9 Eylül 2008 Salı

KARDEŞLİK BİLİNCİ VE DUYGUSU

Huzûr içinde yaşayan bir insanlık meydana getirmek için her sahada şaşmaz ölçüler koyan yüce dinimiz, müslümanların günlük hayatlarını da nizâma sokmak gayesiyle ileri sürdüğü esasları Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in şu hadîs-i şerîfiyle çerçevelendirmiş bulunmaktadır: “Müslümanın müslüman üzerinde altı tane hakkı vardır.” Peygamber (s.a.v)’e sordular: “Ey Allah’ın elçisi! Bu haklar nelerdir?” Peygamber (s.a.v) şöyle cevap verdi: “a) Müslüman kardeşinle karşılaştığın zaman ona selâm ver. b) Yaptığı davetlere icâbet et. c) Herhangi bir konuda sana fikir sorduğunda ona yol göster. d) Aksırdığında eğer Allah’a hamd ederse ona “Yerhamükallah—Allah seni esirgesin” diye karşılık ver. e) Hastalandığında ziyâretine git. f) Öldüğü zaman cenaze törenine katıl.” [1]
Burada görmekteyiz ki, müslümanlar arasında birlik, kaynaşma ve âhenk meydana getirmek maksadıyla en basit davranışlar bile bir hak ve ödev hâline getiriliyor. Bu hak ve ödevlere uygun yaşayan mü’minler topluluğu, Kur’an-ı Kerîm’in bir âyet-i celîlesinde ifâdesini bulduğu gibi “Örnek ve seçkin bir ümmet” hâline geliyor ve böylece, hem dünyâlarını, hem de âhiretlerini kurtararak gerçek felâha kavuşmuş oluyorlar.
Resûlullah (s.a.v)’ın bir kudsî hadîslerinde Allah Teâlâ (c.c) şöyle buyuruyor: “Benim rızâm için, birbirini seven ve benim için birbiriyle oturup konuşan ve benim için, benim yolumda birbirini ziyâret edenler için ve benim yolumda mal bezleden, ihsan edişenler için muhabbetim vâcip olmuştur.” [2]
Kardeşlik müessesesinin, en seçkin, en temiz, en içten olanı hepimizin de malûmu olduğu üzere Ashab-ı Kirâm arasında olanıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) Medîne’ye hicret ettiği zaman, Muhacirîn ile Ensâr’ı birbirine kardeş ilân etti. Böylece onlar sözleşip yardımlaşma anlaşması yaptılar. Öyle bir anlaşmaydı ki bu, Muhacirîn’in Ensâr’ın mallarına vâris olmasını öngörüyordu. Ancak, “Hısımlar, Allah’ın kitabınca birbirlerine daha yakındırlar” âyet-i celîlesi nâzil olunca kardeşlik üzerine kurulmuş olan mîrasçılık hükmü neshedilmiş oldu.Enes (r.a) anlatıyor: Abdurrahman b. Avf (r.a) Medîne’ye geldiğinde Peygamberimiz (s.a.v) onunla Sa’d b. Rebî el-Ensârî arasında uhuvvet akdetti. Bunun üzerine Sa’d, Abdurrahman’a; “Kardeşim! Medîneliler içerisinde en çok serveti olan benim. Bak, malımın yarısını al. Nikâhımda iki karım var, bak, hangisini beğenirsen onu boşayayım,” dedi. Abdurrahman; “Allah, hanımını da, malını da sana mübârek kılsın, sen bana pazarı göster, kâfi”dedi. O da pazarı gösterdi. Abdurrahman gitti, bir şey alıp sattı. Kâr etti. Biraz çökelek, biraz da yağ alıp döndü. Aradan bir süre geçtikten sonra Abdurrahman geldi. Üstü zâferan kokuyordu. Allah Resûlü (s.a.v); “Nedir bu hâlin?” diye sordu. “Yâ Resûlallah! Bir kadınla evlendim” deyince Resûlullah (s.a.v): “Ona ne mehir verdin?” diye sordu. Abdurrahman; “Bir çekirdek ağırlığında altın verdim” dedi. Resûlullah (s.a.v); “Bir koyunla da olsa düğün yemeği ver” buyurdu. [3]
Bu nasıl kardeşlik anlayışıdır ki, malının yarısını gözünü kırpmadan kardeşine hibe ediyor. Bu nasıl kardeşlik anlayışıdır ki, hanımından geçiyor, öyle ki söz konusu olsa canından vazgeçecek kardeşi uğruna. Ashâb-ı Kirâm’ın hayatında her konuda olduğu gibi bu konuda da alınacak birçok dersler vardır.
