağ Yanı Üzerine Uyuması:75
6. Çocuğun Tabîi Tedavi Şeklini Öğrenmesi:75
7. Yatsıdan Sonra Uyumak Ve Sabah Namazı İçin Erken Uyanmak:75
8. Çocukları Bulaşıcı Hastalıklardan Uzak Tutmak:76
9. Nazardan, Cin Ve Şeytanın Kötülüğünden Korumak İçin Çocuklara Okumak:76
B. Nebevi Tedavi Usulleri76
1. Hasta Çocuğun Tedavisini Hızlandırmak:77
3. Ûd-i Hindî Île Tedavi:77
4. Kan Aldırma Ve Yürümekle Tedavi:78
5. Duâ Ve Nefes Etme (Rukye) İle Tedavi:78
6. Nazardan Korunmanın Yolu:79
7. Kur’an Ayetî Ve Hadisin Dışında Çocuğa Muska Takmanın Yasaklanması:79
IX. Cinsel Terbiye. 79
Giriş:79
1. Yatak Odasına Gîrerken Çocuğun Îzîn İstemesi:80
2. Çocuğun Bakılması Yasak Olanlardan Gözünü Çevirmeye Ve Mahrem Yerlerini Korumaya Alıştırılması:80
3. Yatakların Ayrılması:81
4. Çocuğun Sağ Yanı Üzerine Uyuması Ve Yüzükoyun Yatmaktan Uzak Tutulması:82
5. Çocuğun Karşı Cinsiyle Beraber Olmaktan Ve Cinsel Duyguyu Tahrik Eden Unsurlardan Uzak Tutulması:82
6. Mümeyyiz Çocuğun Guslün Farzlarını Ve Sünnetlerini Öğrenmesi:82
7. Mümeyyiz Çocuğun Nur Suresini Ezberlemesi, Mânâ Ve Hükümlerinin Öğretilmesi:83
8. Cinsel Arzunun Açığa Vurulması Ve Fuhuştan Sakındırmanın Yolu:83
9. Erken Evlilik:84
10. Ergenlik Belirtileri:85
İKİ YAŞINDAN BULÛĞ ÇAĞINA KADAR ÇOCUĞUN ŞAHSİYET YAPISI

Giriş

Dengeli bir şahsiyet, fert ve toplumların hayatında oldukça etkili­dir. Böyle bir insan kimliği, ancak her bakımdan yönlendirilip ve çok yönlü olarak eğitime tâbi tutulmakla olgunlaşır.
Tarihin akışını düşündüğümüz zaman, güçlü bir şahsiyeti inşa et­menin önemini görürüz. Rabbânî metoddan sapmış ve dejenere olmuş yapıyı güç ve kuvvet olmadan değiştirmek mümkün değildir. Ancak bi­linmelidir ki, inşa olmadan güç ve kuvvet olmaz, eğitim ve altyapı hazırlığı olmadan da sözkonusu şahsiyetin inşası gerçekleşmez.
Eğitime yönelik en ucuz yatırım alanı, canlı varlıklar içinde en uzun süre olan çocukluk dönemidir, insan yavrusu esneklik, duruluk ve fitrîlikte diğer canlılardan ayrılır. Uzun bir zamanı içine alan çocukluk döneminde eğitimci, çocuğun gönlüne istediğini eker, çizdiği plana göre onu yönlendirir, onun güç ve yeteneklerini tanır ve mümkün olduğu ka­dar çocuğu geleceğinden haberdar eder. Eğitimci gereken ihtimamı göstermek suretiyle çocukluk döneminin temelini ne kadar sağlam atar­sa, gençlik devresinde çocuk, meydana gelebilecek sarsıntılar karşısında o kadar dayanıklı ve sağlam olur.
Bu sebeple, aktif bir babanın asıl iş ve görevi, eğitimciler ve çocuklar için faydalı olacak bilgi ve malzemeleri örneklerle ortaya koy­an bu bölümden itibaren başlar. Konular ele alınırken, imkân nisbetinde fazla sözden ve felsefeden uzaklaşılmıştır. Bununla da, canlı örneklerin ders ve ibret için en iyi yol olacağı hedeflenmiştir. Bu örnekleri güzel bir şekilde çocuklara sunmak, -inşaallah- iyi ve olumlu sonuçlar verecektir. Bundan dolayı İbn Sina “Siyaset” adlı kitabında şöyle demektedir: “Çocuk sütten ayrılınca, kötü huy ve alışkanlıklar ona musallat olmadan önce velisi âdab ve ahlâk eğitimine başlar.”
Bu safhada çocuğun henüz küçük olduğu düşüncesi ve buna bağlı olarak da eğitiminin ihmal edilmesi doğru değildir. Sütten kesilen çocuğun artık yönlendirilmesi, irşad edilmesi, emir ve yasağın hatırlatılması, teşvik edilmesi ve sevindirilmesi, korkutulması ve yerine göre ayıplanması gerekir.
Şimdi, çocuğun şahsiyet yapısının esaslarını tanımaya çalışacağız. Bu esasların başında itikadı yapısı gelmektedir.
“Kıyamet gününde, “biz bundan habersizdik” demeyesiniz diye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden nesillerini çıkardı. Onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da, evet (buna) şahit olduk, dediler. Veya “Daha önce babalarımız Allah’a ortak koştu, biz de onlar­dan sonra gelen bir nesildik. Kötülerin yaptıkları yüzünden bizi helak edecek misin?” dememeniz için (böyle yaptık). Belki dönerler diye ayetleri böyle detaylı olarak açıklıyoruz.”[1]

I- İtikâdî Yapısı

Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere; hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine iman etmekten oluşan İslam akaidi, gözle görülmeyen “ğaybî” bir özelliğe sahiptir. Bu iman esaslarını kişi çocuğuna nasıl sunacak? Bunlar karşısında çocuğun tavrı ne olacak? Bu esasların ayrıntılarına nasıl girilebilir? İşte bütün bunlar ve bunlara benzer sorular karşısında ana baba şaşırır ve bu problemlere çözüm yolu bulmak ister. Ancak biz, bu inancın yerleştirilmesi hususunda, Rasûlullah’ın (s.a.v.) çocuklarla ilgili uygula­masından şu beş esası çıkarmaktayız:
A. Çocuğa kelime-i tevhidi telkin etmek.
B. Allah sevgisi, Allah’ın murakabesi, Allah’tan yardım dilemek, kaza ve kadere inanmak.
C. Peygamber (s.a.v.) sevgisini yerleştirmek.
D. Çocuğa Kur’an-ı Kerim’i öğretmek.
E. Çocuğun iman üzerinde sebatı ve bu uğurda fedâkârlığı.
İmam Gazzali, çocuğun imanına ihtimam göstermeye ve küçüklüğünden itibaren bunu telkin etmeye teşvik etmiştir. O, şöyle de­mektedir: “Bilin ki, imanla alâkalı sözünü ettiğimiz esasları ilk yetişme döneminde çocuğa takdim edilmelidir. Çocuğun ezberlediği bu esasların mânâ ve hikmeti, büyüdüğünde yavaş yavaş ortaya çıkar. Bu bakımdan çocuğa sırasıyla şunlar kazandırılmalıdır: Ezberleme, anlayış (fehm), inanç, kesin bilgi ve tasdik. Bir delil ve burhan olmadan çocuk bunları elde eder. İlk yetişme döneminde insan kalbinin herhangi bir delil veya burhana ihtiyaç duymadan imana açılması, yüce Allah’ın bir lütfudur.[2]
Sonra imam Gazzali, imanın yerleştirilmesi konusunda bize şu yolu göstermektedir:
“İmanını kuvvetlendirmek üzere çocuğun kelam ve tartışma meto­dunu öğrenmesi faydalı bir yol değildir. Aksine Kur’an tilaveti ve tefsiri, hadis ve hadisin mânâlarıyla, ibadetlerle meşgul olur. Böylece duyduğu ve okuduğu Kur’an ve Sünnet delilleriyle, gönlünde parlayan ibadetle­rin nur ve feyizleriyle çocuğun imanı devamlı kuvvet kazanır.”
Zira her çocuk, iman fitratı üzere doğar. Nasıl doğmaz ki? “Kı­yamet gününde, “biz bundan habersizdik” demeyesiniz dîye Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden nesillerini çıkardı. Onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da, evet (buna) şahit olduk, dediler.”[3]
Şu hadis-i kudsî bu noktayı çok güzel açıklamaktadır: “Ben kul­larımı hanîf (her türlü kötülükten uzak, doğru ve mükemmel) olarak yarattım. Ama onlara şeytanlar gelerek dinlerinden çevirdiler. Benim helal kıldıklarımı onlara haram kıldılar.”[4]
Molla Aliyyü’1-Kârî, “Her çocuk, fitrat üzere doğar” hadisini şöyle açıklamaktadır: “Çocuk, tevhid ve marifet (Allah’ı birleme ve tanıma) fıtratı üzere doğar. Bu demektir ki çocuk, tabiat ve karakteriyle başbaşa bırakılırsa, kendiliğinden iman yolunu seçecektir. Çünkü o, şeriatı ka­bullenmeye hazır bir yapıda yaratılmıştır. Çocuk kendi haline bırakılırsa, öz ve fıtratına sarılmayı sürdürür ve başka birşeye meylede­rek ondan ayrılmaz.
Hadisi şu şekilde anlayan da olmuştur: Her çocuk Allah’ı tanımak ve O’nu ikrar etmek üzere dünyaya gelmiştir. Bu durumda sen, Allah’ın “yaratıcı” olduğunu -O’na başka isim verse de- ikrar ve itiraf etmeyen bir kimse göremezsin. Bu görüş, imam Ebu Hanife’nin şu sözüne de uy­gun düşmektedir: “Peygamberlerin gönderildiğini bilmezse bile, her mükellef insanın yalnız kendi aklıyla Allah’ı tanıması vaciptir.”[5]
Kur’an sayfalarını şöyle bir düşündüğümüz zaman, rasûl ve nebilerin, çocuklarının iman selameti için gereken hassasiyeti gösterdiklerini görüyoruz. Mesela Allah Tealâ şöyle buyurur: “Bunu (müslüman olmayı) İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti. Ya’kub da: “Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. O halde sa­dece müslümanlar olarak ölünüz (dedi).”[6]
Lokman da (a.s.) oğluna şu vasiyette bulunmaktadır:
“Yavrucuğum! Yaptığın iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa dahi ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin altında bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Şüphesiz Allah, latiftir; herşeyi görüp bilmektedir ve herşeyden haber­dardır.”[7]
Biz, ihlas sûresinin aklî itikadı, Kafirûn sûresinin de amelî itikadı temsil ettiğini düşünüyoruz. Her ikisi de, inançtan bahseden kısa sûrelerdendir. Burada aynı zamanda, hafızaları yeni gelişen ve nefesle­ri kısa olan çocukların bu sûreleri kolaylıkla ezberlemelerine bir işaret bulunmaktadır. Rasûlullah (s.a.v.), devamlı İslama davet etmek suretiyle çocuklara ihtimam göstermiş, hattâ O, bir neslin inşasında kendi usûlünü ortaya koymuştur. Kendisinin davetine iman eden Ebu Talib’in oğlu Ali’ye kucak açmıştı. Oysa o sırada Ali, on yaşını aşmamıştı. Rasulüllah (s.a.v.) hasta çocukları ziyareti esnasında, baba­larının huzurunda onları İslama davet ederdi.
Rasulüllah’ın (s.a.v.) yahudi bir komşusu vardı. Ahlâkı da pek fena değildi. Bir gün hastalanınca Peygamber (s.a.v.), ashabıyla bir­likte onu ziyaret etti. Peygamber (s.a.v.) hastaya: “Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şehadet eder misin?” dedi. Hasta babasına baktı. Hem babası hem de delikanlı sükût etti. Rasulüllah (s.a.v.) davetini tekrarlamaya devam etti. Nihayet üçüncü davette babası “Sana söylediğini söyle” dedi. Oğlu da öyle yaptı ve he­men öldü. Yahudiler ölüye sahiplenmek isteyince Rasulüllah (s.a.v.): “Artık biz buna sizden daha yakınız” buyurdu ve hemen onu yıkadı, ke­fenlendi, güzel kokular saçtı ve cenaze namazını kıldı.[8]
Selef-i salih de çocukları İslama davet hususunda ihtimam göstermeyi sürdürmüştür. Ömer b. el-Hattab (r.a.), yönetimi altında bulunan topraklarda çocuğunu yahudileştirecek bir yahudiyi, hıristiyanlaştıracak bir hırıstiyanı bırakmamıştır.[9]
Tağlib kabilesinden bir adam Hz. Ömer’e gelmişti. Hz. Ömer ona “Şüphesiz cahiliye döneminde sizin bir payınız vardı. Şimdi de İslâm’dan payınızı alın” dedi ve cizyelerini bir kat artırmaları, çocuklarını da hırıstiyanlaştırmamaları üzerine onunla anlaşma yaptı.[10] Gerçekte Hz. Ömer bunu Rasulüllah’ın (s.a.v.) izinden gitmek için yapmıştı.
Ali b. Ebî Talib anlatıyor: Rasulüllah’ın (s.a.v.) yanında bulunuy­ordum. O, çocuklarını vaftiz etmemeleri, aksi halde ahidnamenin bo­zulması şartıyla Tağliboğulları hırıstiyanlarıyla anlaşma yaptı. Râvî Hz. Ali der ki: “Eğer onlar bu anlaşmaya bağlı kalmasalardı Rasulüllah (s.a.v.) onlarla mutlaka savaşırdı.”
İşte Mücahid! Hıristiyan hizmetçisine o şöyle der: “Ey Cerîr! Müslüman ol! Sonra da onlara böyle denildiğini söylerdi.”[11]
Bütün bu söylenenler, gelecek nesillerin, onların yönetici ve bil­ginlerinin çocuklara gereken ihtimamı göstererek onları şiddetli fırtınaların kasıp kavuracağı, şer odaklarının ve küfür propagandacılannın kucaklarına düşecek şekilde başıboş bırakmamaları için bir uyarıdır. Çalışmak, ciddiyet, süreklilik ve kaliteli eğitimle İslâm ümmetinin, içine düştükleri vartadan ve gaflet uykusundan uyanma­larını niyaz ediyoruz.[12]

A. Çocuğa Kelime-i Tevhidi Telkin Etmek:

İbn Abbas’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınızı (n ağzını) ilk olarak kelime-i tev-hid; “lâ ilahe illallah” sözüyle açınız, ölüm anında onlara “la ilahe illallah” sözünü telkin ediniz.”[13]
Selef de çocuğa ilk olarak kelime-i tevhidi öğretmeyi ve bunu yedi kez söyletmeyi müstehap görürdü. Bu durumda çocuğun konuştuğu ilk şey “lâ ilahe illallah” sözü olurdu.[14]
İbnu’l-Kayyim (r.a.), “Ahkâmu’l-Mevlûd” adlı eserinde şöyle de­mektedir: Çocukların konuşma zamanı geldiği zaman onlara “lâ ilahe il­lallah Muhammedun rasûlullah” sözü telkin edilmeli, ilk öğretilen ve duyurulan şeyler şu hususlar olmalıdır: Yüce Allah’ı tanımak ve birle­mek (ma’rifet ve tevhid), Arş üzerinde bulunan Allah’ın kendilerini görmesi ve sözlerini işitmesi, nerede olurlarsa olsunlar Allah’ın kendile­riyle beraber olduğu İsrail oğulları çoğu zaman çocuklarına “ilahımız bi­zimle beraberdir” mânâsına gelen bir tabir öğretiyorlardı. Bundan do­layı isimlerin Allah’a en sevimli olanı Abdullah ve Abdurrahman olmuştur. Böylece çocuk bu ismi öğrenir ve kendisinin Allah’ın kulu, Allah’ın da kendisinin rabbi olduğunu düşünür.”
Abdulkefim Ebu Ümeyye der ki: Rasûlüllah (s.a.v.) Haşim oğullarından konuşmaya başlayan çocuğa yedi kez şu ayeti öğretir ve okuturdu: “Çocuk edinmeyen, yönetim ve hakimiyette ortağı ol­mayan, acizlikten ötürü bir dosta da ihtiyaç duymayan Allah’a hamd olsun! de ve tekbir getirerek O’nu yücelt.”[15]
İbn Zafer el-Mekkî, çocuğun sıkça kelime-i şehadet getirmesiyle il­gili güzel bir kıssa nakleder:
Bana ulaştığına göre, Süleyman’ın babası Davud b. Nusayr et-Tâî, beş yaşına gelince babası onu eğitici bir hocaya teslim etti. Hocası he­men Kur’an telkin etmeye yani, ezberlemesi için çocuğa dilden Kur’an öğretmeye başladı. Hocası da bu hususta çok başarılı idi. Çocuk İnsan Sûresini öğrenip ezberleyince, cuma günü anası onu bahçeye yönelmiş, düşünceli ve eliyle işaret ederken gördü. Anası çocuğun aklını yitirme­sinden korktu ve (kocasına): “Ey Davud! Kalk, çocuklarla oyna!” diye seslendi ama kocası ona cevap vermedi.
Bunun üzerine anası çocuğunu kucakladı ve “vay” oğlum!” diye sızlanınca oğlu:
“Anacığım! Sana ne oluyor, bir şeyin mi var?” dedi. Anası:
“Aklım nerede?” dedi. Çocuk:
“Allah’ın kullanyla beraberdir” deyince, anası onların nerede olduğunu sordu. Çocuk:
“Cennette” cevabını verince anası, onların ne yaptıklarını sordu. Çocuk:
“Orada koltuklara yaslanmış olarak bulunurlar. Orada ne yakıcı sıcak, ne de dondurucu soğuk görürler”[16] cevabını verdi. Sonra san­ki bir şey düşünüyor gibi gözlerini dikerek sûreye devam etti, hattâ “sizin gayret ve çalışmanız karşılığını bulmuştur” ayetine kadar geldi. Sonra da:
“Ey anacığım! Onların gayret ve çalışması neydi?” dedi. Anası ne cevap vereceğini bilemedi. Bunun üzerine anasına şöyle dedi: ‘Yanımdan kalk da onların yanında biraz gezineyim.” Anası da hemen kalktı, babasına haber gönderdi ve ona çocuğunun durumunu bildirdi. Babası oğlu için şunları söyledi: “Ey Davud! Onların gayret ve çalışması kelime-i şehadet yani, “la ilahe illallah Muhammedün rasûlüllah” sözünü söylemeleriydi” dedi. Çocuk, zamanının büyük bölümünde bunu söylerdi.
Rasûlüllah (s.a.v.), kendisine peygamberlik geldiğinde, davetiyle Çocukları imandan uzaklaştırmadı aksine, grup ve hizip davetlerindeki dar görüşlülüğü aşarak Ebu Talih’in oğlu Ali’ye gitti. O zaman Ali on yaşını geçmemişti. Peygamber (s.a.v.) onu imana davet etti. O da iman etti ve Mekke yollarında babasından ve yakınlarından gizli olarak na­maza çıkarken Rasûhıllah’tan (s.a.v.) ayrılmadı.
Bir gün Ebu Talib, Peygamber (s.a.v.) ile oğlu Ali’yi namaz kılarlarken görünce Rasûlullah’a (s.a.v.) şöyle konuştu: “Ey kardeşimin oğlu! Tatbik ettiğini gördüğüm bu dinin mahiyeti nedir?” Rasûlüllah da (s.a.v.) ona şu cevabı verdi: “Ey amcam! Bu Allah’ın dinidir, melekleri­nin, peygamberlerinin ve babamız ibrahim’in dinidir. Allah beni kullanna elçi olarak gönderdi. Sen, hidayete davet ettiklerim ve öğüt ver­diklerimin en uygun olanısın. Ayrıca sen, bana icabet eden ve bana yardım edenlerin en layık olanısın.” [17]
Mevâlî (azatlı köleler) den ilk müsluman olan Zeyd b. Harise’dir. [18]Zeyd, Hz. Hatice’nin amcası Hakîm b. Hızâm tarafından Şam’dan getirilen esirler içinde bulunuyordu. Hz. Hatice onu kendisine hizmetçi olarak seçti. Rasûlullah da (s.a.v.) Hz. Hatice’den onu istedi. Hemen onu azad etti ve evlatlık edinerek terbiye etti. işte Rasûlullah (s.a.v.) yeni islam toplumunun temelini atarken çocuklara gereken ihtimamı göstererek bu yeni davetine başladı. Hattâ öyle oldu ki Hz. Ali, hicret gecesinde Rasûlullah’m (s.a.v.) evinde uyumak suretiyle O’nu savunma şerefine nail oldu. Doğacak olan yeni islam toplumunun kurucuları ve istikbalin komutanları olmaları için gelişmekte olan çocuklara uyguia-nan peygamberi eğitim işte budur. Hicrî 15. asrın çağdaş islamî hareke­tinde de, islamın ilk döneminde uygulanan metodun farkına bir varabilsek![19]

B. Allah Sevgisi, Allah’ın Murakabesi, Allah’tan Yârdım Dilemek, Kaza Ve Kadere İnanmak

Her çocuğun, kendine has psikolojik, sosyal, ekonomik ve okulla il­gili problemleri vardır. Bu problemlerin ağırlığı çocuktan çocuğa değişir. Bu problemleri çocuk bilinçli veya bilinçsiz bazan açıklar. Bu durumda onun iç dünyasının tedavisi hangi yolla mümkündür? Eğer varsa acı, sıkıntı ve problemleri hangi metodla hafifletilebilir?
Bütün bunlar, Allah sevgisini, O’ndan yardım dilemeyi ve O’nun murakabesini gönüllere yerleştirmekle, kaza ve kadere iman etmekle mümkündür. Bu, Rasûlullah’m (s.a.v.) metodudur; başka birisi ta­rafından ortaya konulmuş bir yol değildir. Ruhunda bu sevginin ve yardım dileme şuurunun derinleştirilmesiyle, kalbinde bu murakabenin kökleştirilmesiyle ve gönlüne kaza ve kadere imanın yerleştirilmesiyle çocuk, şu anda çocukluk hayatıyla, bundan sonra da babalık veya analık hayatıyla mücadele edebilir. [20] .

