2 Kasım 2008 Pazar

PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETİNDE ÇOCUK EĞİTİMİ II

F. Doğan Çocuğun Damağına Tatlı Bir Şey Sürmek (Tahnik)
II- Doğumun Yedinci Günü Yapılacak İşler:
A. Çocuğun Adını Koymak.
B. Çocuğun Saçını Tıraş Etmek.
C. Akîka
D. Çocuğun Sünnet Edilmesi9
F. Doğan Çocuğun Damağına Tatlı Bir Şey Sürmek (Tahnik) [25]

Ebu Musa (r.a.) anlatıyor: "Bir oğlan çocuğum dünyaya geldi. Onu alıp Peygamber'e (s.a.v.) götürdüm. Çocuğun adını İbrahim koydu ve hurma ile tahnik yaptı. Bereket dileğinde bulunduk­tan sonra da çocuğu bana verdi." [26]
Hişam b. Urve rivayet ediyor: Mekke'de iken Esma, Abdullah b. Zübeyr'e gebe kalmıştı. Esma der ki: Doğum müddetini tamamlamış olarak çıktım ve Medine'ye geldim. Küba'da misafir oldum ve çocuğu burada doğurdum. Sonra Rasûlullah'a (s.a.v.) giderek çocuğu O'nun kucağına verdim. Rasûlullah hemen bir hurma istedi. Hurmayı ağzında çiğnedikten sonra çocuğun ağzına püskürttü. Böylece çocuğun midesine giren ilk şey Rasûlullah'ın (s.a.v.) tükrüğü oldu. Rasûlullah (s.a.v.) hur­ma ile tahnik yaptıktan sonra çocuğa dua etti ve bereket diledi. Bu çocuk İslamiyette, Medine'de doğan ilk muhacir çocuğudur. Bundan do­layı da çok sevinmişlerdi. Çünkü onlara "Yahudiler size büyü yaptı artık çocuklarınız olmayacaktır" denilmişti. [27]
Hz. Aişe'den gelen rivayete göre Rasûlullah'a (s.a.v.) çocuklar ge­tirilir, o da bereket duasında bulunur ve onların damaklarına çiğnediği hurmayı sürerdi. Bir defasında getirilen henüz sütten kesilmemiş bir çocuk, Peygamberin (s.a.v.) üzerine idrarını yaptı. Rasûlullah (s.a.v.) hemen su istedi. Suyu çocuğun idrarının üzerine döktü, orayı yıkamadı." [28]
İmam Nevevî, hadislerle ilgili şu açıklamayı yapar:
Rasûlullah'ın (s.a.v.) çocuklara bereket niyazında bulunması, çocuklar için dua etmesi; Allah'tan hayırlı ve uzun ömür istemesi ve on­ları eliyle sıvazlaması demektir. Tahnik işe, hurma veya hurma gibi tatlı bir maddeyi ağzıyla çiğnemesi ve onu bebeğin damağına sürmesi demektir. Bu hadislerden şu hükümler çıkmaktadır:
* Doğan çocuğun damağına tatlı bir madde sürmek müstehaptır.
* Salâh ve fazilet sahibi zevatla teberrük, yani; onlar vasıtasıyla Allah Teâlâ'dan hayırlı ve bereketli bir ömür niyazında bulunmak güzel görülmüştür. Buna bağlı olarak, doğumunun ilk günlerinde veya daha sonra çocukları fazilet ehli insanlara teberrük için götürmek ve onların hayır dualarını almak müstehaptır.
* Hem küçüklere hem de büyüklere yumuşak ve alçakgönüllü ol­mak ve onlara iyi davranmak menduptur; güzel görülmüştür ve se­vaptır. [29]
Hz. Peygamber'in "tahnik" (doğan çocuğun damağına tatlı bir şey sürme) uygulaması:
Enes (r.a.) anlatıyor: Ümmü Süleym bir oğlan çocuğu dünyaya get­irince, çocuğu benimle Rasûlullah'a (s.a.v.) göndermek istedi. Ben de hurma ile birlikte çocuğu Rasûlullah'a (s.a.v.) götürdüm. Rasûlullah'ın (s.a.v.) üzerinde bir aba vardı ve devesini katranlıyordu. Rasûlullah (s.a.v.) çocuğu görünce "Yanında hurma var mı?" diye sordu. Ben de: "Evet var" dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) hurmaları aldı. Onları ağzında çiğnedikten ve ufaladıktan sonra çocuğun ağzını açtı ve hurmayı içine koydu. Çocuk da onu emmeye başladı. Bunu gören Rasûlullah (s.a.v.) "Ensar'ın sevdiği şey hurmadır" buyurdu. Rasûlullah (s.a.v.) yaptığı tahnik'ten sonra çocuğa Abdullah adını verdi. Ensar içinde ondan daha faziletli bir genç olmadı. [30]