İşte ibret timsâli bir örnek daha:Huzeyfe oğlu Ebû Cehm (r.a) Hazretleri diyor ki: “Yermuk savaşında amcamın oğlunu aramaya çıkmıştım. Yanıma biraz su da aldım, belki suya ihtiyacı vardır da içiririm diye. Tevâfuken onu buldum. Ölmek üzere idi. ‘Boğazına su akıtayım mı?’ diye sordum. İşâretle ‘Evet’, dedi. Fakat tam o sırada yanı başımızda, ölmek üzere olan başka biri de âh etti. Amcam oğlu sesi işitince içmekten vazgeçti, işaretle suyu ona götürmemi istedi. Suyu alıp ona gittim, baktım, Ebu’l-Âs oğlu Hişam idi. Yanına henüz varmıştım ki yakınında bir başka sahâbî acıyla inledi. Hişam işaretle suyu ona götürmemi istedi. Suyu alıp ona gittim, fakat ben varıncaya kadar ölmüştü. Hişam’ın yanına döndüm, o da rûhunu teslîm etmişti. Hemen amcam oğlunun yanına koştum, o da cansız yatıyordu.” [4]
Buna benzer çeşitli olaylar bildirilmiştir. Şu fedakârlığın derecesine bakınız ki, kardeşi son nefesini verirken susuzluktan ölmek üzere olduğu hâlde kendisine ikrâm edilen suyu içmeyip kardeşine gönderiyor ve susuzluktan ölüyor. Ruhlarını teslîm ederken, hisleri ve şuurları kaybolmak üzere iken bile diğer kardeşlerine yardım etmeye çalışıyorlar. O ölenlerin ruhlarını Allah kendi lütuf ve keremi ile yüceltsin.Cenâb-ı Hak (c.c) şöyle buyuruyor: “Mü’minler kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” [5]Bu âyetin tefsîrinde Hülâsatü’l-Beyân’da Mehmed Vehbî Hz.leri şöyle der: “Bilumum mü’minler Allah’a ve Resûlüne îmân edip cümlesi Livâ-yı Tevhid altında ictima ettiklerinden, bir ana bir babadan doğmuş kardeş gibidirler.
Zîrâ, cümlesi esas îmâna mensup oldukları cihetle bir mabûda ibâdet etmekte ve âhir zaman nebîsini hakkâ Peygamber tanımakta müsâvîdirler. Bu âyette ‘uhuvvet’le murad; uhuvvet-i İslâmiyye’dir. Uhuvvet ancak mü’minler beyninde olup kâfirle mü’min beyninde uhuvvet olmadığına işaret olunmuştur.”
Resûlullah (s.a.v) bir hadîs-i şerîflerinde; “İki müslüman kardeş buluştukları zaman onların durumu tıpkı iki elin hâline benzer. O ellerin her biri diğerini yıkamaktadır. İki mü’min bir araya geldiğinde, muhakkak ki, Cenâb-ı Hak her birine arkadaşından hayır nasip eder.” [6]Denilir ki; Allah yolunda kardeş olan iki kişiden birisinin makamı diğerinin makamından daha yüksek olduğu zaman öbürüsü de onunla berâber onun makamına yükselir. Nasıl ki, zürriyetler ebeveynlerine (eğer dindar iseler), âile efrâdının (dindarlık şartıyla) birisi diğerine iltihak ediyorsa, öylece mertebece eksik olan kardeş, mertebece yüksek olan kardeşe iltihak eder. Çünkü Allah yolunda elde edilen kardeşlik doğum yoluyla gelenden az değildir. [7]
İşte Cenâb-ı Hak (c.c) şöyle buyuruyor: “Dünyâda îmân edenlere ve zürriyetleri de îmân edip kendilerine uyanlara (âhirette) zürriyetlerini kavuştururuz. Onları da baba ve dedeleri gibi cennete koruz ve derecelerini yükseltiriz. Bununla berâber (baba ve dedelerinin) amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kendi kazancına bağlıdır.” [8]
İşte burada, Kosova’daki kardeşlerimizin içinde bulundukları zor şartlarda, onların Ensâr’ının da bizler olmamız gerektiğini vurgulamak istiyoruz. Tıpkı Medîne’de Ensâr-ı Kirâm’ın Muhâcirîn’e karşı sergilediği kardeşlik örneğinde olduğu gibi...
Rabbim, bu kardeşlik anlayışını benimseyip, sindirip, hayâtımıza tatbîk etmemizi nasîb eylesin._________________________________
1) Buhârî-Müslim 2) Mesâbîh 3) İmam Ahmed-Buhârî 4) M. Zekeriyya Kandehlevî, Fezâil-i A’mâl 5) Hucurât/10 6) Selemi ve Ebû Mansur ed-Deylemî 7) İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn 8) Tur/21.

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...