1. Çocukların Bu Esasa Teşvik Edilmesiyle İlgili Hadisler:

İbn Abbas (r.a.) der ki: Birgün Peygamber’in (s.a.v.) terkisinde idim. Şöyle buyurdu: “Yavrum! Sana birkaç söz öğreteyim: (Emir ve yasaklara riayet etmek suretiyle) Allah’ı gözet ki, Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki, O’nu karşında bulasın, istediğin zaman Allah’tan iste. Yardım dilediğin zaman Allah’tan dile. Şunu bil ki, bütün insanlar toplanıp sana bir fayda sağlamaya çalışsalar, Allah’ın sana takdir ettiği kadar fayda sağlaya­bilirler. Onlar sana bir zarar vermek üzere biraraya gelseler, Allah’ın sana takdir ettiği kadar zarar verebilirler. Kalemler (olacak şeyleri yazdıktan sonra) kaldırılmış, sahifeler de (üzerindeki yazılar tamamlanmış olup) kurumuştur.”
Hadisin başka bir rivayetinde şu ziyade bulunmaktadır: “Allah’ı gözet ki, O’nu önünde bulasın. Bol ve geniş zamanında kendini Allah’a tanıt ve sevdir ki, O da seni sıkıntı durumunda tanısın. Şunu bil ki, başına gelmeyecek olan şey sana isabet edecek değildir. Sana isabet edecek olan şeyden de kurtulacak değilsin. Bil ki, yardım sabırla, ferahlık üzüntüyle beraberdir. Her zor­luğun yanında mutlaka bir de kolaylık vardır.” [21]
Çocuk bu hadisi ezberler ve iyi anlarsa, artık tüm hayatının akışı içinde ona hiçbir şey engel olamaz. Şimdi soruyor ve diyoruz ki, klasik ve çağdaş hangi eğitim sistemi çocuğa bu hadisin kazandırdığı ruh ve şuuru verebilir?
Şüphesiz ifade ettiği mânâ ve verdiği mesajla bu hadis, çocuğun problemlerinin çözümünde ve çocuğun daha ileriye adım atmasında büyük bir güce ve etkiye sahiptir. Sahabenin çocukları bu nebevî tali­matı almışlar; başlarına gelen musibetler karşısında Allah’tan yardım istemişler, günahtan vazgeçmenin de kulluk yapabilmenin de Allah’ın yardımı ile mümkün olduğuna inanmışlar, üzüntü ile birlikte bir fe­rahlık ve zorlukla birlikte bir kolaylık olduğuna iman etmişlerdir.
İşte size bu konuda teorik değil pratik örnekler:
Adem b. Ebî İyas, Tefsir’inde Muhammed b. İshak’tan şu olayı nakletmektedir: Malik el-Eşcaî, Peygamber’e (s.a.v.) gelerek şöyle der: “Oğlum Avf esir alındı.” Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) ona şöyle dedi:
“Ona bir elçi gönder. Elçi ona: Rasûlullah (s.a.v.) senin “la havle ve la kuvvete illa billah” sözünü çok söylemeni emrediyor, desin. Elçi ona geldi ve durumu bildirdi. Avf da hemen “la havle ve la kuvvete illa billah” demeye başladı. Avf’ı sırımla/kamçıyla bağlamışlardı. Avf’ın sırımı aniden çözüldü ve dışarı çıktı. Hemen dışarda onlara ait bir deve gördü ve deveye bindi. Avf kendini birden, kendisini bağlayan insan­ların avlusunda bulunca bağırdı. Bunun üzerine onların hepsi onu takip etti. Ama o bir anda ana babasına yetişerek kapıdan seslendi. Babası oğlunu görünce “Kabe’nin sahibi olan Allah’a yemin ederim ki bu Avf’tır” dedi. Anası da ‘Vah vah! Avf, gördüğü acı ve ıstırabdan dolayı perişan!” dedi. Babası ve hizmetçi hemen ona doğru koştular. Derken Avf, babasına olup bitenleri anlattı. Sonra babası Rasûlullah’a (s.a.v.) gelerek Avf’ın ve devenin durumunu haber verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):
“Deve hakkında istediğini yap! Deveni sen var etmiş değilsin” buyurdu ve şu ayet nazil oldu: “Kim Allah’tan korkar; takva sahibi olursa; ona bir çıkış yolu sağlar ve ona beklemediği yerden rızık verir.” [22]
Sehl b. Sa’d anlatıyor1: Ensardan bir genci Cehennem ateşinin kor­kusu sarmıştı. Ateş sözkonusu edildiği zaman ağlardı. Nihayet bu hâlet-i ruhiye onun, evinden çıkmasını engelledi. Durum Peygamber’e (s.a.v.) iletilince hemen gencin evine geldi. Rasûlullah (s.a.v.), yanına varınca genç boynuna sarıldı ve öldü. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Arkadaşınızı (defnetmek üzere) hazırlayın! Zira Cehennem korkusu onu müthiş etkiledi ve ölümüne sebep oldu.” [23]
Şu örnek de, selef-i salihinin imanın kalbe yerleştirilmesine ve iman zevkine gösterdikleri önemi, buna giden yolun da kaza ve kadere kesin olarak inanmaktan geçtiğini ifade eder. Ölümden önce en zor şartlarda olsalar bile selefi salihinin bu konuda çocuklarını uyardıklarını ve yönlendirdiklerini görmekteyiz:
Velid b. Ubade anlatıyor: Hasta yatan (babam) Ubade’nin yanına varmıştım. Artık onun ölebileceğini düşünerek: Babacığım! Bana emir ve vasiyyette bulun! dedim. Bunun üzerine babam “Beni oturtunuz!” dedi. Yanındakiler onu oturtunca şöyle dedi: “Yavrucuğum! Kadere; hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmadıkça sen, iman zevkim tadamazsın ve tam manâsıyla Allah’ı bilme gerçeğine ulaşamazsın.” Dedim ki: Babacığım! Hayır ve şerrin mahiyetini nasıl bilirim? Bu suâle babam şu cevabı verdi: Bilmelisin ki, başına gelmeyecek olan şey sana isabet edecek değildir. Sana isabet edecek olan şeyden de kurtulacak değilsin. Yavrucuğum! Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim: “Allah’ın yarattığı ilk şey kalemdir. Sonra kaleme “yaz” dedi. O da derhal kıyamete kadar olacak şeyleri yazdı.” Yavrucuğum! Bu inançta olmadan eğer ölürsen, Cehenneme girersin.” [24]

2. Selef-i Sâlihin Hayatından Pratik Örnekler:

a) Müminlerin emiri Hz. Ömer yolda yürüyordu. Bir grup çocuk da yolda oynuyordu. Çocuklar Hz. Ömer’i görünce biri dışında -ki o da Abdullah b. ez-Zübeyr’dir- hepsi kaçtı. Hz. Ömer bu durum karşısında şaşırdı ve kaçmamasının sebebini çocuğa sorunca, çocuk şu cevabı verdi: “Bir suç işlemedim ki senden kaçayım! Senden korkmuyorum ki yolunu genişleteyim!” [25]
b) İbn Ömer bir yolculuk esnasında koyun güden bir köle gördü. Ona “Şu koyunlardan birini satar mısın?” dedi. O, “Koyunlar benim değil” cevabını verince, İbn Ömer: “Sahibine koyunlardan birini kurdun kaptığım söyle!” dedi. Bunun üzerine köle ona şu karşılığı verdi: “Allah nerede?! (O bizi görüyor).” Artık ondan sonra bir süre İbn Ömer, o kölenin söylediği “Allah nerede?” sözünü tekrar etti. [26]
Bir hoca, öğrencilerinden birisine daha çok sevgi ve alâka gösterirdi. Diğer öğrenciler hocalarından bunun sebebini öğrenmek is­teyince, hocaları bunu size açıklayayım diyerek öğrencilerinden her bi­rine bir kuş verdi ve hiçbir kimsenin görmeyeceği yerde bunu kes, dedi. Özel sevgi ve alâka gösterdiği öğrenciye de aynı şekilde bir kuş verdi. Hepsi gitti ve her biri kuşunu kesmiş olarak döndü. O özel öğrenci ise kuşu canlı olarak getirdi. Hocası, “Bari kesseydin ya?” deyince, öğrenci “Sen hiçbir kimsenin görmeyeceği yerde onu kesmemi bana emrettin. Ben ise hiçbir kimsenin göremeyeceği bir yer bulamadım” dedi. Bunun üzerine hoca, “işte bunun için ona özel sevgi ve alâka gösteriyorum” dedi. [27]
c) İmam Gazzali; İhya’smda şu güzel kıssayı nakleder:
Sehl b. Abdillah et-Tüsterî der ki: Ben üç yaşımda iken gece kalkar, dayım Muhammed b. Sevvar’ın namazına bakar ve dikkatle iz­lerdim. Bir gün dayım bana: “Seni yaratan Allah’ı zikretmez misin?” dedi. Ben, isterim, ama “O’nu nasıl zikredeyim” dedim. O, “elbiselerini değiştirip yatağına girince dilini oynatmadan kalbinle üç defa “Allah benimle beraberdir, Allah bana nazar etmektedir, Allah beni görmektedir” de! dedi. Ben de geceleri bunu söyledim sonra durumu ona bildirdim. O da bana “Bunu, her gece yedi defa söyle!” dedi. Ben de bunu söyledim sonra durumu ona bildirdim. Bu sefer o bana “Bunu her gece onbir defa söyle!” dedi. Ben de söyledim.
Sonra kalbimde bu işten dolayı bir haz duymaya başladım. Bir yıl sonra dayım bana şöyle dedi: “Sana öğrettiğim şeye sahip ol ve kabre gi­rinceye kadar ona devam et. Zira o dünya ve ahirette sana fayda verir.” Ben de senelerce bu zikre devam ettim ve nihayet onun hazzını sırrımda da duydum. Sonra dayım birgün bana “Ey Sehl! Allah’ın bera­ber olduğu, O’nun nazar ettiği ve gördüğü kimse O’na hiç âsi gelir; günah işler mi? Günah işlemekten sakın!” dedi. Birgün ben kendi ha­limde iken, ailem beni bir muallime göndermek istedi. Ben aileme, dik­katimin dağılmaması için, muallime, her gün bir saatlik dersten sonra bana izin vermesini tenbih etmelerini söyledim. Nihayet ben okula de­vam ettim. Kur’an okumasını öğrendim ve altı veya yedi yaşımda iken Kur’an’ı ezberlerdim. Bütün sene orucu tutuyordum. Azığım oniki sene arpa ekmeğinden ibaretti.
d) Haris el-Muhâsibî çocukken, hurma ticareti yapan bir adamın kapısı önünde oynayan bir grup çocuğa rastladı.
Onların oyununa bak­mak için durdu. Ev sahibi yanına aldığı hurmalarla dışarı çıktı ve Hâris’e:
“Şu hurmaları ye!” dedi. Haris:
“Bu hurmalar neyin nesidir?” sualini sorunca, adam şu cevabı verdi:
“Bir ara bir adama hurma satmıştım. Bunlar, onun hur­masından düşenler, dökülenlerdir.” Haris:
O adamı tanıyor musun? dedi. Adam:
Evet, dedi. Haris oynamakta olan çocuklara dönerek:
“Bu yaşlı adam müslüman mıdır?” dedi. Çocuklar:
“Evet öyledir” deyince, Haris o adamı bırakarak gitti. Adam he­men arkasından giderek Hâris’i yakaladı ve şöyle dedi:
“Vallahi, benim hakkımda içinden geçirdiğini söylemeden elimden kurtulamazsın.” Haris:
Ey yaşlı adam! Sen müslüman isen, nasıl çok susadığında suyu arayıp buluyorsan, mesuliyetten kurtulabilmen için hurmaların sahibi­ni de bul! Ey yaşlı adam! Müslüman olduğun halde, müslümanların çocuklarına haram yediriyorsun! dedi. Bunun üzerine adam şöyle dedi:
“Vallahi, bundan sonra artık böyle birşey yapmayacağım!” [28]

* * *

İbn Zafer el-Mağribî der ki: Bana anlatıldığına göre, Ebu’l-Huseyn Ahmed b. Muhammed en-Nûrî Kur’an okumasını öğrenince, dükkanda Kur’an okumayı sürdürdü. Sabah olunca eline defter-kalemi alır, Allah’ın kitabından bilmediklerini öğrenmek üzere çıkar ve kendisine söylenenleri not alırdı. Babası ise oğlunun ortadan kaybolmasını iste­mezdi. Onu bundan vazgeçirmeye çalışır, tehdid eder hattâ bazan da döverdi. Bir işe gönderdiği zaman oğlu yazı malzemelerini yanına alır, karşılaştığı alimlere sorardı. Babası bazan bu yüzden oğlunu döverdi. Birgün babası ona dedi ki:
“Şu ilminle neyi istediğini ah bir bilsem!” Bunun üzerine oğlu:
Ben Allah’ı bilmek ve (yakın olmak için) onu tanımak istiyorum” dedi. Babası:
O’nu nasıl tanırsın? deyince, oğlu:
Emir ve yasaklarını anlamakla O’nu bilirim, cevabını verdi. Babası:
Peki (yakın olmak için) O’nu nasıl tanırsın? deyince de, oğlu şu eevabı verdi:
Bana öğrettikleriyle amel etmek suretiyle O’nu tanırım.
Bu konuşmadan sonra babası oğluna şöyle dedi: “Artık varol­duğum sürece senin işine karışmayacağım.” [29]
e) Bu örnekleri, imam Ahmed b. Hanbel’in çocukluk dönemindeki takvasını anlatan bir olayla noktalamak istiyoruz:
Ahmed b. Hanbel’in amcası, bazı valilere Bağdat’ın ahvalini bildi­ren mektuplar gönderirdi. Maksadı da, halifenin olup bitenlerden ha­berdar olmasıydı. Bir defasında mektupları yeğeni Ahmed b. Hanbel ile gönderdi. Fakat o bunu yerine getirmekten çekindi/sakındı. O, müslümanlara gelmesi muhtemel bir zarara sebep olmaktan ve jurnal etmekten kaçındığı için mektupları suya attı. Onun bu soylu davranışı, ilim ve firaset sahibi birçok kişinin dikkatini çekti. Hatta el-Heysem b. Hanbel onun hakkında şunları söyledi: “Eğer bu delikanlı yaşarsa, za­manının insanlarına hüccet olacaktır.” [30]

C. Peygamber (s.a.v.) Sevgisini Yerleştirmek

Kelime-i şahadetin ikinci yarısı, yani “Muhammed (s.a.v.) Allah’ın elçisidir” sözü ancak peygamber sevgisiyle gerçekleşir. Selef ve onları takip eden müslüman nesiller, bu sevgiyi çocukların zihnine ve gönlüne yerleştirme hususunda gereken gayreti göstermişlerdir. Çünkü bu sev­giyle çocuğun his ve duygulan harekete geçer, islam! şuur ve hassasiye­ti artar, her türlü iyiliğe yönelir, tüm problemleri çözülür, maruz kaldığı bela ve musibetler önemsiz hale gelir.
Görülmektedir ki, genel olarak insan psikolojisi yetişme döneminde, çevresindeki en güçlü şahsiyete benzemeye çalışır. Hareket ve davranışında ona özenir, onu örnek ve model olarak kabul eder. îsiamî eğitim, büyük-küçük herkesin Rasulüllah’ın (s.a.v.) şahsiyetine bağlanmasını istemektedir. Çünkü O, sağlam bir model, değişmeyen ve alternatifi olmayan bir örnektir. O, istisnasız tüm insanların en kâmili ve bütün peygamberlerin en üstünüdür.
insan ruhunun dûçâr olduğu stres ve sıkıntılar, her tarafta yaygınlaşan psikolojik ve sinirsel rahatsızlıklar, işte bu sağlam model­den uzaklaşmanın ve Allah’ın Rasulünü örnek almamanın bir neticesi­dir. Yoldan çıkmış nesillerin, bir kimlik boşluğu/bunalımı içinde yaşadıklarını, mevsimden mevsime değişen, Rabbani yol ve metoddan tamamen uzaklaşmış, sapmış ve tükenmiş aktörlerin arkasında koştuklarını, kendilerine asrın mütefekkirleri ve aydınları adını veren -ki şeytan onların kafalarına üflemekte ve beyinlerini yıkamaktadır, on­lar da bunu parlak bir fikir sanmaktadır- bazı kişilere takıldıklarım müşahade ediyoruz. Böylece gelişmekte olan çocuğun, izinden gideceği sürekli ve canlı bir şahsiyetin ne kadar önemli olduğunu-görmekteyiz. Rasûlullah’a (s.a.v.) tabi olmaktan daha faziletli bir yol var mıdır?
1. Peygamber (s.a.v.) sevgisini yerleştirmekle ilgili hadisler:
Ali’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:
“Çocuklarınızı üç haslet üzerine terbiye edin: Peygambe­rinizin sevgisi, ehl-i beyt sevgisi ve Kur’an tilaveti.” [31]
Enes’den (r.a.) rivayet edildiğine göre de bir adam, Rasûlullah’a (s.a.v.) “Kıyamet ne zaman (kopacak)?” sualini sormuştu. Rasûlullah (s.a.v.) “Kıyamet için ne hazırladın?” deyince, adam “Hiçbir şey. Ancak ben Allah ve Rasulünü seviyorum” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) “sen sevdiklerinle berabersin” buyurdu.
Enes derki: “Ben Peygamber’i (s.a.v.), Ebu Bekir’i ve Ömer’i sevi­yorum. Onları sevmekle onlarla beraber olacağımı umuyorum.” [32] Malumdur ki Enes, henüz on yaşında küçük bir çocukken gelmiş ve on sene Rasûlullah’a hizmet etmiştir.
2. Peygamber (s.a.v.) sevgisini çocuklara nasıl yerleştirebiliriz?
Sahabe çocuklarının hayatını; onların peygamber sevgisini nasıl kazandıklarım ve hayatlarında peygamberlerinin herşeyden önemli ve değerli varlık haline nasıl geldiğini düşündüğümüzde, onların şu sıfatlarla muttasıf olduklarını görürüz:
a) Rasûlullah’ın (s.a.v.) sesine kulak vermek ve derhal emirlerini yerine getirmek:
Şüphesiz, verilen bir emri hemen yerine getirmek fazla sevgiden kaynaklanmakta ve sevginin bir delili ve göstergesi olmaktadır, işte Ebu Talib’in oğlu Ali (k.v.)… Peygamber’in (s.a,v.) İslama davetine he­men koşmuştu… Hem de hiç bir kimseye danışmadan. Çünkü mesele, iman ve akide meselesiydi. Herkesin yöneldiği bir yönü vardır. Herke­sin tercih ettiği bir akidesi vardır. O, henüz sekiz yaşında iken hem gizli ve hem de açık safhalarında ilk islam davetiyle birlikte yaşıyordu. Hem de bir korku ve ürperti olmadan Peygamber (s.a.v.) ve zevcesi Hatice ile birlikte Mekke yollarında gizli olarak namaz kılıyordu. Birgün ba­bası Ebu Tâlib onu görmüştü. Ama Ali hiç korkmuyor ve endişe etmi­yordu.
Sonra işte Enes (r.a.)… Küçük çocukken gelmiş on sene Rasûlullah’ın (s.a.v.) hizmetinde bulunmuş, çocukların nezdinde en çok sevilen şeyden uzak kalmış, fedâkârlık etmişti. Rasûlullah’ın (s.a.v.) se­sine kulak veriyor ve emrini derhal yerine getiriyordu. Hemen oyunu bırakıyor ve O’nun emrine itaat ediyordu. Enes der ki: “Rasûlullah (s.a.v.) bana uğramıştı. Ben de çocuklarla birlikte oyun oynuyordum. Bize selam verdikten sonra beni bir işi için gönderdi.”
Esasen bu, emir beklemenin de Ötesinde bir davranıştır. Sahabe­nin çocukları doğru ve gerçek sevginin doruk noktasına ulaşmıştı. Sev­gili peygamberlerinin ihtiyaçlarını gözetlerler, o konuşmadan veya birşey söylemeden hemen yerine getirirlerdi. Şüphesiz bu davranış pey­gamber sevgisinin değer ve boyutundan kaynaklanmaktaydı.
İbn Abbas der ki; Peygamber (s.a.v.) helaya girmişti. Ben de he­men abdest suyunu (hazırlayıp) yanına koymuştum. Bunun üzerine: “Bunu kim koydu?” buyurdu. Kendisine durum anlatılınca, “Allah’ım! Onu (İbn Abbas’ı) dinde derin anlayış (fekâhet) sahibi kıl” buyur­du. [33]
Enes de şöyle der: Rasûlullah (s.a.v.) helaya gelirdi. Ben ve Ensardan bir çocuk temizlik yapması için O’na bir su kabı (matara) götürürdük. [34]
Sahabe çocuklarının Rasûlullah’a (s.a.v.) bey’at etmesi de bir nevi hemen verilen bir emre koşmak demektir. Esma bint Ebi Bekr, hicret ettiğinde Abdullah b. ez-Zübeyr’e hamile idi. Küba’ya geldi ve orada Abdullah’ı doğurdu. Sonra lohusa iken tahnik[35] yapması için Rasûhıîlah’a (s.a.v.) gitti. Rasûlullah da (s.a.v.) ondan çocuğu aldı ve kucağına koydu. Sonra bir hurma istedi. Aişe der ki: Hurmayı arayıp bulmak için biraz bekledik. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.) hurmayı çiğnedi sonra onu çocuğun ağzına attı. Böylece çocuğun midesine inen ilk şey Rasûlullah’ın (s.a.v.) tükrüğü oldu. Esma şöyle devam etti: Sonra Rasûlullah (s.a.v.) çocuğu sıvazladı, dua etti ve ona “Abdullah” ismini koydu. Abdullah yedi veya sekiz yaşında bey’at etmek üzere Rasûlullah’a (s.a.v.) geldi. Bunu ona babası Zübeyr emretmişti. Rasûlullah, çocuğun kendine doğru geldiğini görünce gülümsedi. Sonra çocuk ona bey’at etti.” [36]
işte sahabe çocukları böyle peygamber sevgisiyle büyüdü. Tabii onları buna anaları ve babalan sevkediyordu. Bir kimse gençliğinde nasıl yetişmişse, ihtiyarlığında da öyle olur.
imam Nevevî, yukardaki hadis hakkında şunları söyler:
“Bu, tebrik ve teşrif (kutlama) bey’atıdır, teklif (sorumluluğu ge­rektiren mükellef olma) bey’atı değildir. Zira Abdullah, mükellef olma yaşının altındaydı. [37]
Rivayete göre, Rasûlullah (s.a,v.), Hasan, Hüseyin, Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. ez-Zübeyr dışında bir çocuktan bey’at almadı. [38]
b) Çocukların Peygamber’e (s.a.v.) eziyet eden düşmanlarla savaş etmesi:
Abdurrahman b. Avf (r.a.) diyor ki: Bedir savaşının yapıldığı mey­danın ortasında sağ yanıma bir çocuk dikilmiş: “Amcacığım! Bana Ebu Cehl’i göster” diyordu. Abdurrahman ona: “Yavrucuğum! Ebu Cehil’den sana ne! Ne yapacaksın onu?” deyince çocuk: “Vallahi eğer onu görürsem asla bırakmayacağım. Gerçekten o, Allah’ın Rasûlü’ne eza ve­riyordu” dedi. Gördüm ki sol yanımda bir çocuk da öncekinin sorduğunu soruyordu. Sonra savaş kızışıyordu. Abdurrahman b. Avf iki çocuğa yöneliyor ve onlara şöyle diyordu: “Aradığınız adam işte şu, işte Ebu Ce­hil!” Hemen ikisi küçük kılıçlarıyla Ebu Cehil’e koşarlar. Her ikisi de Allah ve Rasûlünün düşmanına önce vurma şerefine nail olmak istiyor­du, ikisi birlikte kuvvetli bir darbe indirince Ebu Cehil yere serilir. Bunun üzerine her ikisi de müjdeyi ulaştırmak için RasulüIIah’a (s.a.v.) koşuyor ve şöyle diyorlardı: “Onu öldüren benim ya Rasulallah!” Ra-sulüllah da (s.a.v.) onlara “Kılıçlarınızı bana gösterin bakalım!” der ve gerçekten de kılıçların üzerinde kan izi görünce onlara: “Evet, her ikiniz (birlikte) onu öldürmüşsünüz” der. [39]
Doğrudan veya dolaylı olarak Rasûlullah’a (s.a.v.) dil uzatan ve eziyet veren kimselere karşı mücadele konusunda selef-i salihin çocukları da aynı yolu takib etmişlerdir.
Bahreyn sakinlerinden bir grup çocuk, ucu eğri deynekle oynanan top oyunu oynamak için çıkmışlardı. Bahreyn piskoposu da orada otu­ruyordu. Birden top piskoposun kucağına düştü ve onu tuttu. Çocuklar topu ondan ne kadar istedilerse de vermekten çekindi, içlerinden bir çocuk, ”Muhammed (s.a.v.) hakkı için istersem onu bize verirsin değil mi?” dedi ama yine -Allah lanet etsin- piskopos vermedi ve Rasulüllah’a (s.a.v.) sövdü. Bunun üzerine bütün çocuklar deynekleriyle onun üzerine geldiler ve ölünceye kadar mel’un adama vurmaya devam ettil­er. Derken bu hâdise halife Ömer b. el-Hattab’a (r.a.) götürüldü. Yemin ediyorum, Hz. Ömer, çocukların bu piskoposu öldürmelerine sevindiği kadar hiç bir fetih ve elde edilen ganimete sevinmemişti. O şöyle dedi: Artık şimdi islam izzet buldu ve güçlendi. Peygamberlerine sövülen küçük çocuklar öfkelenmişler ve zafer elde etmişlerdir. Piskoposun kanı da heder olmuştur; herhangi bir diyet sözkonusu değildir. Allah Teâlâ daha iyi bilir. [40] Müslüman bir çocuk, Rasûlullah’a (s.a.v.) kötülük eden ve sû-i edepde bulunanlardan intikam alamazsa, fasıkların ve münafıkların sözlerini ve meydana gelen olayı Rasûlullah’a (s.a.v.) ve O’ndan sonra da mü’minlere nakleder.
Tefsir kitaplarında “Andolsun, en üstün olan en alçak olanı oradan elbette çıkaracaktır” [41]ayetinin nüzul sebebi hakkında İbn Sa’d ve İbn Ishak şu hâdiseyi nakletmektedir:
Rasûlullah (s.a.v.)[42] suyun yanında iken, su almaya gelen in­sanlar da gelip toplanmıştı. O esnada Hz. Ömer’le birlikte, Ğıfar oğullarından atam çeken işçisi Cehcâh b. Mes’ud da bulunuyordu. Der­ken Cehcâh ile Avf b. el-Hazrec oğullarının müttefiki Sinan el-Cühenî birbirini sıkıştırmışlar ye kavga etmişlerdi. Sinan “Ey Ensar yetişin!” diyerek, Cehcâh da “Ey muhacirler yetişin!” diyerek bağırmışlardı.
Bunun üzerine Abdullah b. Übeyy Ibn Selûl öfkelenmişti. Yanında da kavminden bir grup insan vardı. İçlerinde henüz yeni yetme bir çocuk olan Zeyd b. Erkam da bulunuyordu. Abdullah b. Übey “Onu yaptılar ha, öyle mi?” (Mekke’nin müslüman muhacirleri) şehrimizde sayıca bize rekabet ettiler ve bizim üzerimize geldiler. Vallahi, bizimle şu Kureyş kılıklıların durumu tıpkı adamın “Besle kargayı oysun gözünü!” sözüne benzemektedir. Ama vallahi eğer Medine’ye dönersek, elbette en üstün olan en alçak olanı oradan çıkaracaktır.” Sonra etrafındaki Medineli kavmine dönerek şöyle dedi: “işte bu, sizin kendi­nize yaptiklarmızdir. Onları memleketinize siz soktunuz ve mallarınızı onlarla siz bölüştünüz. Ama şimdi vallahi siz ellerinizdekini tutup onla­ra birşey vermezseniz, yurdunuzdan başka bir yere; kendi memleketle­rine dönerler.” Zeyd b. Erkam bütün bunları işitmişti. Hemen Rasûlullah’a (s.a.v.) gitti -ki o esnada Rasûlullah (s.a.v.) düşmanından uzaklaşmıştı- ve olup bitenleri O’na bildirdi.
c) Sahabe çocuklarının Peygamber’in (s.a.v,) sevdiği şeyleri sevmesi:
Enes b. Malik (r.a.) diyor ki: “Peygamber (s.a.v.) ile birlikte bir terzi çocuğun yanına girmiştik. Çocuk, Peygamber’e (s.a.v.) içerisinde tirit olan bir tabak sundu. Tiritin üzerinde kabak da bulunuyordu. Çocuk işine yöneldi. Derken Peygamber (s.a.v.) kabağı araştırmaya başladı. Bunu görünce ben de kabağı araştırmaya ve onu Peygamber’in (s.a.v.) önüne koymaya başladım. O zamandan beri ben kabağı hâlâ sevmekteyim.” [43]
d) Sahabe ve selef çocuklarının hadis-i şerifleri ezberlemesi:
Mahmud b. er-Rabî’ (r.a.) diyor ki: “Ben beş yaşımdayken Peygam­ber’in (s.a.v.) bir kovadaki sudan ağzına alıp yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum.” [44]
Hz. Ali’nin oğlu Hasan’a (r.a.) Rasûlullah’tan (s.a.v.) neyi ezberle­diği sorulunca şu cevabı vermiştir: Rasûlullah’tan (s.a.v.) şunu ezberle­dim: “Seni şüpheye’ düşüren şeyi bırak da düşürmeyene bak! Çünkü doğruluk rahatlıktır; sükun ve emniyettir. Yalan ise şüphedir.”[45]
Semura b. Cündeb diyor ki: Rasulüllah’ın (s.a.v.) zamanında ben bir çocuktum. Ondan (bazı hadisleri) ezberliyordum. Ancak beni burada söz söylemekten alıkoyan, benden daha yaşlı olan kimselerdir.”
îbn Abbas diyor ki: “Bir gece teyzem Meymune’nin yanında kaldım. Nihayet müezzin (Bilal) gelerek Rasûlullah’a (s.a.v.) sabah na­mazını haber verdi. Rasûlullah (s.a.v.) hemen namaza çıktı ve şöyle dua ediyordu:
“Allah’ım! Benim kalbime bir nur, dilime bir nur» kulağıma bir nur, gözüme bir nur, arkama bir nur, önüme bir nur, üstüme bir nur, altıma bir nur ver! Bana büyük bir nur ihsan eyle!” [46]
Ebu Cuhayfe anlatıyor: Peygamber (s.a.v.) Mekke’de Ebtah adı ve­rilen yerde kendisi için kızıl bir deriden yapılmış bir çadırın içinde iken yanına geldim. Derken Bilal, Peygamber’in (s.a.v.) abdest suyunu çıkardı. Orada bulunanlardan kimisi ondan hemen bir miktar su elde etmiş, kimisi de serpintisine nail olmuştu. Bilahare Rasûlullah (s.a.v.) kırmızı bir elbise (hülle) içinde çıktı. Onun inciklerinin beyazlığını hâlâ görür gibiyim. Abdest aldı, Bilal de ezan okudu. Ben onu şu tarafa bu tarafa yani, sağa ve sola dönerken takip etmeye başladım. “Haydi namaza haydi felaha!” diyordu. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) için (sütre olmak üzere) ucu demirli bir deynek dikildi. O da kalktı, ikindi namazım iki rek’at olarak kıldırdı, önünden eşek ve köpek geçiyor ama engellenmiyordu. Sonra Medine’ye dönünceye kadar namazları hep iki rek’at olarak kıldırmaya devam etti.”[47]
Şimdi, ünlü alim ve büyük mücahid İbn Teymiyye’nin çocukluk dönemiyie alâkalı ilginç bir olay nakledelim. Muhammed b. Ahmed Abdulhâdî “el-Ukûdü’d-Dürriye min Menakıb-ı Şeyhi’l-İslam İbn Teymiyyye” adlı eserinde der ki: Zeka üstünlüğü, hafiza gücü ve pratik an­layışlarıyla Şamlıların müstesna bir yeri vardır. Halebli bir alim Şam’a gelerek:
“Çeşitli bölgelerde duydum, burada Ahmed b. Teymiyye adında hafızası çok sağlam ve çok kuvvetli bir çocuk varmış, belki onu görebilirim düşüncesiyle gelmiştim” deyince, terzi bir adam ona şöyle dedi:
‘Burası, onun medresesinin yoludur. Şu ana kadar o gelmedi. Yanımızda biraz otur, medreseye giderken buradan geçer.” Halebli alim biraz oturduktan sonra iki çocuk geldi. Terzi: “işte şu yanında büyük yazı malzemesi bulunan çocuk Ahmed b. Teymiyye’dir” deyince, alim zat onu çağırdı. Elindeki yazı malzemesini çocuktan alıp baktıktan son­ra ona şöyle dedi:
“Yavrum! Bunu sil de ben sana yazacağın başka şey dikte edeyim.”
Çocuk söyleneni hemen yaptı. Halebli alim ona onbir veya onüç hadis metni yazdırdı ve “Bunu bana oku!” dedi. Çocuk onları yazdıktan sonra yalnız bir defa düşündü/tekrar etti. Sonra onu Halebli alime verdi ve:
“Beni dinle” diyerek en güzel bir şekilde o hadisleri okudu. Bu­nun üzerine o zat ona:
“Yavrum! Bunları sil” dedi. O da hemen dediğini yaptı ve alim zat, seçmiş olduğu birkaç hadis senedi daha yazdırdı. Sonra çocuğa: Bunları oku” dedi. O da öncekinde yaptığı gibi baktı ve yine ilkinde olduğu gibi onları da dinletti. Bunun üzerine Halebli alim ayağa kalka­rak şöyle dedi: “Eğer bu çocuk yaşarsa, onun elbette büyük ve önemli bir yeri olacaktır. Çünkü böylesi görülmemiştir.” [48]
aa) Hadis ezberleyen çocukların ödüllendirilmesi:
ibrahim b. Edhem diyor ki: Babam bana “yavrucuğum! Hadis tah­sil et. Ne zaman bir hadis duyar ve onu ezberlersen sana bir dirhem [49]var” derdi. Ben de bundan dolayı hadis öğrenmek isterdim.” [50]
bb) Hadis öğrenme karşılığında selef çocuklarının alimlere hizmeti:
Süfyan b. Uyeyne diyor ki: Babam Kûfe’de sarraf idi. Derken çok borçlanınca Mekke’ye taşındık ve öğle namazı için mescide döndük. Ben mescidin kapısına varınca, eşek üzerinde yaşlı bir adam bana:
“Oğul! Şu hayvanı tut da mescide girip namaz kılayım” dedi. Ben de ona:
“Bana hadis nakletmeden bunu yapmam” dedim. O:
“Hadisi ne yapacaksın?” diyerek beni küçük gördü. Ben de:
“Sen hadis rivayet et” deyince O:
“Cabir bana Abdullah’tan, o da İbn Abbas’tan” diyerek bana se­kiz hadis nakletti. Bunun üzerine ben onun eşeğini tuttum ve bana nak­lettiği hadisleri ezberlemeye başladım. Adam namazını kılıp çıkınca şöyle dedi: “Rivayet ettiğim hadislerin sana ne faydası oldu? Sadece beni alıkoydun.” Ben de:
“Sen bana şöyle şöyle hadis naklettin” diyerek bana söylediklerinin hepsini ona tekrarladım. Bu durum karşısında O:
“Allah seni mübarek (bereketli) kılsın! Yarın hadis meclisine gel…” dedi. Meğer o Amr b. Dinâr’mış. [51]
cc) Selef-i salibin çocuklarının hadis öğrenimi için hicret ve yolculukları:
Ali b. Âsim babasının hadis öğreniminden bahsederken der ki: Babam bana ytizbin dirhem verdi ve: “Git, yüzbin hadisin dışında sen­den başka birşey istemiyorum” dedi.
Ali h. Asım söz konusu ilim yolculuğunu şöyle anlatır: Mansûr ile görüşmek üzere ben ve.Hüşeym, Vasıftan Kûfe’ye hareket ettik.
Vasıftan çıkıp birkaç fersah yürüdüğümde Ebu Muaviye [52]veya bir başkası ile karşılaştım. Ben, “Nereye gitmek istiyorsun?” deyince o, “Üzerimdeki borcu ödemek için çalışıyorum” dedi. Ona dedim ki: “Benimle birlikte dön! Çünkü dört bin dirhemim var, bunun ikibinini sana veririm.” Ben döndüm. Ona da ikibin dirhem verdim. Sonra çıktım, Hüseyin Kûfe’ye sabah, ben de akşam vaktinde girdim, Hüşeym gitti, Mansur’dan kırk hadis işitti. Ben de hamama girdim. Sabah olun­ca çıktım, Mansur’un kapısına geldim. Ama bir cenaze ile karşılaştım. “Bu nedir?” diye sordum. Orada bulunanlar, “Mansur’un cenazesidir” dediler. Ağlayarak bir müddet oturdum. Orada bulunan yaşlı bir zat bana: “Ey delikanlı! Neden ağlıyorsun?” dedi. Ben de: “Şu şeyh (hadisçi) den hadis dinlemek üzere gelmiştim ama o ölmüş” dedim. O zat bana: “Bunun anasının evlendiği günü/düğününü gören kimseyi (ki, o zât bu ifadeyle kendisini kasteder) sana göstereyim mi?” dedi. Ben “Evet” deyince, o zat: “Yaz! İkrime, Îbn Abbas’tan bana rivayet etti” dedi. Ben de bir ay ondan hadis yazmaya başladım. Ona dedim ki: “Allah sana merhamet eylesin! Kimsin sen?” O da bana şu cevabı verdi: “Sen benden bir aydan beri hadis yazıyorsun, beni tanımadın mı? Ben Husayn b. Abdirrahman’ım.” İbn Abbas’a kavuşabilmem için yedi veya dokuz di­rhem gerekiyordu.[53] Bu yüzden îkrime İbn Abbas’dan işitiyor, sonra geliyor bana rivayet ediyordu.[54]
Malının yarısını sarfeden, zamanını tüketen ve vatanını terkeden şu delikanlının fedâkârlığına bir bakın! Şeyh Mansûr ile görüşemedi ama Allah Tealâ ona şeyhlerin şeyhi ve hocaların hocası Husayn b. Abdirrahman’ı nasip etti. Şüphesiz bu, ilim tahsili yolunda çok ihlaslı olmanın ve Rasulüllah’a (s.a.v.) olan samimi sevginin bir göstergesidir.
dd) Kız çocuklarının hadisleri ezberlemesi:
ez-Zebidî diyor ki: Malik b. Enes’in, ilmini yani, Muvatta’ını ez­berleyen bir kızı vardı. Kız, kapının arkasında dururdu. Hadis için ge­len öğrenci hatâ ettiği zaman kızı kapıyı çalardı. Malik de durumu he­men anlar, öğrencinin yeniden okumasını ister ve yanlışını düzeltirdi.[55]
ee) Çocuklar, hadis rivayeti ve hadis fıkhına[56]önem veriyorlardı:
Mü’minlerin annesi Aişe (r.a.), yeğeni Urve b. ez-Zubeyr’e şöyle demişti: “Yavrucuğum! Bana gelen habere göre sen benden bir hadis yazıyormuş sun. Sonra dönüp tekrar (başkasından) yazıyormuşsun!” Urve: “Senden onu bir şekilde işitiyorum sonra dönüyorum ama o hadisi başka bir şekilde dinliyorum” deyince, Aişe (r.a.): “Peki mânâda bir değişiklik işitiyor musun?” suâlini sordu. Urve de buna “hayır” cevabını verince, Aişe (r.a.): “Bunda bir sakınca yok” dedi.[57]
e) Çocukların Rasûlüllah’ın (s.a.v.) siret ve hayatını öğrenmesi ve bunun onlar üzerindeki tesiri:
Sahabe ve selef, çocuklarına Peygamber’in (s.a.v.) sîret ve yaşayışını öğretme hususunda hırs ve hassasiyet göstermiş, Kur’an eğitimiyle birlikte onlara siyer dersi vermişlerdir. Çünkü siyer yani, Peygamber’in (s.a.v.) hayat tarzı, Kur’an’ın mânâ ve hükümlerinin bir tercümanıdır. Aynı zamanda siyer, insanın duygu ve ruh dünyasını et­kiler ve onlan harekete geçirir. Beşeriyeti dalaletten hidayete, batıldan hakka ve câhiliyye karanlıklarından islâm nuruna kavuşturmada sevgi ve cihadın mânâ ve fonksiyonunu ihtiva eder.
Sahabeden Sa’d b. Ebî Vakkas’ın oğlu Muhammed’in oğlu ismail der ki: “Babam bize Peygamber’in (s.a.v.) savaş ve seriyyelerini öğretirdi. Ve derdi ki: Yavrucuğum! Bunlar babalarınızın şeref levha­larıdır. Bunları dile getirmeyi ihmal etmeyiniz.” [58]
Hz. Ali’nin torunu Zeynelâbidin (r.a.) der ki: “Biz Kur’an sûrelerini öğrettiğimiz gibi, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) savaşlarını da öğretirdik.” [59]
Şimdi büyük davetçi ve üstün ahlâk sahibi Ebu’l-Hasen Ali en-Nedvi ile birlikteyiz. Bu büyük âlim “Medine’ye Giden Yol” adlı kit­abında “Faziletini unutamadığım kitap çocukluk günlerimde siret yol­culuğu” başlığı altında bize başından geçen bir hadise anlatmaktadır. Sözkonusu siyer kitabının, bu büyük alimi, bu büyük davetçi ve mücahidi nasıl sarstığını ve nasıl etkilediğini birlikte görelim.
“Bugün, üzerimde büyük tesiri va faydası olan -olmaya da devam eden- bir kitaptan bahsedeceğim. Bu kitabın değerli müellifini her za­man rahmetle anmaktayım. Müellif bu kitabı vasıtasıyla kanaatimce imandan sonra hatta diyebilirim ki imanın bir parçası olan en kıymetli hediyeyi bana vermiştir. Sözünü ettiğim bu kitap, -Allah rahmet eylesin- el-Kâdî Muhammed Süleyman el-Mansûrfûrî’nin “Sîret ti Rahme-ti’1-Âlemîn” adlı eseridir. Bu kitabın ilginç bir hatırası vardır:
Allah rahmet eylesin en büyük biraderim[60], küçüklüğümde okumam gereken kitapların seçiminde oldukça başarılıydı. Bana ilk ola­rak Hindistanlı bir yazarın “Sîret Ü Hayri’l-Beşer” adlı kitabını ver­mişti. O, Rasûlüllah’ın (r.a.) suretiyle ilgili kitapları okumaya çok düşkündü. Çünkü o, sîret, akide ve ahlakın oluşturulmasında, imanın sağlamlaştırılmasında bu kitapların en büyük etkiye sahip olduğunu iyi biliyordu.
Bu yüzden ben siyer kitaplarım alıp okuma sevgisi ve hırsıyla yetiştim. Birgün, “Sîret ü Rahmeti’l-Âlemin” kitabına gözüm ilişti. Ben kitap kataloglarına, ilan ve reklamlarına çok bakardım, iki cildi basılan bu kitabı hemen mektupla istedim. Henüz on veya onbir yaşımda idim. Küçük bütçem onu satın almaya da müsait değildi. Fakat özellikle sözünü ettiğim asırda çocuklar, iktisat bilgisi ve bütçe disiplinini dik­kate almıyor, his ve içgüdüleriyle hareket ediyorlardı.
Nihayet postacı, küçük köyümüzün postanesinden aldığı kitabı ge­tirdi. Baktım ama ödemeli olarak gelen kitabın bedelini ödeyecek du­rumda değildim. Allah rahmet eylesin anam da -yetim çocuğunun gönlünü almaya düşkün olmasına rağmen- parayı ödeme hususunda mazeret beyan etti. Çünkü o anda parası yoktu, Baktım, bu işte, küçük efendimiz Umeyr b. Ebî Vakkas’ın başvurduğu şefaatçiden/vasıtadan başka kendim için bir çıkar yol göremedim. Rasûlüllah (s.a.v.) küçük sahabi Umeyr’in şefaatçisini kabul etmiş, Bedir savaşma katılması için ona izin vermişti, işte bu şefaatçi/vasıta, Allah ve salih kulları nezdinde kabul gören ve duyulan günahsız ve tertemiz gözyaşı ve ağlamadır. Öyle de oldu. Şefkatli anamın kalbi bundan dolayı rikkate geldi, yumuşadı. Kitabın bedelini bulup ödemek için elinden gelen gayreti gösterdi ve ben de kitabı aldım. Kitabı okumaya başladım. Kitab da kal­bimi harekete geçirmeye ve sarsmaya başladı. Tabîi bu, sert ve rahatsız edici bir sarsıntı değil, yumuşak bir sarsıntıdır. Soğuk altında taze ve yumuşak dalın titrediği gibi, kalbim de bu kitap için titriyor ve coşuyordu, işte, büyük fatihlerin ve kahramanların biyografisi ve hayatı hakkında yazılan kitaplarla, Peygamber’in (s.a.v.) sîreti ve hayatı hakkında yazılan kitaplar arasındaki fark budur. Birincisi kalbi sıkıştırır ve rahatsız eder. ikincisinin ise rahat ve huzur veren hoş bir sarsıntısı vardır.
Nefsim bu kitaba cevap vermeye ve onu kolaylıkla hazmetmeye başladı. Sanki onunla bir randevusu vardı. Bu kitabı okurken garip bir lezzet duydum. Bu, küçüklüğümde bildiğim bütün lezzetlerden ayrı bir lezzetti… Hâlâ da yufka yürekli ve duygu yüklüyümdür. Bu; aç bir günde çok arzu edilen güzel bir yemeğin; yorucu ve yoğun bir meşguliyet ve araştırmadan sonra nefes alma ve dinlenmenin; bayram gününde giyilen yeni bir elbisenin; çok istenen bir oyunun; müsabakadaki bekleyiş ve zaferin; eski bir dostun veya değerli bir mis­afirin ziyaretinin lezzeti değildir. Bu, bunlardan hiçbirine benzemeyen bambaşka bir lezzettir. Bu, tadım bildiğim ama tamtamadığım bir lez­zettir. İtiraf etmeliyim ki, bugüne kadar onu dikkatle tavsif edemedim ve bir kelime ile açıklayamadım. Söyleyebileceğim son şey şudur: Bu ru­hun lezzetidir. Çocuklar ruhi lezzeti duymazlar ve bilmezler öyle mi? Hayır vallâhî… Çocuklar açıklamaktan aciz olsalar da, daha sağlam bir duygu ve daha ince bir ruh yapısına sahiptirler.
Bu alâka uyandıran ve coşku veren kitapta Kureyş’ten İslâm’a gir­ip de, çeşitli işkencelere reva görülen ve bütün bunlara sabır ve metane­tle hattâ lezzet ve sürurla tahammül eden müslümanların başından geçenleri okuyordum. Tüm bunlar karşısında burada, birçok güçlü, zen­gin ve hayatında mutlu sanılan insanın bilmediği bir lezzet bulun­duğunu hissediyordum. O da, hak ve doğru yolda dövülmek, inançtan dolayı baskı ye işkence görmek, Allah yolunda zulüm ve eziyete maruz kalmaktır. Kuvvet ve zafer lezzeti bu lezzete denk olamaz. Ben kendi nefsimin bu lezzet ve bu şerefle mutlu olmayı temenni ettiğini -ömürde bir defa da olsa- gördüm.
Peygamber’in (s.a.v.) Mekke’den, Medine’ye yaptığı hicreti oku­dum. Yazarın anlattığı bu hadiseden daha canlı ve daha etkili bir kıssa bilmiyorum. Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) Medine’ye giriyor. Bütün gönüller O’na bağlanmış, bütün gözler O’na dikilmişti, insanlar kabile kabile ge­liyor, ihlas ve samimiyetle “Bize buyurun Ya Rasûlallah!” diyordu. -Anam babam kendisine feda olsun- Rasûlüllah da (s.a.v.) “Deveyi kendi haline bırakınız! Zira o memurdur; uygun olanı yapacaktır” buyuruyordu. Sonra deve bugünkü mescidinin kapısına çöküyor ve kalkmamak için de dayatıyordu. Bu en büyük şeref Ebu Eyyub el-Ensârî’nin oluyor; Rasûlüllah’ın (s.a.v.) yük ve eşyasını alıyor evine koyuyordu. Ben, Allah’ın kendisine verdiği bu şereften dolayı Ebu Eyyub’un duyduğu se­vinci ve misafiri ağı rlam asındaki ihlas ve samimiyetini okuyordum. Bütün bunları okuyor ve kalbimin benden ayrılıp Rasûlüîlah’ın (s.a.v.) devesine arkadaşlık ederek kafile içinde Medine’ye girdiğini hissediyor, bütün bunları gözlerimle adeta görüyor gibi oluyordum.
Kralların, fatihlerin, büyüklerin ve zenginlerin bir ülkeye girişlerinin zayıf ve temelsiz olduğunu, insanlar arasındaki sevgi ve samimiyetin geçici ve eriyip yok olduğunu biliyor ve düşünüyordum. Bu manzara benim ruhumda ve hafızamda canlandı.
Vefa, ihlas, kahramanlık, inanç ve güzel ahlakta tarihin daha büyüğüne, daha ilginç ve daha güzeline şahit olmadığı bir kıssayı, Uhud savaşını okuyordum. Enes b. Nadr’ın (r.a.) oturup da kendilerini tehlik­eye atan ve “Rasûlüllah (s.a.v.) öldürüldü!” diyenlere söylemiş olduğu şu söz beni gerçekten çok etkiledi: “Rasûlüllah’tan sonra yaşayıpta ne ya­pacaksınız; O’ndan sonra yaşamanın ne zevki kalır? Rasûlüllah’m (s.a.v.) öldüğü gaye uğruna ölünüz.” Şunları söyleyen bir sahabinin sözü de beni çok sarstı: “Gerçekten ben Uhud’un ötesinde Cennet’in kokusu­nu duyuyorum.” Onun son arzusu Rasûlüîlah’ın (s.a.v.) huzuruna götürülmekti. Artık o, dünyasının son günlerini yaşıyordu. Derken, canım verirken onu getirdiler ve Rasûlüîlah’ın (s.a.v.) huzurunda son nefesini verdi.
Ebu Dücane (r.a.), Rasûlüllah’ın (s.a.v.) önünde kendini nasıl siper etti? Koruyup kollamak için Rasûlüîlah’ın (s.a.v.) üzerine eğilirken, ok­lar Ebu Dücane’nin sırtına yağıyordu. Peygamber (s.a.v.) sevgisi ile alâkalı daha nice hadisler… Ben bu kitabı okumayı sürdürürken, bazan içimden ağlamak gelirdi ağlar, bazan da coşku gelirdi güler ve sevinir­dim. [61]
f) Anaların, çocuklarına bereket olması için Hasûlüllah’ın (s.a.v,) eser ve eşyasına düşkünlüğü:
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor: Peygamber (s.a.v.) Ümmü Süleym’in evine girer de o yokken yatağında uyurdu. Birgün yine gelerek yatağında uyudu. Hemen ümmü Süleym’e gidilerek: “işte Peygamber (s.a.v.) evinde senin yatağında uyudu” denildi. Ümmü Süleym hemen geldi. Peygamber (s.a.v.) terlemiş ve teri yatağın üzerindeki deri parçasına toplanmıştı. Bunu gören Ümmü Süleym çantasını açtı. Teri kurulamaya ve onu kavanozuna sıkmaya başladı. Derken Peygamber (s.a.v.) uyandı ve: “Ne yapıyorsun ey Ümmü Süleym?… dedi. O da: “Ya Rasûîallah! Çocuklarımız için bunun bereketini umuyoruz” deyince, Peygamber (s.a.v.): “isabet ettin” buyurdu.[62]
Bu ince ruhla, Rasûlüllah’a (s.a.v.) olan yüce sevgiyle, büyük bir alaka ve hırsla akıllı ana, Peygamber’in (s.a.v.) eser ve bıraktığı şeylerle yavrusuna faydalı olmak için elinden geleni yapıyordu. Rasûlüîlah (s.a.v.) “isabet etin” sözüyle bu davranışı benimsediğini göstermekteydi.
g) Sahabe çocukları Peygamber’in (s.a.v.) şemail ve yüce vasıflarını ezberlerlerdi:
Tâbîûndan Salih b. Mes’ud der ki: Ebu Cühayfe’ye (r.a.): “Bana Peygamber’den (s.a.v.) bahset!” dedim. O da: “Rasûlüllah beyaz tenli idi. Sakalı ağarmaya başlamıştı” dedi.[63]
Peygamber’in (s.a.v.) vefatında buluğ çağına henüz yeni yaklaşmış olan küçük sahabî Ebu Cuhayfe, başka bir rivayette de Rasûlüllah’ı (s.a.v.) şöyle tanıtıyor: “Ben Rasûlüllah’ı (s.a.v.) gördüm. Şurası, yani alt dudak ile çene arası beyazdı. Kendisine: “O gün sen kim gibiydin; duru­mun nasıldı?” diye sorulunca, “Okun tüyünü takıyordum” cevabım ver­di.[64]
Hz. Ali’nin oğlu Hasan (r.a.) der ki: Dayım Hind b. Ebi Hâle’ye Rasûlüllah’m (s.a.v.) hilyesini (yani evsaf ve onun şemailini) sordum. Dayım Vassaf idi.[65]Bu konuda onunla ilgili birşey anlatacağını umuyordum, O şöyle dedi:
“Rasûlüllah (s.a.v.) saygın ve herkesten hürmet görürdü. Yüzü ayın ondördü gibi parlardı, Orta boylu ve vakar sahibi idi. Saçı ne kıvırcık ne de düzdü. Saçı kendiliğinden ikiye ayrılabilirdi. Özellikle ayırmaya çalışmazdı. Beyaz tenli ve parlak idi. Geniş alınlı idi. Kaşları gür ve mükemmeldi. Kaşlarının arası açık olup burada öfke halinde be­liren bir damar bulunuyordu. Burnu ince ve güzeldi. Burnunda bir nur vardı. Yükselen bu nuru farkedemeyen ve düşünemeyen kimse, burnu­nun uzun olduğunu zannederdi. Sakalı gürdü. Göz bebeği siyah, yanak­ları biçimli idi. Ağzı biraz büyük idi. Dişleri seyrek, ince ve beyazdı. Göğsünün ortasından göbeğine kadar uzanan kıllar ince ve güzel görünüm arzediyordu. Vücudu düzgündü. Cüsseli ama eti sık idi. Karnı ve göğsü eşitti. Göğsü ve omuzlarının arası genişti. Kemikleri kalın idi. Vücudu pırıl pırıl parlardı. Boyun ile göbek arasım çizgi gibi kıllar bağlamıştı. Memelerinde kıl yoktu. Kolları, omuzları ve göğsünün üst tarafı kıllı idi. Bilek kemikleri uzundu. Avuçları genişti. El ve ayakları inceydi. Uzuvları uyumlu ve güzeldi. Bilek ve ökçe kemikleri dolgun, ayaklanmn alö çukurca idi. Ayaklan yumuşak ve pürüzsüzdü, öyleki üzerinde su durmaz hemen akardı. Yürüdüğünde ne acele ne de yavaş yürürdü. Adımını yumuşak, eşit ve dengeli atardı. Yine, yürüdüğünde, iniş ve engebe bir yerden; yukarıdan aşağıya iner gibi yürürdü. Döndüğü zaman tüm bedeni ile dönerdi. Bakışı vakurdu. Yeryüzüne bakması, gökyüzüne bakmasından daha uzun sürerdi. Bakışının ekseri­sinde ibret ve tefekkür vardı. Ashabını önüne alırdı. Karşılaştığı kim­seye ilkin kendisi selam verirdi.” Dedim ki:
“Bana Peygamber’in (s.a.v,) konuşma şeklini anlat!” O da şöyle dedi:
“Rasûlüllah (s.a.v.) devamlı hüzünlü ve düşünceli idi. Rahatı yoktu. Gereksiz yere konuşmazdı. Sükûtu uzundu. Konuşmaya başladığı zaman dolgun ve güzel konuşur ve tane tane, kısa ve öz konuşurdu. Lüzumsuz konuşmazdı. Herhangi bir şekilde hakka saldırıldığı zaman, zafer elde edinceye kadar O’nun öfkesi karşısında durulmazdı. Kendi nefsi için öfkelenmez ve kendi nefsi için zafer ve in­tikam peşinde olmazdı, işaret ettiğinde tüm eliyle işaret ederdi. Taaccüp ettiği zaman elinin tersim çevirirdi. Konuştuğu zaman sağ eli­nin baş parmağını sol elinin içine alırdı, öfkelendiği zaman onu yenme­sini bilir, sevindiği zaman da gözlerini yumardı. Gülüşünün ekserisi te­bessümden ibaretti ve bir dolu tanesi/inci gibi parlardı.
Hasan der ki: Bunlan bir süre Ali’nin oğlu Hüseyin’den (r.a.) gizle­dim. Ona anlattıktan sonra da bu konuda beni geçmiş olduğunu gördüm. Babasına Rasûlüllah’m (s.a.v.) girişini, çıkışını, oturuşunu, şekil ve şemailini sordu. Sorulmadık hiçbir şey de bırakmadı.”[66]

D. Çocuklara Kur’an-ı Kerîmi Öğretmek:

Velî, oğlan ve kız çocuğuna küçüklükten itibaren Kur’an’i öğreterek işe başlamalıdır. Bu durumda Allah’ın, rabbı olduğu ve Kur’an’ın da O’nun sözü olduğu inancı çocuklara verilmiş olur. Gönüllerine Kur’an’ın ruhu işler, düşünce, idrak ve duygu sistemlerine de Kur’an’ın nuru sirayet eder. Kur’an’daki inanç esaslannı ilk yıllardan itibaren almış olurlar. Kur’an sevgisiyle, Kur’an’ın emir ve ya-saklanna uyarak, Kur’an ahlakıyla ahlaklanarak ve onun metodunu takip ederek büyürler ve gelişirler.
imam Suyûtî şöyle demektedir:
“Çocuklara Kur’an’ı öğretmek, İslam’ın temel bir kaidesidir. Böylece fıtrat üzere büyürlerken, günahlarla kirlenmeden, nefsî ve şehevî duygular yerleşmeden önce kalplerine hikmet nurlan yerleşir.”[67]
İbn Haldun da şu sözüyle bu noktayı vurgulamaktadır:
“Çocuklara Kur’an’ı öğretmek dinin bir şianıdır. Bütün memleket­lerinde müslümanlar bu şiara sahip çıkmışlar ve bunu uygulamışlardır. Çünkü Kur’an ayetleri ve hadis metinleri, iman esaslannın gönüllere yerleşmesini sağlamaktadır.”[68]
İbn Sînâ’nın da Siyaset adlı kitabında şöyle dediğini görmekteyiz:
“Çocuk telkine ve duyduğunu ezberlemeye hazır hale geldiği vakit, Kur’an öğretimine başlanır, alfabe harfleri gösterilir ve dinin prensibleri söylenir.”
1- Çocuklara Kur’an öğretme hakkında gelen hadisler:
Hz. Ali’den (k.v.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.u.) şöyle buyurmuştur: “Çocuklarınızı üç haslet üzerine yetiştiriniz: Pey­gamberinizin sevgisi, ehl-i beytinin sevgisi ve Kur’an tilaveti. Zira Kur’an’ı nakledenler ve ezberleyenler, peygamberler ve seçkin kullarıyla beraber hiçbir gölgenin olmadığı günde Allah’ın arşının gölgesinde olacaklardır.”[69]
Ebu Zabye der ki: Abdullah (r.a.) ölümüne sebep plan hastalığına yakalanmıştı. Hz. Osman onu ziyaret ederek; “Neden şikayet ediyorsun, rahatsız eden birşeyin var mı?” dedi. Abdullah,, “günahlarım” cevabım yerdi, Hz. Osman “Peki ne arzu ediyorsun?” deyince, Abdullah: “Rabbimin rahmetini” cevabını verdi. Hz. Osman: “Senin için bir doktor gelmesini istesem?” deyince de Abdullah: “Beni doktor hasta etti” cev­abım verdi. Hz. Osman: “Peki sana birşeyler getirilmesini emretsem?” deyince Abdullah: “Ona ihtiyacım yok!” dedi. Hz. Osman: “Senden sonra o mal kızlarına kalır” diyerek sözüne devam edince, Abdullah ona şu cevabı verdi: “Kızlarımın fakir olmasından endişe duyuyorsun, öyle mi? Ben kızlarıma her gece Vâkıa sûresini okumalarını emrettim. Rasûlüllah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittim:
“Kim her gece Vâkıa sûresini okursa, hiçbir zaman ona fa­kirlik gelmez.”[70]
Sahabe, çocuklarının fiil ve hareketlerini kontrol ederken Kur’an’ı ölçü alırlar ve onlara fayda verecek şeyi öğrenmek için yapılanı Peygamber’e (s.a.v.) aktarırlardı. Onların bu tutumu çocuklarını yönlendirmede gösterdikleri hırs ve gayreti ortaya koymaktadır.
Abdullah b. Amr’dan gelen rivayete göre, bir adam oğlunu getire­rek: Ta Rasûlallah! Benim oğlum gündüz Mushaf okur, gece de yatar uyur” dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Senin oğlun gündüzü zikrullah ile geceyi de selametle (kimseye zarar vermeden) geçirmektedir (nesini ayıplıyorsun).”[71]
Sahabe, Peygamber’in (s.a.v.) talimatına uyarak çocuklarına Kur’an öğretmeye başlamıştır. Sa’d b. Ebî Vakkas’ın oğlu Mus’ab (r.a.) babasının Rasûlüllah’dan (s.a.v.) şu hadisi rivayet ettiğini söylemiştir: “Sizin hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” Mus’ab der ki: Babam elimden tuttu ve şu okuduğum yere beni oturttu.”[72]
Sahabenin, halka bu Kur’an ile nasihat ettiklerini, Kur’an sevgisi ve tilavetiyle çocuklarını büyüttüklerini görüyoruz. İbn Kesir, Tef-sir’inde şu rivayete yer verir: İbn Abbas (r.a.) bir adama:
“Sana sevineceğin bir hadis hediye edeyim mi?” dedi. Adam;
“Evet” deyince, İbn Abbas;
“Tebarekellezî bi yedihi’1-mülk (Mülk sûresini) oku. Onu aile fer­tlerine ve komşularına öğret! Zira o kurtarıcı ve savunucudur; Kıyamet gününde Rabbinin huzurunda okuyucusu için mücadele eder, savun­maya geçer ve cehennem azabından onu kurtarmayı talep eder. Bu sûreyi okuyan kabir azabından da kurtulur. Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bu sûrenin ümmetimden her insanın kalbinde olmasını isterdim.”[73]
Sahabe, çocuklarına Kur’an’ın ruh ve bereketini kazandırmak için Kur’an’ın bereket ortamının oluştuğu zamanları gözleme ve değerlendirmede çok hırslı davranmıştır. Enes b. Malik Kur’an’ı hat­mettiği zaman aile fertlerini toplar, onlar için dua ederdi.[74]
İşte İbn Abbas… O, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) sağlığında henüz küçük bir çocukken Kur’an’ı okumaktan büyük mutluluk duyar ve onunla ifti­har ederdi. îbn Kesir, “Fedâilu”l-Kur’an” adlı eserinde İbn Abbas’ın (r.a.) şöyle dediğini nakleder: “Ben on yaşımda iken Rasûlüllah (s.a.v.) vefat etmişti. O zaman ben Kur’an’ı okuyordum.”
Çocukların Kur’an okuması, aile ve toplumdan musibet ve felaket­lerin kaldırılmasına bir sebep teşkil eder.
Huzeyfe b. el-Yeman’ın rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah, önceden kararlaştırılmış bir hüküm olarak azabı bir kavme gönderir. Derken mektebinde “el-hamdü li’llâbi rabbi’l-âlemin” ayetini okuyan bir çocuğu Allah işitir. Bunun üzerine azabı onlardan kırk sene kaldırır.”[75]
Sahabeden sonra gelen seçkin insanlar da aynı yolu ve metodu takip etmişlerdir. İbn Sahnûn’un Kitabu’l-Muallimîn mukaddimesinde geçtiğine göre, dindar kadı İsâ b. Miskîn kızlarına ve torunlarına Kur’an okuturdu… Iyaz der ki: ikindiden sonra iki kızını ve biraderinin kızlarını çağırarak onlara Kur’an ve ilim (hadis) öğretirdi.[76] Ondan önce Sicilya fatihi Esed b. el-Furât da aynı şekilde ilimde üstün bir se­viye elde eden kızı Esma için aynı eğitimi uygulamıştı.”
2- Çocuğa Kur’an öğretiminde ana babaya verilecek ecir ve mükâfat:
Büreyde’nin rivayetine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Kim Kur’an okur, öğrenir ve onunla amel ederse, kıyamet gününde ana ve babasına güneşin aydınlığı gibi nurdan bir taç giydirilir. Ayrıca onla­ra değeri dünyaya değişilmez iki elbise giydirilir. Onlar: “Bunu ne ile kazandık?” deyince, onlara: “Çocuklarınıza Kur’an’ı öğretmekle ka­zandınız” cevabı verilir.[77]
Seki b. Muaz’dan (r.a.) gelen rivayette de Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim Kur’an’ı okur ve onunla amel ederse, kıyamet gününde Allah onun ana babasına güneş ışığından daha parlak bir taç giydirir.”[78] Allah bizi ve sizleri bu tacı giyenlerden eylesin!
3- Çocuğun Kur’an’ı Anlaması:
Ana baba veya eğitimci, çocuğa Kur’an okuturken, Kur’an’ın mânâ ve muhtevasının çocuğun aklını ve kalbini açması; okunan ayetlerin ona ruh ve istikamet kazandırması için kolay ve kısa açıklamalar yap­malıdır. Hiçbir kimse çocuğun küçük olduğu zannıma kapılmasın. Çocuk ve küçük olduğu gerekçesiyle çocuğun aklına ihtimam göstermeyi ve ona açıklama yapmayı birçok insanın gereksiz bulduğu bu harika çocuk, modern bilgisayar gibi bilgileri hafiza ve dağarcığına koyabilir. Şu ha­disler bunun açık delilidir:
Henüz bir çocuk olan İbn Abbas (r.a.) der ki: “Bana Nisa sûresini sorun!”
İbn Cerîr der ki: “Kureyş’ten bir genç Said b. Cübeyr’e şöyle dedi:
Ey Ebu Abdillah! Şu harf (kıraat) nasıldır? Ben oraya gel­diğimde, bu sûreyi okumamayı temenni ediyordum. “Nihayet peygam­berler ümitsizliğe düşüp kendilerinin yalanlandıklarını sandıklarında onlara bizim yardımımız gelmiştir.” Said b. Cübeyr ona:
Evet! Nihayet peygamberler kavimlerinin kendilerini tasdik et­melerinden ümitlerini kestiklerinde ve kendilerine gönderildikleri kim­seler de peygamberlerin yalan söylediklerini sandıklarında… demektir, cevabını verdi.[79]
Muaviye (r.a.) der ki: “Bir insan için en çok şaşılacak dalâlet Kur’an’ı anlamadan okuyarak aile fertlerine onu öğretmesi ve ulema ile onu tartışmalarıdır.”[80]
Sa’d b. Ebî Vakkas’ın oğlu Mus’ab der ki: Babama:
“Ey babacığım “Onlar kıldıkları namazdan gafildirler”[81] aye­ti hakkında ne dersin? Hangimiz gaflet etmez ve hangimiz iç dünyasına dalarak düşünmez ki?” dedim. Babam bu suâlime şu cevabı verdi:
“öyle değil. Bu, namaz vaktini zayi etmek demektir, insan oyun ve eğlenceye dalar ve nihayet namaz vakti geçer.”[82]
4- Kur’an çocuğun ruhuna nasıl tesir eder?
Kur’an’ın genel olarak beşeriyetin gönül ve ruhunda büyük bir te­siri vardır. Kur’an insan ruhunu sarsar, onu cezbeder ve can damarından/püf noktasından yakalar. Ruh arındıkca Kur’an’dan daha çok etkilenir. Duruluk ve temizlik itibariyle çocuk insanların en kuvvetlisidir. Onun fitratı sürekli temizdir. Onun temiz fitratı karşısında şeytan, devamlı sürme/tuzağına düşürme çabası içindedir. Mekke’de inen ayet­leri düşündüğümüz zaman, onların, çocuğun minik soluğu ile uyum arz-eden kısa sûreler olduğunu, ayrıca bunların az satırlarla tamamlanmış bir konu, ezberlemesinin kolay ve etkisinin çok olduğunu görüyoruz. Allah rahmet eylesin, edebiyatçı yazar Mustafa Sâdık er-Râfiî[83] bu noktayı çok geniş bir şekilde açıklamış bulunmaktadır:
Kur’an’daki kısa sûrelerin elbette bir sebep ve hikmeti vardır. Kısa sûreler, derin düşünce ve hassas planın ortaya koyduğu en ilginç örneklerdendir. Bunların ilahi mu’cize delillerinden başka bir şey olduğu düşünülemez. Bunlar, Mushaf daki tertip üzere peşpeşe inme­miştir. Çünkü “Kul Eûzü bi Rabbi’n-Nas” Kur’an’ın ne ilk ne de son inen süresidir. Bu kısa sûrelerin hepsi topu topu bir cüzü geçmez. Kur’an’ın tamamı otuz cüzdür. Kısa sûrelerden sonra artık uzun sûreler gelir. Şüphesiz Allah, yüce kitab’ınm asırlar boyunca elimizdeki tertip üzere devam edeceğini biliyordu. Yüce Allah, kolaylık ve fayda bakımından en belirgin, iniş sırası itibariyle de ilkleri olması gibi bir takım faktör ve sebeplerle kitabının korunması ve ezberlenmesi için bunu böyle plan­lamıştı. Sayılı kelimelerden az sayıdaki ayetlere kadar bu kısa sûrelerin ayetleri genellikle az fasıla ile gelmektedir. Ayrıca iki fasıla arası da kısadır.
Kendi özellik ve bünyesinde her ayet, adeta az kelimelerden oluşan bir sûre durumundadır:
Söz konusu sûreleri okurken çocukların nefesi daralmaz.
Bir, iki veya birbirine yakın az sayıdaki harflerden meydana gelen bu fasılalarla küçük sûreler, birbirine benzer ve çocuğun hafızasına ko­lay yerleşir.
Kur’an’ın metni çocuğun dilinde ve kalbinde yer etmek suretiyle bazı sûreleri adeta ezberlemiş olur. Artık ondan sonra o yerleri hemen geçiverir.
Çocuk ne zaman baştan alıp devam edecek olsa, onu daha kolay bulur, ezbere ve ezberlediğini muhafaza etmeye destek olacak ipuçları görür. Şu ayetten anlaşılan mânâ da budur: “Biz, Kur’an’dan mü’minler için şifa ve rahmet olan şeyi indiriyoruz. Zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.”[84]
Netice itibariyle küçük sûreler -Allah’a yemin ederim ki- bir rah­mettir, hem de ne rahmet! Bu mevzuda enteresan bir nokta yakalamak istersen Kur’an’daki bir sûreyi derin ve ciddi olarak düşün! Çocukların ezberlediği ilk sûre “Kul Eûzü bi Rabbi’n-Nas” süresidir. Bu sûrenin nazım ve metni; harf, kelime ve cümle yapılan nasıl gelmiş, fasılası, yani “nas” kelimesi nasıl tekrar edilmiş bir bak! Ayetlerin sonlannda sadece “Sin” harfinin bulunduğunu nasîl görmezsin? bu “Sin” harfi, har­fler içinde en sesli olanıdır; ıslık sesine benzer.[85] Çocuğun kulağına en hoş gelen, onun neşe ve canlılığına, severek tekrar etmesine en çok sebep olan harftir. Telaffuz ederken sûrenin hece ve kelimeleri birbirleriyle nasıl da uyum arzediyor? Küçük yavrunun sık alıp verdiği minik nefesi okumasına güç ve kuvvet kazandırıyor. Hatta öyle oluyor ki, ade­ta sûrenin hece ve ayetleri ona göre bölünmüş ve onunla birlikte yağ gibi akıyor. Bütün bunlar; harfleriyle, nazım ve tertibleriyle, manâsıyla birbirleriyle nasıl uyuşuyor? Bir üzerindeki “Felak” sûresi de aynı şekil ve üslupta nasıl gelmektedir, bir bak!? Bu ilginç tertipte hikmet nasıl yerini bulmuş ve nasıl tamamlanmıştır?
Çocukların Kur’an’dan etkilendiklerini gösteren işte canlı ve pratik bir örnek:
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: Yüce Allah Peygamber’ine (s.a.v.): “Ey iman edenler! Kendinizi ve aile fertlerinizi ateşten koruyunuz” ayetini indirince, bunu bir gece (veya birgün) ashabına okudu. Hemen bir delik­anlı bayılarak yere düştü. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) elini kalbi­nin üzerine koydu. Kalbinin çalıştığını görünce şöyle buyurdu: “Ey de­likanlı! Lâ ilahe illa’llah de!” Delikanlı bunu söyleyince, Peygamber (s.a.v.) onu cennetle müjdeledi. O esnada ashab-ı kiram: “Ya Rasûlallah! Bizim aramızdan da var mı?” deyince Peygamber (s.a.v.): “Siz Allah’ın (e.c.) “îşte bu makamımdan korkan ve tehdidimden korkan için (verdiğim söz) dür” ayetini duymadınız mı?” buyurdu.[86]
Düşünerek ve anlayarak okuması durumunda Kur’an, çocuğun ruh ve yapısını etkiler. Birçok ruh ve inanç problemini çözebilir, tutum, davranış ve gidişatını düzeltebilir. Sinirsel tepkilerini sakinleştirebilir ve hafıza kapasitesini genişletebilir. Misal olması bakımından, Abdulvehhâb eş-Şa’rânî’nin (rh.a.) el-Mîzan el-Kübra’sında anlattığı başından geçen bir hadiseyi burada zikretmek istiyoruz: Diyor ki: “Çocukluğumda nasılsa birgün aklıma takıldı, Allah’ın zâtı, şekil ve ma­hiyeti hakkında düşündüm. Aklımdan geçenlerle O’nu kıyasladım. Ama sonra bunu “O’na benzer hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir”[87] ayetiyle bertaraf ettim.
5- Kur’an hafızı olan çocuklardan Örnekler:
Bu örnekleri ana babanın önüne koyuyor ve onlara hatırlatıyoruz. Umarız bunlar, Kur’an ezberine gereken ihtimamı göstermede nefis ve himmetlerin harekete geçirilmesinde bir vesile, bu tatlı su kaynağından beslenmek için akıllara gayret ve canlılık kazandırılmasında etkili bir vasıta olur.
a) İmam Şafiî der ki: “Ben yedi yaşımda iken Kur’an’ı, on yaşımda iken de Muvatta’ı ezberledim.”[88]
b) Sehl b. Abdülah et-Tüsterî der ki: “Mektebe gittim; altı veya yedi yaşımda iken Kur’an’ı öğrendim ve ezberledim.”[89]
c) İbn Sînâ on yaşına girdiği zaman Kur’an’ı çok mükemmel bili­yordu.[90]
d) Yâsîn b. Yûsuf el-Merâkeşî, İmam Nevevî’den bahsederken der ki: Nevevî’yi on yaşında iken Nevâ’da gördüm. Çocuklar onun kendile­riyle beraber oyun oynamasından hoşlanmıyorlardı. Bu yüzden dp Ne-vevî onlardan kaçar ve ağlardı. O halde de Kur’an okurdu. Derken onun sevgisi kalbime girdi. Babası Nevevî’yi dükkanda bırakırdı. Alış-veriş sebebiyle Kur’an okumayı ihmal etmeye başladı. Vakit kaybetmeden öğretmenine gittim ona tavsiyede bulundum ve dedim ki: “Bu çocuğun, zamanının en büyük âlimi ve zahidi olması ve halkın ondan faydalan­ması umulur.” Hocası bana: “Müneccim misin sen?” dedi. Ben de ona: “Hayır, ancak bunu bana Allah söyletti” dedim. Bu hadiseyi babasına anlatı. O günden sonra babası, Kur’an’ı hatmedene kadar oğlunun üzerine çok düştü. O sırada Nevevî bulûğa yaklaşmış bulunuyordu.[91]
e) Onyedi yaşında iken yedi kıraati ezberleyen örnek bir genç:
Dr. Abdulhayy el-Fermâvî, edisyon kritiğini yaptığı Muhammed b. el-Cezerî’nin “Müncidü’l-Mukriîn ve Mürşidü’t-Talibîn” adlı kitabının önsözünde müellifin hayatından sözederken diyor ki: Tarih bize onun babasının tüccar olduğunu bildirmektedir. Allah babasının duasını ka­bul buyurmuş, oğluna’dinî eğitim alması ve iyi bir şekilde yetişmesi için fevkalade gayret göstermişti. Bundan dolayı Ibnu’l-Cezerî ilim ve ilim erbabının takdir edildiği bir evde büyüdü. Onüç yaşında iken babası onun Kur’an’ı ezberlemesine, hadis dinlemesine, kıraat dersi almasına hatta yedi imamın kıraatini tahsil etmesine, ayrıca Şam’ın kırâatta en büyük âlimi Îbnu’l-Lebbân’dan kıraatleri almasına yardım etti. Bütün bunları gerçekleştirdiğinde henüz onyedi yaşında idi.[92]
Çocukların, son devir alimlerinden kıraat dersi istemeleri konusunda ikinci bir örnek: Muhammed Alâuddin Âbidîn, babası meşhur Hanefi fakihi Ibn Âbidîn’in hayatından bahsederken der ki: Çok küçük yaşta Kur’an’ı ezberledi. Ticarete ısınıp alım satımı öğrenmek için babasının dükkanında otururdu. Birgün yine oturmuş Kur’an okuyordu. Tam okurken tanımadığı bir adam geldi onu bundan menetti ve şu sözleriyle de onun okuyuşunu yadırgadı: “Senin bu şekilde oku­man caiz değildir. Evvela burası bir ticaret yeridir, insanlar senin kıraatini dinlemedikleri için senin yüzünden günahkar olurlar. Ayrıca sen de günahkar olursun. İkinci olarak da, senin kıraatin hatalıdır.” Bunun üzerine babam derhal kalkarak zamanın en büyük kıraat ho­casını sordu ve araştırdı. Birisi ona asrının şeyhu’l-kurrâsı Saîd el-Hamevî’yi gösterdi. O da hemen onun bulunduğu yere giderek kendisine kıraat ve tecvidin hüküm ve kaidelerini öğretmesini istedi. O sırada babam bulûğ dönemine ulaşmamıştı. Kıraat ve tecvidle ilgili Meydâniyye, Cezeriyye ve Şâtıbiyye metinlerini ezberledi ve kıraat ilmi­ni bütün tarik ve vecihleriyle en mükemmel şekilde okudu.[93]
f) Kur’an ezberinde ilginç bir örnek:
İbrahim b. Said el-Cevherî der ki: “Me’mûn’un huzuruna getirilmiş dört yaşında bir çocuk gördüm. Kur’an okuyor, konuşulanlara bakıyor ve düşünüyordu. Ama acıktığı zaman da ağlıyordu.”[94]
Ebu Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Abdirrahman el-Isbehânî de şöyle der: Beş yaşımda iken Kur’an’ı ezberledim. Dört yaşımda iken dinlemek Üzere Ebu Bekir el-Mukri’e götürülmüştüm. Orada bulunan kimi insanlar “Okuduğu şeylerde ona kulak vermeyin! Çünkü o küçüktür” demişti. Bunun üzerine İbnu’l-Mukri1 bana: “Tekvir sûresini oku!” dedi okudum, başka birisi bana “ve’l-Mürselât sûresini oku” dedi. Okudum ve hiç de hata yapmadım. Bunun üzerine İbnü’l-Mukri’: “Onu dinleyin, sorumluluk bana aittir” dedi.[95]
g) Çocuk Kur’an Öğrenmeye ne zaman başlar?
Ebu Âsim der ki: “Oğlumu İbn Cüreyc’e götürmüştüm. O esnada üç yaşını bitirmemişti. Ona hadis ve Kur’an dersi veriyordu. Bu yaşlarda çocuğa hadis ve Kur’an Öğretmekte bir sakınca yoktur.”[96]
h) Çocuk ve hocasına hediye takdim etmek:
İmam Ebu Hanife, oğlu Hammâd Fatiha sûresini öğrendiğinde, ona beşyüz dirhem verdi. O zaman bir koç bir dirheme satın alınabiliyordu. Öğretmeni bu cömertliği çok buldu. Çünkü çocuk yalnızca Fâtiha’yı öğrenmişti. Bunun üzerine Ebu Hanife şöyle dedi: “Yavruma öğrettiğini küçük görme! Eğer yanımızda bundan daha fazla para olsaydı, Kur’an’a hürmet için onu sana verirdik.”[97]
İşte Salâhaddin Eyyûbî… Kışlada dolaşırken babasının önünde Kur’an okuyan bir çocuğa uğradı. Çocuğun okuyuşunu beğendi ve ona yaklaşarak kendi yiyeceğinden bir miktar verdi. Ayrıca çocuğa ve ba­basına tarlasının bir parçasını da vakfetti.[98]
ı) İslâm ülkelerinde Kur’an mektepleri:
aa) Çocukların Kur’an mekteplerine yönelmesi:
Mescitler çocuklara dar geldiği için hocalan Dahhâk b. Müzâhim, mevcudu üç bine varan mektebinin öğrencilerini kontrol edebilmek için bir eşek üzerinde dolaşmak zorunda kalmıştı. Hoca yaptığı bu görevden de bir ücret almıyordu.[99]
bb) Çocuk Kur’an’la birlikte başka bir ilim öğrenebilir mi?
İbn Haldun’un da dediği gibi[100] bu konuda islâm ülkelerinin görüş ve uygulamaları farklıdır. Bunlar içerisinde, Kur’an öğretiminin yanında başka bir ilme yer vermeyenler, ikinci derecede başka ilimleri dikkate alanlar ve eşit oranda her ikisini de birlikte yürütenler bulun­maktadır.
1- Batı Afrika (Mağrib) halkı: Bunların metodu, çocuklara yalnız Kur’an’ı öğretmektir. Okuturken de, yazılış şeklini, hâfizların ve kıraat alimlerinin bu husustaki farklı görüşleri anlatılır. Öğretim esnasında hadis, fıkıh, şiir, Arap dili ve edebiyatı gibi diğer ilimleri buna karıştırmazlar.
2- Kuzey Afrika (îfrîkiyye) halkı: Bunlar Kur’an’in yanında genel­likle hadis de öğretirler. Ayrıca dini ilimlerin kanunlarını, genel prensiblerini ve bazı meselelerini telkin ederler. Ama çocuklara Kur’an öğretmeye, onu ezberlemelerine, Kur’an’la ilgili rivayet ve kıraat ihtila­flarına daha çok önem verirler. Kur’an hattı bunlardan sonra gelir.
3- Endülüs halkı: Bunların metodu, Kur’an’ı ve kitabı bizzat öğretmektir, öğretimde onların takib ettikleri usûl budur. Bunlar Kur’an öğretiminin yanısıra şiir, nesir, Arap dilinin kanun ve kaideleri­ni, güzel yazı (hat) yazmayı da öğretirler. Bunları ihmal ederek sadece Kur’an öğretimine önem vermezler aksine, bunlar içinde yazıya daha çok önem verirler.
4- Doğu Afrika (Meşrik) halkı: Bunlar da yukarıda anlatıldığı gibi Kur’an’la birlikte diğer bilgileri öğretirler.
Bugün içinde bulunduğumuz pratik hayatı ve gördüğümüz reali­teyi dikkate alacak olursak, -Allahu a’lem- Kur’an’la beraber diğer ilim­leri öğretmekte bir sakınca yoktur kanaatindeyiz. Çünkü hafıza tüm bilgileri toplar, çözüm ve anlama noktasında onlara destek ve yardımcı olur.
Tabii bu, şer’î ilimlerin dışındaki öğrenciler için sözkonusudur. Şer’î ilimlerin öğrencisi ise önce Allah’ın kitabı Kur’an’ı ezberlemekle öğrenime başlar. Çünkü Kur’an, öğrencinin ruh, akıl ve basiretini bes­ler.[101]

E- Çocuğun İman Üzerinde Sebatı Ve Bu Uğurda Fedâkârlığı;

Şüphesiz inanç, uğrunda fedakarlık yapmakla artar. Fedâkârlık dairesinin genişlemesi, nefis ve ruhun sebatta güç kazanması ihlas ve sadakatin elde edilmesi, istikametin bizzat kendisi demektir.
Bugün müslüman çocuk, çağdaş birçok tuzak ve tehlikelerle, plan, entrika ve komplolarla, Allah’ın dininden uzaklaştırılmak için kendi­sine karşı gerçekleştirilen inceleme ve araştırmalarla karşı karşıyadır, işte bütün bunlar karşısında çocuk Allah yolunda fedâkârlığa ve Allah’ın kanun ve yöntemi üzerinde sebat etmeye muhtaç bulunmak­tadır. Böyle bir durumda çocuk imanın tadım alır, ruhu ve manevi dere­cesi yükselir.
Peygamber’in (s.a.v.), takdir ederek anlattığı şu olayda, Allah yo­lunda hiçbir kınayanın kınamasından korkmadan iman yolunda yürüyen fedakâr sahabe çocuklarında bugünün müslüman çocuğu için dersler ve örnekler vardır:
1- Büyük hendek (Uhdûd) çocuğu çocuklar için bir örnektir:
Sizden öncekiler içinde bir kral vardı. Bu kralın da bir sihirbazı bulunuyordu. Sihirbaz yaşlanınca krala:
Ben yaşlandım. Bana bir çocuk gönder de ona sihir öğreteyim, dedi. O da kendisine bir çocuk gönderdi. Çocuğun yolu üzerinde bir ra­hip vardı. Hemen rahibin yanma oturdu, konuşmasını dinledi ve beğendi. Bundan böyle sihirbazın yanına giderken rahibe uğrar ve yanında otururdu. Sihirbaza geldiğinde îse ondan dayak yerdi. Çocuk bu durumu rahibe şikayet etti. Rahip ona:
“Sihirbazdan korktuğun zaman, beni ailem göndermedi de! Ailenden korktuğun zaman da beni sihirbaz salmadı deyiver![102]
Çocuk bu şekilde devam ederken büyük bir hayvanla karşılaştı. Bu hayvan halkın dışarı çıkmasını engellemişti. Çocuk içinden, sihirbaz mı daha üstün yoksa rahip mi? Bugün öğreneceğim, dedi ve bir taş ala­rak: Allah’ım! Eğer rahibin işi sana sihirbazın işinden daha sevimli ise bu hayvanı öldür de halk işine gitsin! dedi ve taşı attı. Hayvanı Öldürdü. Halk da işine gitti.[103] Hemen rahibe geldi ve hadiseyi ona bildirdi. Rahip ona:
“Yavrucuğum! Bugün sen benden daha üstünsün. Senin durumun gördüğüm seviyeye ulaşmıştır. Şüphesiz sen imtihana tabi tutula­caksın. Eğer imtihan edilirsen beni gösterme, dedi. Çocuk kör ve abraşları iyileştiriyor, insanların diğer hastalıklarını tedavi ediyordu, Derken krala yakın kör biri bunu duydu ve kendisine birçok hediyeler getirerek;
“Eğer beni iyileştirirsen, bunların hepsi senin olsun! dedi. Çocuk:
“Ben hiçbir kimseye şifa veremem. Şifayı ancak Allah verir. Eğer sen Allah’a iman ediyorsan ben Allah’a dua ederim. O da şifa verir, dedi. Adam Allah’a iman etti, Allah da şifasını verdi. Çok geçmeden es­kiden olduğu gibi kralın yanma gelerek oturdu. Kral ona:
“Senin gözünü kim yerine getirdi? suâlini sordu. Adam:
“Rabbim, cevabını verdi. Kral:
“Benden başka senin Rabbin var mı? dedi. Adam:
“Benim de, senin de Rabbin Allah’tır, cevabını verdi.
Bunun üzerine kral onu tutukladı ve işkence etmeye devam etti. Nihayet çocuğun yerini gösterdi ve çocuk huzuruna getirildi. Kral ona:
“Yavrucuğum! Sihirin kör ve abraşları iyiliştirecek ve daha başka şeyleri yapacak duruma ulaşmış, dedi. Çocuk:
“Ben hiçbir kimseye şifa veremem. Şifayı ancak Allah verir, dedi. Bunun üzerine kral onu tutukladı ve işkence etmeye devam etti. Niha­yet çocuk rahibin yerini söyledi. Rahib getirildi ve kendisine:
“Dininden dön! denildi. Rahip razı olmadı. Derken kral testere is­tedi. Testereyi başının ortasına koydu ve yardı. Hatta başının iki parçası yere düştü. Sonra kralın adamı getirildi ve kendisine:
“Dininden dön! denildi. O da razı olmadı. Kral testereyi hemen başının ortasına koydu ve onun da başını yardı. Hatta başının iki parçası yere düştü. Sonra çocuk getirildi ve ona:
“Dininden dön! denildi. O da razı olmadı. Bunun Üzerine çocuğu bir grup yakın adamlarına verdi ve “Bunu falan dağa götürün ve dağa çıkarın. Dağın tepesine ulaştığınızda, dininden dönerse ne âlâ! Aksi halde aşağı atın!” dedi. Onlar çocuğu götürdüler ve dağa çıkardılar. Çocuk
“Allah’ım! Onlara karşı bana dilediğin şeyle kâfi gel, dedi. Hemen dağ onları salladı ve düştüler. Çocuk yürüyerek krala geldi. Kral ona:
“Arkadaşların sana ne yaptı? dedi. Çocuk:
“Onlara karşı Allah bana kâfi geldi, dedi. Kral onu yine bir grup yakın adamlarına verdi ve “Bunu götürün ve bir gemiye bindirerek de­nizin ortasına varın! Eğer dininden dönerse ne âlâ! Aksi halde denize atın! dedi. Çocuğu götürdüler. Çocuk:
“Allah’ım! Onlara karşı bana dilediğin şeyle kâfi gel, dedi. Hemen gemileri alabora oldu ve boğuldular. Çocuk yine yürüyerek krala geldi. Kral ona:
“Arkadaşların sana ne yaptı? dedi. Çocuk:
“Onlara karşı Allah bana kâfi geldi, dedi. Ayrıca krala şunu söyledi: Sana emredeceğim şeyi yapmadıkça sen beni Öldüremezsin! Kral:
“Nedir o? diye sordu. Çocuk:
“Halkı bir yere toplarsın ve beni bir ağaca asarsın. Sonra torbam­dan bir ok al ve bunu yayın ortasına koy. Sonra da “Bu çocuğun Rabbî olan Allah’ın adıyla” diyerek bana at! Eğer bunu yaparsan beni öldürürsün, dedi. Bunun üzerine kral halkı bir yere topladı ve onu bir ağaca astı. Sonra torbasından bir ok aldı ve onu yayın ortasına koydu. Sonra da “Bu çocuğun Rabbi olan Allah’ın adıyla” diyerek çocuğa attı. Ok çocuğun şakağına isabet etti. Çocuk elini okun isabet ettiği yere, şakağına koydu ve öldü. Bunun üzerine halk:
“Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik! Çocuğun Rabbine iman ettik! dediler. Hemen krala gidilerek: “Ne der­sin, vallahi korktuğun başına geldi. Halk iman etti!” denildi. Bunun Üzerine kral yolların ağzına büyük hendek kazılmasını emretti. Nihayet kazıldı ve içinde ateşler yakıldı. Sonra:
“Dininden dönmeyen kimseleri buraya atın! dedi. Veya krala “sen at!” denildi. Onlar bunu yaptılar. Nihayet yanında bir çocuğu olan bir kadın geldi. Kadın oraya düşmekten çekindi. Bunun üzerine çocuk ona:
“Anacığım, sabret! Çünkü sen hak üzeresin! dedi.[104]
Abdurrezzak’m rivayetinde şu ilave bilgi bulunmaktadır: “İşte bu, Allah’ın “O yakıt doldurulup tutuşturulmuş ateş hendeğinin adamları kahroldu”[105] –iki ayet daha okudu- sözüdür. Olaydan son­ra çocuk defnedildi. Hz. Ömer zamanında çocuğun, daha önce koyduğu - gibi parmağı şakağında olduğu halde görüldüğü söylenmektedir.”
2- Sahabe ve selef-i sâlihin çocuklarının cihad ve fedâkârlığından örnekler:
a) Analar cihad için çocuklarına cesaret veriyorlardı:
İbn Ebi Şeybe, eş-Şa’bî’den şu olayı nakletmektedir:
Bir kadın Uhud savaşında oğluna bir kılıç verdi. Fakat çocuk kılıcı taşıyamadı. Anası kılıcı bir iple çocuğun bileğine bağladı sonra onu Peygamber’e (s.a.v.) getirerek şöyle dedi:
“Ya Rasûlallah! Şu oğlum senden emir beklemektedir. Peygamber (s.a.v.) çocuğa:
“Yavrucuğum, buraya getir, yavrucuğum şuraya getir! dedi. Der­ken çocuk bir yara aldı ve Rasûlüllah’a (s.a.v.) getirildi Rasûlüllah (s.a.v.) ona:
“Yavrucuğum! Galiba bir yerin kesildi, dedi. Çocuk:
“Hayır, ya Rasûlallah, dedi.
b) Analar çocuklarının şehid olmalarına seviniyorlardı:
Enes (r.a.) anlatıyor: Rabî’in oğlu Harise Bedir savaşma gözetleyici olarak iştirak etmişti. Harise o gün bir çocuktu. Çok geçmeden atam bilinmeyen (faili meçhul) bir ok geldi. Çocuğun boğaz çukuruna isabet ederek onu öldürdü. Bunun üzerine anası gelerek “Ya Rasûlallah! Hârise’nin yanımdaki yerini biliyorsun. Eğer cennet ehlin­den ise sabredeceğim. Aksi halde Allah benim yapacağımı görecektir” dedi. Peygamber (s.a.v.) ona: “Ey Ümmü Harise! Cennet yalnız bir tane değil, çoktur. Oğlun Firdevs-i a’lâ’dadır” buyurdu.[106]
c) Çocuklar Rasûlüllah’ın (s.a.v.) azgın düşmanlarını öldürüyorlardı:
Abdurrahman b. Avf (r.a.) anlatıyor: Bedir günü ben safta duruy­ordum. Sağıma ve soluma baktım, gördüm ki ensardan iki çocuğun arasındayım. Yaşlan da genç! Ben bunlardan daha güçlü kimseler
“Ey amca! Ebû Cehil’i tanır mısın? dedi.
“Evet! Ne yapacaksın onu yeğenim? dedim.
“Onun Rasûlüllah’a (s.a.v.) sövdüğünü haber aldım. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer onu görürsem eceli daha erken gelen Ölmedikçe şahsım onun şahsından ayrılmayacaktır! dedi. Doğrusu ben buna şaşırdım. Az sonra diğeri de beni dürttü ve ötekinin söylediğini bana söyledi. Çok geçmeden Ebu Cehil’i halkın içinde hare­ket ederken gördüm. Çocuklara:
“Görüyor musunuz? işte sorduğunuz adam! dedim. Hemen ona koştular ve kılıçları ile vurarak onu öldürdüler. Sonra Rasûlüllah’a (s.a.v.) gittiler ve durumu haber verdiler. Peygamber (s.a.v.) onlara:
“Onu hanginiz öldürdü? diye sordu. Onlardan herbiri:
“Ben öldürdüm! cevabını verdi. Peygamber (s.a.v.):
“Kılıçlarınızı sildiniz mi? diye sordu. Onlar:
“Hayır! dediler. Bunun üzerine kılıçlara baktı ve:
“Onu ikiniz de öldürmüşsünüz!” buyurdu. Üzerindeki eşyanın Muâz b. Amr b. el-Cemûh’a verilmesine hükmetti, öbürünün adı da Muâzb. Afrâ’dır.[107]
d) Çocuklar cihada çıkmak için canatarlardı. Küçük görülürüz ve kabul edilmeyiz endişesiyle yoklama anında gizle­nirler, kabul edilmemeleri durumunda ise ağlarlardı.
Sa’d b. Ebî Vakkas (r.a,) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.), kardeşim Umeyr b. Ebî Vakkas’ıh Bedir’e katılma isteğini kabul etmedi, onu küçük gördü. Umeyr’in hemen ağlaması üzerine Peygamber (s.a.v.) ona izin verdi. Artık ben de kılıcının bağını onun üzerine bağladım. Bedir savaşına ben iştirak ettim. O gün yüzümde tek bir tüy vardı, elimle onu siliyordum.[108]
İbn Sa’d'ın rivayetine göre yine Sa’d b. Ebî Vakkas şöyle anlatıyor:
Bedir gününde Rasûlüllah’ın (s.a.v.) bizi denetlemesinden önce kardeşim Umeyr’in gizlendiğini gördüm. Ona: “Neyin var kardeşim, ne oluyor sana!” dedim. O da bana şu cevabı verdi: “Rasûlüllah (s.a.v.) beni görür de, küçük bulup Bedir’e kabul etmemesinden korkuyorum. Ben de cihada çıkmak istiyorum. Umarım Allah bana şehitlik nasip eder.” Sa’d diyor ki: Küçük olduğu için kılıcının bağlarını ben bağlıyordum. Onaltı
yaşında iken öldürüldü.[109]
Zeyd b. Hârise’den rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) Uhud gününde bazı kimseleri küçük buldu. Onlardan bir kısmı şunlardır: Zeyd b. Harise (yani kendisi), el-Berâ b. Âzib, Zeyd b. Erkam, Sa’d, Ebi Saîdel-Hudrî, Abdullah b. Ömer ve Cabir b. Abdillah.[110]
e) Çocuklar cihad için gerekli teçhizatı isterlerdi:
Enes b. Malik anlatıyor: Eşlem kabilesinden bir genç:
“Ya Rasûlallah! Ben gazâ etmek, cihada çıkmak istiyorum ama yanımda teçhizatım yok, demişti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
“Falana git! Teçhizatını alarak hazırlanmıştı da hasta olmuştu, buyurdu. O da giderek:
“Rasûlüllah’in (s.a.v.) sana selamı var, teçhizatım bana vermeni söylüyor! dedi. O da:
“Ey hanım! Teçhizatımı buna ver, ondan hiçbir şeyi esirgeme! Val­lahi birşey esirgemezsen onda bizim için bereket olur, dedi.[111]
Semura b. Cündeb der ki: Rasûlüllah (s.a.v.) ensardan bazılarım bize arzediyor, onlardan yetişkin olanları cihada kabul ediyordu. Derk­en bir yıl ben arzolundum. Bir çocuğu kabul etti, beni ise reddetti. Beri dedim ki: “Ya Rasûlallah! Onu kabul ettin ama beni etmedin. Eğer ben onunla güreş tutsam, elbette onu yıkarım. Nihayet onunla güreştim ve onu yıktım. Bunun üzerine beni de kabul etti.[112]
f) Savaş meydanlarında babalar çocuklarına eşlik ediyorlardı:
Urve b. Zübeyr (r.a.) anlatıyor: Zübeyr’de üç darbe vardı. Onlardan birisi omuzunda bulunuyordu. Ben çocukken bu darbe çukurlarına par­maklarımı sokar, onlarla oynardım. Yermûk savaşında Rasûlüllah’ın (s.a.v.) ashabı Zübeyr’e:
“(Rumlar’a) şiddetli bir saldırı düzenlesen de, biz de seninle bir­likte şiddetle saldırıda bulunsak! dediler. Zübeyr:
“Eğer ben saldırırsam, siz yalan çıkar da saldırmazsanız (ne ola­cak)! dedi. Ashab:
“Hayır öyle yapmayız, dediler. Bunun üzerine Zübeyr onlara bir hamle yaptı. Nihayet onların saflarım yardı geçti. Bunu tek başına başarmışta. Sonra dönüp geldi. Rumlar onun atının dizginini tutmuşlar, omuzuna iki darbe indirmişlerdi. Bu iki darbe arasında Bedir savaşında vurulan bir darbe izi daha bulunuyordu. Urve der ki: Zübeyr’in yanında o gün, yani Yermük savaşında (oğlu) Abdullah b. Zübeyr de vardı. O sırada o, on yaşındaydı. Babası onu bir ata bindirmişti ve (bunun için de) bir adamı vekil olarak görevlendirmişti.[113]
Abdullah b. Zübeyr anlatıyor: Hendek savaşında ben ve Ömer b. Ebî Seleme kalede idik. Bazan o eğilir (sırtına basarak) savaşa bak­ardım. Bazan da ben ona eğilir (sırtıma basarak) savaşa bakardı. Savaş meydanında babamın bir o düşmana bir bu düşmana hücum ettiğini gördüm. Daha sonra babama:
“Babacığım! Savaş meydanında seni bir o düşmana bir bu düşmana darbe vururken gördüm, dedim. Bunun üzerine babam:
“Yavrucuğum! Bugün Rasûlüllah (s.a.v.) benim için ana babasını cemederek “Anam babam sana feda olsun” buyurdu.[114]
İşte sahabe böyle cihad şuuruyla çocuklarını yetiştirdi. Onlar tem­bellik ve bir yere çakılıp kalmak nedir bilmezlerdi. Sahabe çocukları, Peygamber (s.a.v.) kendilerini küçük görüp de cihada kabul etmez diye çeşitli yöntemler kullanıyorlardı; bazan ağlıyorlar, bazan -yoklama es­nasında- kendilerini kamufle ediyorlar, bazan da ayak parmaklarının ucu üzerinde duruyorlardı. Bütün bunları Allah yolunda cihada çıkmak ve ahiret şehitliğini elde etmek için yapıyorlardı. Çünkü genel olarak dünyadaki bir şehitlik, ahiret şehitliğine denk olamaz. Onlar, genişliği yer ve gökler olan cennetlerde ebedi, yüksek ve parlak bir gelecek kur­muşlardı.
Rabbimiz! Bizim günahlarımızı, işimizdeki aşırılık ve taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı (yolunda) sabit eyle ve inkarcı top­luma karşı bize yardım eyle![115]
II. İbadet Yapısı

“Ailene namazı emret, kendin de namaz kılmaya dayan. Biz senden bir rizık istemiyoruz. Sana rızkı veren biziz. Sonuç takva (sahipleri)nindir.”[116]

Giriş

İbadet yapısı, itikadî yapıyı tamamlayıcı olarak görülür. Çünkü ibadet, akideyi ruhuyla besler. Ayrıca ibadet, akidenin resmini yansıtan ve onu büyüten bir aynadır. Çocuk, Rabbinin çağrısına yönelip O’nun emirlerini tuttuğu zaman, ruhundaki fitrî içgüdüsüne cevap vermiş olur. Böyle yapmakla o, ruhunu doyurmuş ve suya kandırmış olur.
Dr. Said Ramazan el-Bûtî, şu sözüyle bu noktaya işaret etmekte­dir: Kalbe dikilen akide ağacının güçlü olması ve kök salması için, çeşitli şekil ve sûretleriyle mutlaka ibadet suyu ile sulanması gerekir. Böylece kalpteki akide neşvü nema bulur, hayatın sarsıntıları ve şiddetli esintileri karşısında sebat eder,[117] çocukluk, bir sorumluluk dönemi değildir. Ancak çocukluk, buluğ ile başlayan mükellefiyet ve mesuliyet merhalesine ulaşmak için bir hazırlık, bir eğitim ve bir alışkanlık kazandırma dönemidir. Bu durum­da farz ve vacipleri yerine getirmek çocuğa kolay gelir ve hayatın sıkıntıları karşısında tam bir güvenle ruhen hazır olur. Allah’a ibadet etmek, çocuğun ruhunda ilginç bir duygu ve eylem meydana getirir, ibadet, ona Allah’a bağlı olma şuurunu kazandırır, ruhî depresyonlarını sakinleştirir. Sinirsel tepkilerini engeller, onu dengeli ve tutarlı hale getirir. Çünkü ibadet esnasında, istek ve arzuların yoğunluğu zayıftır. O anda çocuk ruhen ve bedenen Allah’a yönelir, vücudunun büyük bölümünü huşu kaplar. Çünkü o ya bir ayet okumakta veya dinlemekte, ya namazda kıyam veya secde halindedir.. Ya da birgün oruç tuttuktan sonra iftar edebilmek için kulağı ezandadır, ibadetin, çocuk üzerinde et­kili ve faydalı olan sayılamayacak kadar birçok sır ve hikmetleri bulun­maktadır.
Rasûlüllah (s.a.v.), Allah’a ibadet üzere yetişen ve kulluk ikli­minde büyüyen çocuklara büyük müjde vermektedir. Ebu Ümame’den (r.a.) rivayet edilen hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
Ebû Ümâme’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kendisine ölüm gelinceye kadar ibadet içinde yetişen ve büyüyen kimseye Allah doksandokuz sıddîk sevabı verir.”[118]
Hz. Ömer (r.a.) de şöyle demektedir: “Çocuğun iyilikleri amel defterine kaydedilir, ama kötülükleri yazılmaz.”[119]
Peygamber’in (s.a.v.) irşad ve talimatından, O’nun şu beş esas üzerinde özellikle durduğunu görmekteyiz:[120]

I- Namaz

A. Çocuğa Namazı Telkin Etme Safhası

Ana baba, çocuğuna sağını solunu öğrendiği zaman kendileriyle birlikte namaz kılmasını telkin etmekle işe başlar.
Abdullah b. Huseyb’den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Çocuk sağını solundan ayırdığı zaman ona na­maz kılmasını emrediniz.”[121]
Hişam b. Sa’d der ki: Muaz b. Abdillah b. Hubeyb el-Cühenî’nin yanına varmıştık. Karısına:
“Çocuk ne zaman namaz kılar? dedi. Karısı:
“Evet, bizden bir adam bu suâlin Rasûlüllah’a (s.a.v.) sorul­duğunu, O’nun da “Sağım solundan ayırdığında ona namaz kılmasını emredin” buyurduğunu söylerdi.[122]

B. Çocuğa Namazı Öğretme Safhası

Ana baba çocuğa önce namazın rükünlerini, vaciplerini ve namazı bozan şeyleri öğretir. Peygamber (s.a.v.) yedi yaşı öğretim safhasının başlangıcı olarak tesbit etmiştir.
Sebura b. Ma’bed el-Cühenî’nin (r.a.) rivayetine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Yedi yaşına vardığı zaman çocuğa na­mazı emrediniz. On yaşına geldiğinde, (kılmadığı takdirde) onu dövünüz.”[123]
Tirmizî’nin rivayetinde ise,”Yedi yaşında çocuğa namazı öğretiniz, on yaşında da (kılmadığı takdirde) onu dövünüz” şeklindedir.[124]
Rasûlüllah’ın (s.a.v.) bizzat kendisi, namaz konusunda muhtaç ol­dukları bilgileri çocuklara öğretirdi. Hz. Ali’nin oğlu Hasan der ki: Rasûlüllah (s.a.v.) Vitir’de söyleyeceğim dua cümlelerini bana şöyle öğretti:
“Allahümme’hdinî fîmen hedeyte ve âfînî fîmen âfeyte ve tevellenî fîmen tevelleyte ve bârik lî fîmâ a’teyte ve kınî şerra ma kadayte, fe inneke takdî ve lâ yukdâ aleyke ve innehû lâ yuzillü men vâleyte, tebarekte Rabbena ve teâleyt,”[125]
Rasûlüllah (s.a.v.) çocukların yanlışlarını düzeltirdi:
Ümmü Seleme anlatıyor: Peygamber (s.a.v.) adı Eflah olan bir çocuğu gördü. Secdeye vardığında çocuk (alnı toz olmasın diye toprağı) üflüyordu. Rasûlüllah (s.a.v.) ona: “Ey Eflah! Yüzünü toprağa koy!” bu­yurdu.[126]
Rasûlüllah (s.a.v.) çocuklara ezan öğretirdi:
Ebu Mahzura anlatıyor: Biz on delikanlı Rasûlüllah (s.a.v.) ile bir­likte yola çıktık. Peygamber (s.a.v.) bize insanların en sevimsizi idi. Derken onlar ezan okudular. Onlarla alay etmek için biz de ezan oku­maya kalkıştık. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) “Şu gençleri bana getirin” buyurdu. Sonra da “ezan okuyup” dedi. Gençler ezan okudular. Ben de onlardan birisiydim. Peygamber (s.a.v.): “Şu sesini işittiğim de­likanlı ne kadar güzel! Sen git, Mekkelilere ezan oku” buyurdu. Gencin perçemini (kâkülünü) sıvazladı ve ezanı şöyle okumasını söyledi:
Allahu ekber Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber
Eşhedü ellâ ilahe illallah (iki defa)
Eşhedü enne Muhammeden Rasûllulah (iki defa)
Hayye ale’s-salâh, hayye ale’s-salâh
Hayye ale’l-felah, hayye ale’l-felâh
Allahu ekber, Allahu ekber,
Lâ ilahe illallah
Sabah namazının ilk ezanını olduğunda “es-salâtü hayrün mine’n-nevm, es-salâtü hayrun mine’n-nevm” de! Kamet getirdiğinde iki defa da “kad kâmeti’s-salâtti, kad kâmeti’s-salâh” de duydun mu?” Ebu Mahzura kâkülünü çekmez ve onu ayırmazdı. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.) (mübarek eliyle) onu sıvazlamıştı.[127]
Peygamber (s.a.v.), her namazdan önce bir konuşma yapa­rak çocukların son safta bulunmalarını hatırlatırdı: Ebu Mes’ud diyor ki: Rasûlüllah (s.a.v.) namazda bizim omuzlarımıza dokunur ve: “Düzgün durun, karışık durmayın ki kalplerniz de karışmasın! Benim arkama akıl-bâliğ olanlar (yaşlı başlılar), daha sonra onlan takip eden­ler ve onların arkasına da sonra gelenler dursun.”[128]
Peygamber (s.a.v.) çocuklara namazda saga sola bakmama­larını öğütlerdi: Bu da çocuklara namazın hüküm ve keyfiyetini öğretmeye verilen önemi göstermektedir,
Enes’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: ‘Yavrucuğum! Namazda sağa sola bakmaktan sakın. Çünkü namazda sağa sola bakmak helaktir. Mutlaka yapman gerekiyorsa nafile namazda yap, farz namazda yapmak[129] sahabe de nebevi metodu takip ederek bizzat kendileri çocuklarına dini öğretmişlerdir:
İşte Ali (k.v.)… Oğlu Hüseyin’i çağırır abdest almayı ona öğretir, konu hakkında sorduklarına cevap verirdi. Hüseyin (r.a.) anlatıyor: “Babam Ali benden abdest suyu istedi. Ben de suyu ona götürdüm. Abdest almaya başladı. Abdest suyuna sokmadan önce ellerini üç defa yıkadı. Sonra üç defa ağzına, üç defa da burnuna su verdi. Sonra üç defa yüzünü yıkadı. Sonra sırasıyla sağ ve sol kolunu dirseklere kadar üçer defa yıkadı. Sonra başını bir defa mesnetti. Sonra sırasıyla sağ ve sol ayağım topuklara kadar yıkadı. Sonra ayağa kalktı ve “Suyu bana ver” dedi. Ben de içinde abdestten arta kalan su olan kabı ona verdim. Sonra ayakta iken o sudan içti. Benim hayret ettiğimi görünce; “Hayret etme! Çünkü ben Peygamber’i (s.a.v.) benim şu yaptığım gibi yaparken gördüm” dedi. Hz. Ali, bunu söylerken aldığı abdesti ve arta kalan ab­dest suyunu ayakta içmeyi kasdediyordu.[130]
Şüphesiz büyüğün nasıl abdest aldığını gören bir çocuk, daha ko­lay öğrenir, doğru ve sağlıklı olarak onu tatbik eder. Nâfî der ki: Ben çocuk iken Ebu Ubeyd’in kızı Safiyye’yi abdest alırken görmüştüm. Başım meshetmek istediğinde, baş örtüsünü çıkarırdı.[131]
İşte Sa’d b. Ebî Vakkâs (r.a.)… O da çocuklarına sünnet olan dua­ları öğretiyordu. Oğlu Mus’ab der ki: Sa’d Peygamberden (s.a.v.) naklet­tiği şu beş şeyi bize öğretirdi: “Allah’ım! Cimrilikten, korkaklıktan, ömrün en zavallı çağına (ihtiyarlığa) itilmekten, dünya fitnesin­den ve kabir azabından sana sığınırım.”[132]
Büyük sahabi Abdullah b. Mes’ud’un ana ve babalara yaptığı şu nasihatle bu safhayı noktalamak istiyoruz: “Namaz hususunda çocuklarınıza göz kulak olunuz, onları iyiliğe alıştırınız. Çünkü iyilik bir alışkanlıktır.”[133]

C. Namazı Emretme Ve Terkedilmesînden Dolayı Cezalandırma Safhası

Bu safha, çocuk on yaşına girdiğinde başlar. Bu durumda çocuk namazı eksik kıldığında veya gevşeklik ve tembellik gösterdiğinde, şeytanın yoluna uymakla kendisine yazık ettiğinden ve dinin hükmünü yerine getirmediğinden dolayı uslandırmak için ana ve babanın dövmesi caiz olur. Çünkü bu merhalede aslolan çocuğun Allah’ın emrine itaat et­mesidir. Zira doğuştan gelen fitrî özelliği devam etmektedir. Şeytanın etkisi oldukça zayıftır. .Böyle olunca çocuğun namaz kılmaması, şeytanın artık yavaş yavaş hegemonya kurmak isteyişinin bir göstergesidir. Bundan dolayı da o nebevi tedaviye yani dayağa ihtiyaç duymaktadır. Çocuğa dayak sebebini anlatmakta ve Rasûlüllah’ın (s.a.v.) şu hadisini okumakta bir sakınca yoktur:[134]
Abdullah b. Amr b. el-Âs’ın (r.a.) rivayetine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Yedi yaşında iken çocuklarınıza namaz kılmalarını emrediniz, on yaşında iken de kılmadıkları takdirde dövünüz ve onların yataklarını ayırınız.”[135]
Dihlevî, bu hadis üzerine şunları söyler: Çocuğun baliğ olması iki şekilde olur: Bulûğun birinci şekli yapı itibarıyla sağlıklı olup al­madığını gösteren çağdır. Bu, yalnız akılla gerçekleşir. Aklın ortaya çıkmasının belirtisi yedi yaştır. Şüphesiz yedi yaşına girmiş olan bir çocuk bariz birtakım değişiklikler geçirir. Bunun tamamlanmasının be­lirtisi ise on yaştır. Mizacının sağlam olması durumunda on yaşındaki bir çocuk artık âkıl olur; kâr ve zararını birbirinden ayırır, ticaret ve diğer işleri becermek için çaba sarfeder.
Bulûğun ikinci şekli ise; cihad, şer’î ceza ve müeyyidelerle sorumlu tutulduğu çağdır. Bu çağda çocuk hayatın sıkıntılarına, tuzak ve entrik­alara göğüs gerip mücadele eden erkekler gurubuna girer. Millî, medenî ve içtimaî hak ve siyasetlerde durumu dikkate alınır. İslam’ın doğru yo­lunda devam etmesi için zorlanır. Aklen ve bedenen fonksiyonlarını ik­mal etmiş olduğuna itimat edilir. Tabiî bu, daha çok onbeş yaşında gerçekleşir. Bu bulûğ şeklinin belirtileri ise ihtilam ve kasık tüylerinin çıkmasıdır. Bu durumda namazın iki yönü vardır. Kendisi ile Rabbi arasında, aşağıların aşağısına yuvarlanmaktan kurtaran bir vasıta ol­ması yönüyle namaz, iki bulûğ döneminde çocuğa emredilir. İslam’ın şiar ve sembollerinden olması yönüyle de, namazdan sorumlu tutulurlar ve kılmaya zorlanırlar. Onlar isteseler de istemeseler de durum değişmez. Namazın hükmü diğer yapılacak işlerin hükmü gibidir. On yaş söz konusu iki sınır arasında bir engel ve iki yönü birleştiren bir aşama olunca, o yaştaki çocuğa iki bulûğ şeklinden de bir pay verilmiş oldu.[136]

D. Çocukları Cuma Namazına Alıştırmak

Câbir b. Abdillah’dan rivayet edilen bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır; “Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse Cum’a namazını kılsın. Yolcu, köle, çocuk, kadın ve hasta bu hükmün dışındadır. Kim bir eğlence veya ticaret sebebiyle Cum’a namazını umursamazsa, Allah da onu umursamaz. Allah zengindir, övülmüştür.”[137]
İmam Kâsânî, hadisten sonra “O halde çocuğun namazı tetavvu1 (nafile) olur” diyerek bir açıklama yapmıştır.[138]
Çocuğu cum’a namazına alıştırmanın birçok faydası vardır:
1- Bulûğ çağına girdiğinde, Cum’a'yı kılmaya alışmış olur.
2- Hutbe dinlerken etkilenir. Çünkü çocuğun fitratı, iman ve ilim hadislerini, Peygamber’in (s.a.v.) sîretini almaya oldukça müsaittir.
3- Sosyal yönü gelişir. Müslüman bir topluluğun arasına girmek suretiyle onlara karşı ülfet kazanır. Çocuk, babasının dost ve yakınlarını mutlaka tanımalıdır.
4- Bazı alimler, Cum’a günü duanın kabul edildiği ânın hutbenin okunduğu vakit olduğu görüşünü benimsemiştir. Buna göre çocuk, Peygamber’in (s.a.v.) bahsettiği duaların kabul edildiği vakte gelenlerden olmuş olur.
5- İki Cum’a arasındaki namaz ve ibadetler için, ruh ve iman bakımından güç ve destek olur.
6- Çocukluğu bir yana, büyüdüğünde kendisi üzerinde etkili ola­cak olan ümmetin alimlerini ve davetçilerini tanır.
7- Cum’a namazı sayesinde, bütün unsurlarıyla; inanç, ibadet, sos­yalleşme, duygusallık, ilim, fizik, sağlık ve cinsellik açısından çocuğun şahsiyet yapısı oluşur. (Allahu A’lem)[139]

E. Gece İbadetinde Çocuklar İçin Bir Örnek

Sahabe çocukları beş vakit namazla yetinmemiş, geceleri kalkarak nafile ibadetler de yapmışlardır. İbn Abbas (r.a.) bunlardan biridir. Der ki: Peygamber’in (s.a.v.) zevcesi teyzem Meymune’nin yanında gecelemiştim. O gece Peygamber (s.a.v.) onun yanındaydı. Derken Peygamber (s.a.v.) yatsıyı kıldı sonra evine gelerek dört rek’at daha kıldı. Bir müddet uyuduktan sonra kalktı ve “yavrucuk uyumuş” dedi. Sonra ka­lktı. Ben solunda bulunuyordum, sağ tarafına aldı. Beş rek’at namaz kıldı.[140] Sonra iki rek’at daha kıldı. Sonra da uyudu hatta ben horul­tusunu işittim. Sonra namaza çıktı.[141]
Çok sevdiği Peygamber’in (s.a.v.) hareket ve tatbikatını gözetleyen ve uykudan uyanıp onunla birlikte namaz kılan şu yavruya bir bakın! Sonra, Peygamber’in sağ yanma alarak çocuğa doğruyu göstermesini ve onun namazım ehemmiyete almasını bir düşünün! Gerçi Peygamber (s.a.v.), küçüklerle, büyüklerle, kadınlarla, erkeklerle birlikte namaz kılarken de öyleydi. Müslüman evlere gönül ferahlığı katardı.
Enes’in (r.a.) anlattığına göre kendisi, Rasûlüllah (s.a.v.), anası ve teyzesi birarada iken, Peygamber (s.a.v.) onlara namaz kıldırmıştı, Enes’i sağ yanına, anasını ve teyzesini de arkalarına almışlardı.[142]
Henüz bir çocuk olan Ebu Yezîd Tayfur b. îsâ el-Bistâmî ile babası arasında geçen şu konuşma gerçekten ilginç ve güzel bir kıssadır.
İbn Zafer el-Mekkî[143] anlatıyor: Ebu Yezid Tayfur el-Bistamî: “Ey örtüsüne bürüneni geceleyin kalk (namaz kıl), yalnız biraz (uyu)”[144] ayetlerini ezberleyince, babasına:
“Babacığım! Allah Teâlâ bunu kime söylemektedir; ayetlerin mu­hatabı kimdir? suâlini sordu. Babası:
“Yavrucuğum! O, Peygamber Muhammeddir (s.a.v.), cevabını ver­di. Oğlu Tayfur:
“Babacığım! Peki neden Peygamber’in (s.a.v.) yaptığı gibi yapmıyorsun? diyerek ikinci bir suâl sordu. Babası:
“Yavrucuğum! Gece namazı (teheccüd) Peygamber’e (s.a.v.) hususî olarak farz kılınmıştır. Ümmetine farz değildir, cevabını verdi. Bunun üzerine çocuk sükût etti. “Rabbin senin gecenin üçte ikisinden Daha azında, yarısında ve üçte birinde kalkıp namaz kıldığını, seninle birlikte olanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını bi­liyor”424 ayetini ezberleyince, yine:
“Babacığım! Bir topluluğun geceleri kalkıp namaz kıldıklarını işitiyorum, bunlar kimlerdir? sorusunu yöneltti. Babası:
“Yavrucuğum! Bunlar ashab-ı kirâmdır, dedi. Çocuk:
“Babacığım! Peygamber (s.a.v.) ve ashabının yaptığı birşeyi terketmekte bir hayır var mıdır? deyince de, babası ona:
“Doğru söyledin, yavrucuğum! dedi. Artık ondan sonra babası gec­eleri kalkarak namaz kılardı. Oğlu Ebu Yezid bir gece uyandığında, ba­basının namaz kıldığını gördü ve:
“Babacığım! Nasıl abdest alıp temizleneceğimi ve seninle beraber nasıl namaz kılacağımı bana öğret! dedi. Babası:
“Yavrucuğum, Sen uyu! Çünkü sen henüz küçüksün, dedi. Çocuk:
“Babacığım! Yaptıklarının kendilerine gösterilmesi için insanların ayrı ayrı gruplar halinde (ilahî divana) çıkacakları gün geldiğinde, Rab-bime “Ben babama nasıl abdest alıp namaz kılacağımı sordum. Ama, sen henüz küçüksün diyerek bana öğretmedi” derim, peki bunu ister misin? deyince, babası ona şu cevabı verdi:
“Hayır, vallahi yavrucuğum! Bunu asla istemem.
Artık babası oğluna abdesti ve namazı öğretti. Babasıyla birlikte namaz kılmaya başladı.[145]

F. Çocukları İstihare Namazına Alıştırmak

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ey Enes! Bir iş yapmak istediğin zaman Rabbinden yedi defa onun hayırlı olmasını dile (istihare et), sonra gönlüne yatana bak! Çünkü hayır ondadır.”[146]

G. Çocukların Bayram Namazına Götürülmesi

Abdullah b. Ömer’den (s.a.v.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) bayram namazlarına çıkarken beraberinde el-Fadl b. el-Abbas, Abdullah b. Abbas, El-Abbas, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin, Üsâme b. Zeyd, Zeyd b. Harise ve Eymen b. Ümmi Eymen olurdu. Yüksek sesle tekbir ve tehlil getirirdi. Demircilerin yolunu tutarak musallaya gelirdi. Namazı bitirince de ayakkabıcıların yolundan dönerek evine gelirdi.[147]

II. Çocuk Ve Cami

A. Çocuğun Camiye Götürülmesi

Cami ve mescitler birbirini takip eden nesiller tarafından inşa edi­len köşklerdir. Bunlar, kendilerini Allah’a adayan, O’nun yolunda yürüyen ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) izinden giden nesiller için kaynak olmuş ve olmaya devam edecektir. Bundan dolayı sahabe çocukları Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraber mescidde namaz kılmaya özen gösterirlerdi.
İşte Câbir b. Semura (r.a.)… Bize çocukluğundan ve Rasûlüllah (s.a.v.) ile olan beraberliğinden bahsederken diyor ki: Ben Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte öğle namazını kıldım. Sonra ailesinin yanına çıktı, ben de O’nunla beraber çıktım. Hemen çocuklar Peygamber’i (s.a.v.) karşıladı. Peygamber (s.a.v.) onların yanaklarını birer birer sıvazlamaya başladı. Benim de yanağımı sıvazladı. .O’nun elinde bir se­rinlik ve bir koku hissettim. Sanki elini bir kokucu sepetinden çıkarmıştı.[148]
Tabiî, çocuk kendi kendine tuvaletini yapabildiği ve temiz olduğu zaman mescide götürülür. Bu durumda çocuk altını kirletmez ve tuvalet ihtiyacını, kendisi görür. Sükûnetle girmek, ayakkabıyı ayakkabılığa koymak, yürürken ayakkabıyı katlamak, mescid.de koşmamak, yaşlıları sıkıştırmaktan uzak durmak, hutbe, ders ve namaz esnasında dikkatli olmak, oyalanıp eğlenmemek gibi cami adabını öğrenmiş olur.
Mescide çocuğunu getiren bir adamın durumu İmam Malik’e “Sen bunu güzel görür müsün?” diye sorulduğunda o, şu cevabı vermiştir: “Eğer çocuk adabı biliyor, buna riayet ediyor ve oyalanıp eğlenmiyorsa, ben bunda bir sakınca görmüyorum. Ama bu hususlara dikkat edemeyecekse onu da hoş karşılamıyorum.”[149]
Peygamber (s.a.v.), çocuklara merhametinden dolayı mescit imam­larından namazı kısa tutmalarını istemiştir. Bu da, çocukların na­mazının ve onları alıp mescide götürmenin caiz olduğunu göstermektedir.
Ukbe b. Amr el-Bedrî (r.a.) anlatıyor: Peygamber’e (s.a.v.) bir adam gelerek: “Falan imamın uzatmasından dolayı sabah namazından ben geri kalıyorum” dedi. Ben hiçbir konuşmada Rasûlüllah’ın (a.a.v.) o günkü kadar öfkelendiğini görmemiştim. O, şöyle buyurdu: “Ey insan­lar! İçinizden nefret ettirenler vardır. Hanginiz insanlara imam olursa, namazı hafif kıldırsın. Çünkü arkasında yaşlı, küçük ve ihtiyacı olan insanlar bulunmaktadır.”[150]
Çocuk namaz için mescide gelmekle, rek’atlerin sayısının hıfzetme hususunda müslümanlara iştirak eder:
İbrahim b. Süveyd anlatıyor: Alkame bize öğle namazını beş rek’at kıldırdı. Selam verince cemaat:
“Ey Ebu Şibil! Namazı beş rek’at kıldırdın! dedi. Alkame:
“Hayır, öyle yapmadım! dedi. Cemaat:
“Yok, öyle yaptın! dedi. Ben de cemaat tarafında idim ve henüz bir çocuktum. Ben de:
“Tabiî, beş rek’at kıldırdın! dedim. Alkame bana:
“Sen de mi öyle söylüyorsun, gidi şaşı gözlü? dedi. Ben de:
“Evet! cevabım verdim. Bunun üzerine hemen kıbleye yönelerek iki secde yaptı, sonra da selam verdi. Daha sonra şöyle dedi: Abdullah (b. Mes’ud) dedi ki: Rasûlüllah namazı bize beş rek’at kıldırdı. Namaz­dan çıkınca cemaat kendi arasında şüpheye düştü ve fısıltıyla konuştular. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
“Ne oluyor size? dedi. Cemaat:
“Ya Rasûlallah! Acaba namaza ziyade mi edildi? dedi. Rasûlüllah (s.a.v,):
“Hayır, cevabını verdi. Cemaat:
“Namazı beş rek’at kıldırdın da! dedi. Bunun üzerine kıbleye yönelerek iki secde yaptı, sonra selam verdi. Daha sonra:
“Ben ancak bir insanım. Sizin unuttuğunuz gibi ben de unutu­rum” buyurdu.[151]
Cemaatle kılınan namazda çocukların saf düzeni nasıl olmalıdır?
Ebû Mâlik el-Eşârî’nin rivayetine göre Rasûlüllah (s.a.v.) kıyam ve kıraatte dört rek’ati eşit tutardı. Cemaatin gelip yetişmesi için birinci rek’ati daha uzun kıldırırdı. Yetişkin erkekleri erkek çocuklarının önüne, çocukları onların arkasına ve kadınları da çocukların arkasına alırdı.[152]
Aynı râvî “Ben size Peygamber’in (s.a.v.) namazını anlatayım mı?” suâlini sorduktan sonra kendisi şu cevabı vermiştir: “Namaz için kamet ettirir, erkekleri saf yapar sonra çocukları onların arkasına alır ve onla­ra namaz kıldınrdı…”[153]
Enes der ki: “Ben ve bir yetim evimizde Peygamber’in (s.a.v.) ar­kasında namaz kıldık. Anam Ümmü Süleym de arkamızda idi.”[154]
Abdullah b. Mes’ud’dan rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.). Şöyle buyurmuştur: “Benim arkama akıl-bâliğ olanlar (yaşlı başlılar), sonra onları takip edenler dursun!” buyurdu. Bunu üç defa tekrarladı ve “çarşı ve pazar yerlerindeki karışıklık ve keşmekeşte benzemek)ten sakının!” buyurdu.[155]
İbn Abbas da şöyle der: “Rasûlüllah’in (s.a.v.) yanında namaz kıldım, Aişe de bizimle beraber arkamızda idi. Ben Peygamber’in (s.a.v.) yamnda onunla birlikte namaz kılıyordum.”[156]

B. Çocuğun Cami İle İrtibatının Sağlanması

Çocuğun cami ile irtibatını sağlama fikri[157] sağlam bir düşüncedir. Bu tomurcuklan kötülükten kurtarmak için yapılacak başka bir şey de yoktur.
Tarihle bağlantı kurmak gerekirse şunu diyebiliriz: Tunus ve diğer Kuzey Afrika, tanrılık iddiasında bulunan mevcut ideolojik sis­temlerin belasına maruz kalmıştı. Şayet bu bela köklü olarak yerleşseydi bugün İslam diyarı harap olurdu. Söz konusu felaketin orta­dan kaldırılması için Allah, büyük eğitimci Muhriz b. Halef es-Sıddîkî’yi muvaffak kıldı. Bu zât, bazı mescitlerde çocukları eğitmeye başladı. Tabiî, hedefleri mevcut yapıyı düzeltme olmayan eğitimcilerin faaliyeti gibi değil, uzun vadeli ve geniş düşünen, İslam toplumunun alt yapısını oluşturacak şekilde çocuk eğitimine önem veren bir eğitimci örneğini gösterdi. el-Kayrevânî[158] de şu tesbitiyle bu noktaya yani, çocukların gönüllerine İslam’ın sevdirilmesi konusuna işaret etmektedir:
Allah, bize emanet ettiği din ve şeriatını koruma ve kollama husu­sunda bana ve sana yardım eylesin. Sen benden inanç, amel ve ahlaka dair dinî görevleri, ayrıca bunlara ilave olarak da, din, şeriat ve Kur’an’ın gönüllerine işlemesi konusunda çocukların eğitim ve öğretimleriyle alakalı yapılması gereken vazifeleri kısa ve özet olarak yazmamı istemiştin, işte bu isteğine şimdi cevap vermiş oluyorum. Bu­nunla Rabbimden, dinini öğretme ve ona davet etme sevabını kendim ve senin için niyaz ediyorum.
Bil ki, kalplerin hayra en müsait ve en yatkın olanı, daha önce şerrin yaklaşmadığı kalptir. Nasihat ve irşat edenlerin eh çok itina gösterdikleri şey, hayrın, yani iyilik ve güzelliğin yerleşmesi için mü’minlerin çocuklarının gönüllerine ulaştırılması ve yürekten benim­semeleri için onlara dinin hüküm ve prensiblerinin hatırlatılmağıdır.
Enver el-Keşmîrî’nin[159] de dediği gibi bir ücret alınmadığı tak­dirde mescitte çocukların eğitim ve öğretimi caizdir. O halde, sahabe ve selef-i salihin çocuklarını yetiştiren mescit, tıpkı onlar gibi bir nesil yetiştirmeye de kadirdir. Yeter ki, ana ve babalar çocuklarını mescide nefret ettirerek ve morallerini bozarak değil, teşvik ederek ve sevdire­rek yönlendirsinler. Aynı şekilde çocukları camiden kovan yaşlılar ca­mide çocuklara karşı yapmaları gerekeni anlamak durumundadırlar. Onların görevi güzel öğütte bulunmak, yumuşak ve hoşgörülü davran­mak, şefkat ve merhametle hareket etmektir. Böylece çocuk namaz, ders ve sohbet dinlemek için camiye tekrar gelir. Biz, çocukları mescit ve camilerden soğutan nice yaşlılar görmüşüzdür! Tabiî onlar böyle kov­makla ve bağırıp çağırmakla birçok çocuğun yoldan sapmasına da sebep olmuşlardır. Bu da İslam toplumu için bir musibettir. Cami imamının . bu tip yaşlıları uyarması ve onlara nasihat etmesi gerekir.[160]

III. Oruç

Oruç, ruhî ve bedenî bir ibadettir. Bu ibadetle çocuk hakiki ihlası öğrenir ve gizli yerde ilahi murakabenin farkına varır. Açlığa rağmen yemekten, susuzluğa rağmen su içmekten uzak kalmak suretiyle de çocuğun iradesi yine oruçla eğitilmiş olur. Ayrıca oruç, çocuğun arzu ve isteklerinin frenlenmesinde rol oynar. Çocuğa sabır ve dayanma gücü kazandırır. Sahabe, çocuklarını oruç ibadetiyle eğitmiştir, imam Buhârî, Sahih’inde “Çocukların Orucu” şeklinde bir bâb başlığı kul­lanmış ve orada Hz. Ömer’in Ramazan’da bir sarhoş için söylediği “Yazıklar olsun sana! Oysa bizim çocuklarımız oruç tutmaktadır” sözünü nakletmiş ve onu dövdüğünü zikretmiştir.
İbn Hacer, sözkönusu rivayetle ilgili şu bilgileri verir: Çocuğun orucu meşru mudur, değil midir? Cumhur (İslam alimlerinin çoğunluğu) orucun, bulûğ çağına varmamış çocuklara farz olmadığı görüşündedir. İbn Şîrîn ve ez-Zührî’nin de içinde bulunduğu bir grup se­lef alim ise müstehap kabul etmiştir, imam Şafiî de bu kanaattedir. Ona göre, güç ve takat getirdikleri vakit alıştırmak için çocuklara oruç emredilir. Şafiî, oruç tutma zamanı için namaz gibi yedi ve on yaş sınırını getirmiştir. İshâk oniki, Ahmed (b. Hanbel) ise bir rivayete göre on yaş sınırını koymuştur.
Evzâî de şöyle der: “Çocuk güç ve kuvvetten düşmeyecek şekilde peşpeşe üçgün oruç tutabildiği vakit, artık oruç tutması söylenir.”
Birinci görüş cumhurun kanâatidir. Mâlikîlere göre meşhur olan görüş, çocuklar hakkında orucun meşru olmamasıdır. Esasen İmam Buhârî, bab başlığında Hz. Ömer’in sözünü zikretmek suretiyle imam Mâlik’i kibarca tenkide tabi tutmuştur. Çünkü hadislerin tearuzunda, yani ilk bakışta aralarında çelişki görülen rivayetler karşısında yapılacak nihâî şey, Medinelilerin amel ve tatbikatının aksini .ortaya koymasıdır. Sünnet konusunda titizliği ile maruf olan ve zamanında sa­habenin bol miktarda bulunduğu Hz. Ömer dönemindeki bir amel ve tatbikattan daha kuvvetli bir dayanak da olamaz. O, Ramazan’da oruç yiyen kimseye serzenişte bulunarak: “Nasıl oruç yersin? Halbuki bizim çocuklarımız oruç tutmaktadır!” demişti. Malikîlerden Îbnu’l-Mâcişûn şu sözüyle garip bir görüş ortaya koymuştur: “Çocuklar oruç tutmaya güç ve takat getirdikleri zaman velileri onlara orucu gerekli kılarlar yani oruca zorlarlar. Bu durumda çocuklar mazeret olmadan oruç yer­lerse, tutamadıkları günlerin kazası gerekir.”[161]
Sahabenin, oruç esnasında teselli bulmaları ve gündüzün uzun­luğunu hissetmemeleri için çocuklarına oyuncak hazırlaması, onların, çocukların orucuna gösterdikleri önemi ortaya koymaktadır.
Rubeyyi’ bint Muavviz anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) Âşûra sabahı Ensar köylerine: “Oruçlu olarak sabahlayan kimse orucunu tamam­lasın. Oruçsuz olarak sabahlayan da o günün geriye kalanını tamamlasın” diye haber gönderdi. Ondan sonra artık biz bu orucu tutmaya ve küçük çocuklarımıza da tutturmaya başladık. Mescide gider, çocuklara yünden yapılmış oyuncaklar edinirdik. Onlardan biri yiyecek için ağladığında, iftar vakti oluncaya kadar bu oyuncağı ona verirdik.[162]
İbn Hacer der ki: Hadis, çocukların oruca alıştırılmasının meşru olduğuna bir delil teşkil etmektedir. Çünkü bu hadiste geçen yaş grubu çocuklar, mükellef değildir. Ancak bu, alıştırmak üzere onlara eğitim açısından yapıldı.[163]
Sahabe çocuklarını toplar ve mübarek iftar vaktinde kabulünü umarak Allah’a dua ederlerdi. Abdullah b. Ömer, Rasûlüllah’tan (s.a.v.) şunu duyduğunu söyler: “iftarı anında oruçlunun kabule şayan bir duası vardır…”[164]
Abdullah b. Ömer de iftar anında aile efradım çağırır ve dua eder­di. Akıllı bir çocuğun Ramazan’ın son on gününde itikafa girmesinde bir beis yoktur. Çünkü bulûğ, itikafin sahih olması için bir şart değildir. Bu itibarla akıllı çocuğun itikafi sahihtir. Çünkü o, ibadet ehlindendir. Nitekim onun nafile orucu da sahih olmaktadır.[165]

IV- Hac

İbn Battal der ki: Fıkıh alimleri, buluğ çağına kadar çocuktan farzların sakıt olduğu hususunda görüş birliğine varmışlardır. Ancak çocuk hac ibadetini yerine getirdiği zaman, bu cumhura göre nafile olur. Hac, namaz ve oruç gibi çocuğu ibadetlere alıştırır. Böylece kendisi ile Allah arasında bağlantı kurulmuş ve bulûğ sonrası dönem için hazırlanmış olur. Artık tecrübe ve alışkanlık kazandığı için bu dönemde hac ibadetini zor ve sıkıntılı bulmaz.
Hac, bilindiği gibi, tüm ibadetlerin zevk ve lezzetini toplamanın yanısıra, bütün ibadetlerin sıkıntılarını da toplamaktadır. Çocuk hac ibadetini yerine getirdiğinde, bu, gelecekte -inşaallah- Allah yolunda gidişinin bir müjdesi olur. Üsâme b. Zeyd der ki: “Arafat’ta ben Peygamber’in (s.a.v.) terkisinde idim.”[166]
Çocuklar akıl-bâliğ olduklarında, hac ibadetini yerine getirmeleri gerekir. Çocuğa hac farz değildir. Çünkü muhatab ve mükellef değildir. Buluğ çağından önce yaptığı nafile olur. Peygamberin (s.a.v.) şöyle bu­yurduğu rivayet edilmektedir: “Hangi çocuk on defa hac yapar, sonra baliğ olursa ona İslamın haccı gerekir.”[167]
İbn Abbas’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Çocuk hac yaptığı zaman bu, akü-baliğ oluncaya kadar onun için bir hacdır. Akü-baliğ olunca ona başka bir hac gerekir.”[168]
Yine İbn Abbas (r.a.) kanalıyla gelen rivayette Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Hangi çocuk hac yapar, sonra ergen olursa, ona başka bir hac gerekir.”[169]
Câbir’den (r.a.) rivayet.edildiğine göre de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Çocuk bir hac yapsa, bulûğa erdiği vakit güç ve imkanı olduğu takdirde ona bir hac gerekir…”[170]
Peygamber (s.a.v.), çocuklar hac ibadetini yerine getirirlerken on­lara arafe gününün önemini ve diğer hükümleri öğretir, gerekli uyarıyı yapardı. Bunu yaparken de şefkatli, duygulu ve etkili bir hitap tarzı kullanırdı.
İbn Abbas’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Ey kardeşimin oğlu! Bugün yani arefe günü kim kulağına, gözüne ve diline sahip olursa günahları bağışlanır.”[171]
Ebu Dâvud et-Tayâlisi’nin rivayetinde ise şöyle buyurmuştur: “Bırak ey çocuk! Çünkü bugün, yani arefe günü, gözünü muhafa­za eden kimsenin günahlarının bağışlandığı bir gündür.”
Beyhakî’nin Şuabu’l-îman’ındaki rivayetinde de şöyle geçmektedir: “Ey kardeşimin oğlu! Bu arefe günü, hak olanlar müstesna ol­mak üzere gözüne, kulağına ve diline sahip olan kimselerin günahları bağışlanır.”[172]
Fıkhî bir mesele:
Hanefî fakihlerinden İmam Kâsânî diyor ki: “ihrama girmiş bir çocuğun Arafat’ta vakfeden önce baliğ olması durumunda, eğer ihramlı olarak devam ettiyse haccı bize göre tetavvu’ (nafile) olur. Şafiî’ye göre bu durumda, yani baliğ olarak Arafat’ta vakfe yapması durumunda çocuğun haccı normal hac olur ve farzı yerine getirmiş olur. Bu, şu kaid­eden kaynaklanmaktadır: Üzerinde İslâm’ın (farz olan) haca bulunan kimse, nafileye niyet ettiği vakit, bize göre nafile olur. Şafiî’ye göre ise farzdan sayılır. Ama böyle biri telbiyede bulunmakla veya farz olan hac­ca niyet etmekle ihrama yeniden girer, Arafat’ta vakfe yapar ve ziyaret tavafi yaparsa, o zaman ihtilafsız olarak İslâm’ın (farz olan) haccı ye­rine getirilmiş olur.”.
İmam Şafiî de diyor ki: ‘Yüce Allah, iütfuyla insanlara amelleri karşılığında kat kat sevap vermiş, zürriyetlerini kendilerine katmak ve amellerinin sevabını bol bol vermek suretiyle onlara ihsanda bulunmuş ve şöyle buyurmuştur: “…Zürriyetlerini de kendilerine katmışızdır. Ken­di amellerinin sevabından da hiçbir şey eksiltmemişizdir…”[173] Allah, amel yapmadan cennete sokmak suretiyle onların zürriyetlerine lütuf ve keremiyle muamele etmektedir. Kendilerine vacip olmadığı halde hac esnasında yaptıkları iyi amelleri yazmak suretiyle de Allah, çocuklara ikram ve ihsanda bulunmuş olmaktadır… [174]
Sahabe çocuklarının haccı hakkında gelen rivayetler:
İbn Abbas’tan (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) Rav-ha’da [175] bir kafile ile karşılaştı ve:
“Siz kimsiniz? dedi. Onlar:
“Müslümanlarız, dediler ve devam ettiler: Peki ya sen kimsin? Peygamber (s.a.v.):
“Ben Rasûlüllah’ım, buyurdu. Bunun üzerine bir kadın bir çocuğu kaldırarak:
“Bunun için hac var mıdır? diye sorunca:
“Evet, senin için de bir ecir vardır, cevabını verdi.[176]
Sâib b. Yezid (r.a.) der ki: Ben yedi yaşımda iken Veda haccmda Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraber bana hac yaptırıldı.[177]
Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Büyüğün, küçüğün, güçsüzün ve kadının ci­hadı, hac ve umredir.”[178]
İbnu’s-Sünnî’nin rivayetine göre İbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Rasulüllah’a (s.a.v.) bir çocuk gelerek:
“Ben hac yapmak istiyorum, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) onunla biraz yürüdü ve şöyle buyurdu:
“’Yavrum! Allah sana takva nimeti versin, yüzünü hayra çevirsin, üzüntü ve kederde sana kâfi gelsin.” Daha sonra çocuk Peygamber’in (s.a.v.) huzuruna dönünce şöyle buyurdu: ‘Yavrum! Allah haccım kabul eylesin günahını bağışlasın ve rızkını bol versin.”
Bu hâdise, Rasulüllah’ın (s.a.v.) çocukların hac ibadetine ne kadar ihtimam gösterdiğim açıkça ortaya koymaktadır. Onlarla birlikte yürüyor, gidiş ve dönüşte onlara dua ediyor.
Burada bir soru akla geliyor. Acaba hac ibadeti esnasında çocuk bir hata yaptığı zaman, ona keffaret gerekir mi?
Yahya b. Muhammed diyor ki: Arkadaşlarının söylediğine göre Ebu Hanife’nin “sahih olmaz” sözündeki “sıhhat” ihramın yasaklarını işleyen çocuğa keffaretlerin gerekmesiyle alâkalı bir durumdur. Onun bu söz ve içtihadında çocuğa rıfk-ı mülâyemet bulunmaktadır. Yoksa bu, çocuğu hac sevabından mahrum ettiği mânâsında söylenmiş değildir.[179]

V. Zekat[180]

Amr b. Şuayb’ın babası vasıtasıyla dedesinden rivayet ettiğine
Hanefîler de farz olmadığı göre bir kadın, kızı ile beraber Rasulüllah’a (s.a.v.) geldi. Kızının kolun­da kalın iki altın bilezik vardı. Rasulüllah (s.a.v.) kadına:
“Bunun zekatını veriyor musun? buyurdu. Kadın:
“Hayır, dedi. Rasulüllah (s.a.v.):
“Kıyamet gününde Allah’ın onların yerine sana ateşten iki bilezik taktırması hoşuna gider mi? deyince, kadın hemen onları çıkarıp Peygamber’e (s.a.v.) uzattı ve:
“Bunlar Allah ve Rasulüne aittir, dedi.[181] Sadaka-i Pıtr:
Abdullah b. Ömer (r.a.) der ki: Rasulüllah (s.a.v.) fitır sadakasını her hür veya köle, küçük veya büyük üzerine bir sâ’ kuru hurma veya bir sâ’ arpa olarak farz kıldı.[182]
Bu ibadetin nafile değil farz olduğunu görmekteyiz. Ayrıca bundan malların tertemiz kalması hususunda İslamın gösterdiği hassasiyeti de anlamaktayız: “Onların mallarından kendilerini temizleyeceğin ve yücelteceğin bir sadaka (zekat) al.”[183]

III. Sosyal Yapı

“Enes (r.a.) çocuklarla yanına uğrar ve onlara selâm verirdi. O, Rasûlüllah’ın da (s.a.v.) öyle yaptığını söylerdi.”[184]

Giriş:

Çocuğun “sosyal yapısı” ile, sosyal ortamda onun, büyükleriyle, yaşıtlarıyla ve arkadaş çevresiyle olan davranış ve hareket biçimini kasdetmekteyiz. Bunun gerçekleştirilmesi durumunda çocuk, içe kapanıklıktan kurtulacak, faydalı ve olumlu faaliyetlerde bulunacaktır. Alış-verişte bulunacak ve toplumla olan ilişkilerinde görgü kurallarına dikkat edecektir. Çocuğun sosyalleşmesini sağlama konusunda, Pey­gamberin (s.a.v.) özellikle hadisleri bulunmaktadır. Bunları maddeler halinde sıralamak istiyoruz.[185]

I- Çocuğun Büyüklerin İlim Ve Sohbet Meclîsine Götürülmesi

Çocuklar, Peygamberin (s.a.v.) ilim ve sohbet meclislerinde hazır bulunurlardı. Babaları onların ellerinden tutar o güzel toplantılara geti­rirdi, işte oğlunu Rasûlüllah’ın (s,a.v.) meclisine getiren Hz. Ömer… oğlu Abdullah anlatıyor: Rasulüllah (s.a.v.): “Bana bir ağaç söyleyin! O ağaç müslüman misali olsun; Rabb’inin izniyle her zaman meyvesini versin ve yaprağını dökmesin” buyurmuştu. Benim içimden onun hur­ma olduğu geçti ama söylemekten çekindim. Orada Ebu Bekir ve Ömer de vardı. Onlar birşey demeyince, Peygamber (s.a.v.) onun hurma olduğunu söyledi. Babamla beraber dışarı çıktıktan sonra:
“Babacığım! Benim aklımdan da onun hurma olduğu geçmişti” dedim. Babam:
“Peki onu söylemene engel ne idi? Eğer onu söyleseydin, bana şundan şundan daha sevimli gelirdi, dedi. Bunun üzerine oğlu Abdullah:
“Baktım, sen ve Ebü Bekir birşey demediniz. Ben de konuşmaktan çekindim.[186]
Rasûlüllah (s.a.v.) çocuklara karışır ve onlara hoş davranırdı. Enes (r.a.) der ki: Rasûlüllah (s.a.v.) bizim aramıza gelir hatta benim küçük kardeşime “Ey Ebû Umeyr! Ne yaptı, nuğayr!” derdi. Nuğayr, kardeşimin oynadığı bir kuş idi. Bizim sergimize su serpildi ve Peygam­ber (s.a.v.) üzerinde namaz kıldı. Bizi de arkasında saf yaptı.[187]
Çocuğun, büyüklerin sohbetlerine götürülmesiyle, onun eksik yönleri ortaya çıkar. Böylece eğitimci onu olgunlaştırabilir ve ortaya bir soru atıldığında, cevap vermesi için ona cesaret verebilir. Böyle bir or­tamda çocuk izin aldıktan sonra edep ve vakarla konuşur. Böylece akıl ve ruh bakımından gelişir, büyüklerin söz ve sohbetlerini yavaş yavaş tanır ve topluma girmeye hazırlanır.
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor: Ömer (r.a.), Bedir savaşına katılmış olan yaşlılarla birlikte beni de (küçükken) toplantıya sokardı. Birgün Abdurrahman b. Avf ona:
“Şu delikanlıyı niçin bizimle beraber toplantıya sokuyorsun? Bi­zim de onun gibi çocuklarımız var! dedi. Hz. Ömer:
“O, sizin bildiklerinizdendir, dedi. Birgün Ömer (r.a.) onları ve beni yine davet etti. O gün beni onlara göstermek ve tanıtmak için Ömer’in (r.a.) beni çağırdığını gördüm. Ömer (r.a.):
“Allah’ın yardımı ve fethi geldiğinde, insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde, hemen Rabb’ine hamdetmekle teşbih et ve O’ndan mağfiret isteî Şüphesiz O, tevbeleri çok kabul edendir”[188] ayetleri hakkında ne dersiniz? dedi. Onlardan bir kısmı:
“Allah bize, yardımı geldiğinde ve fetih ihsan eylediğinde kendi­sine hamdetmemizi ve kendisinden mağfiret dilememizi emretmektedir, dedi. Bir kısmı da:
“Biz bilmiyoruz, dedi. Diğer bir kısmı da hiçbir şey söylemedi. Bu­nun üzerine Ömer (r.a.) bana:
“Ey İbn Abbas! Sen de mi Öyle diyorsun? dedi. Ben:
“Hayır, dedim. O:
“Peki, ne diyorsun? diye sorunca şu cevabı verdim:
“Bu, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) ecelidir. Onu Allah bildirmiştir. Ayette geçen fetih, Mekke’nin fethidir. Bu da senin yani Rasûlüllah’ın (s.a.v.) eceline işaret anlamındadır. Bunun üzerine Ömer (r.a.):
“Bu ayetle ilgili senin bildiğinin dışında birşey bilmiyorum” demiştir.[189]
Hâkim’in rivayetine göre[190], muhacirler Hz. Ömer’e:
“İbn Abbas’ı davet ettiğin gibi, bizim çocuklarımızı da çağır! deyince, onlara şu cevabı verdi:
“O, yaşlıların delikanlısıdır. Onun çok soran bir dili ve üstün bir anlayışı vardır.”
Sahabenin küçüklerinden Ebu Cühayfe (r.a.) der ki: Ben Rasûlüllah’ın (s.a.v.) huzurunda idim. Yanında bulunan bir adama: “Ben yaslanarak yemem” buyurdu.
Rasûlüllah (s.a.v.) yolda çocuklarla beraber olur ve onlarla birlikte binite binerdi. Horlayarak ve ayıplayarak değil, sevgi, şefkat ve merha­metle bunu yapardı. İbn Abbas’ın (r.a.) “Bir gün ben Peygamber’in (s.a.v.) arkasında idim…” sözü, bunun açık bir delilidir.
Peygamber’de (s.a.v,) çocukken büyüklerin toplantılarında hazır bulunmasından sözederken diyor ki: “Çocukken ben amcalarımla bir­likte Hılfu’l-Mutayyebîn’e[191] şahit oldum. Kızıl tüylü develerim olsa bile (yapılan) bu andlaşmayı ben bozmak istemem.”[192]
Rasûlülah (s.a.v.), çocukların gelmeleri halinde, erkeklerin meclis âdabına dikkat etmelerini istemiştir. Sehl b. Sa’d'ın rivayetine göre Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Mecliste baba ile oğlu arasına oturulmasın!”[193]
Oğlan veya kız çocuklarının büyüklerin meclislerinde bulunma­larının bir faydası da Hz. Ömer’in işaret ettiği gibi- ileride evliliğe yönelik olmasıdır. Çünkü küçükken tanıdığı bir kız çocuğunu bir baba oğluyla evlendirmeyi arzu eder ve onu istemeye gider. Ya da gördüğü kız, oğlanın aklına düşer ve kendini onunla evlenmeye hazırlar.
İbn Cüreyc’den rivayet edildiğine göre Hz. Ömer şöyle demiştir: “Buluğa ermemiş kız çocuklarını insanların arasına çıkarın! Belki amca çocukları (büyüdüklerinde) onları isterler.”[194]
Çocukların, yetişkinlerin sohbet ve meclislerine gelmelerinin diğer bir faydası da, büyüklerin onları iyiye yönlendirmeleri, öğüt ve nasihatte bulunmalarıdır.
İbn Şîrîn der ki; Biz çocukken bir adam gelerek bizde oturur ve şöyle derdi: “Hz. Ömer falan zamanda bize mektup yazmıştı. -Orada şunları söylüyordu-; Elbise ve ayakkabılarınızı giyiniz, papuçlannıza parmaklar arasından geçen sırım yapınız! içinde bulunduğunuz normal hayatı yaşayınız. Lüks ve konforu, yabancıların kıyafet ve modasını terkediniz.”
Selef-i salih de çocuklarla birlikte otururlar, gelecekte onların müstakil birer şahsiyet olmaları için Hz. Ömer’in söz konusu faydalı ikaz ve talimatını naklederlerdi.[195]

Hiç yorum yok:

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...