II- Doğumun Yedinci Günü Yapılacak İşler:

A. Çocuğun Adını Koymak

Dünyaya gelen çocuğa yapılacak ilk iyilik ve ikram, onu güzel bir isim ve künye ile süslemektir. Çünkü ilk duyulduğunda güzel isim, in­san psikolojisi üzerinde belli bir etki bırakır. Nitekim Allah, kullarının kendisine en güzel isimler (el-Esmâü'1-Husnâ) ile dua etmelerini emret­mektedir:
"En güzel isimler Allah'ındır. O halde bunlarla O'na dua edin. O'nun isimleri hakkında doğrudan sapanları bırakın. On­lar, yapmakta olduklarının cezasını çekeceklerdir."[31],
Ayrıca Cenab-ı Hak, kullarının kendisini en yüce sıfatlarla nitele­melerini emretmektedir:
"De ki: İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini derseniz deyin, en güzel isimler O'nundur." [32]
Peygamber (s.a.v.) çocuklarının isimlerini seçerek koymuştur. Kendisinden sonra torunlarından Muhammed b. el-Hanefiyye'ye hürmet ve ta'zim için Muhammed adı verilmiştir. [33]Çünkü Mu­hammed b. el-Hanefiyye'den gelen rivayete göre Hz. Ali, Rasûlullah'tan (s.a.v.), vefatından sonra bir oğlu olduğu takdirde kendisinin isim ve künyesini vermek için izin istedi. Rasûlullah'tan (s.a.v.) izin çıkmıştı. Doğan çocuğun adı Muhammed, künyesi de Ebu'l-Kasım oldu. [34]
Ebu Vehb el-Cûşemî'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Peygamberlerin isimleriyle isimleniniz. İsimlerin Allah'a en sevimli olanı Abdullah ve Abdurrahman, en sadık olanı Haris ve Hemmam, en çirkin olanı ise Harb ve Murra'dır."[35]
'4
Ebu'd-Derda'dan (r.a.) gelen hadiste de Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet gününde siz, kendi isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. O halde isimlerinizi güzel koyunuz."[36]
Sahabe, güzel isim koymakla alâkalı hadisleri o kadar tatbik et­meye başladılar ki; İbnu's-Salâh'ın tesbitine göre Abdullah adını alan sahabenin sayısı ikiyüz yirmi, el-Irakî'nin tesbitine göre ise üçyüzü bul­maktadır. [37]
Hz. Peygamber'in güzel ve hikmetli davranışlarından birisi de, doğduğu gün İbn Abbas'a "Abdullah" adını vermesidir. İbn Abbas şöyle der: el-Haris'in kızı Ümmül-Fadl bana şunları anlattı: Ben yürürken, Hıcır'da bulunan Peygamber (s.a.v.): "Ey Ümmü'l-Fadl!" diye seslendi. Ben de: "Buyur ya Rasulallah!" dedim. Dedi ki: "Sen bir oğlan çocuğuna hamilesin." Ben: "Nasıl olur? Kureyş kabilesi kadınlarına doğum yaptırmayacakları hususunda andlaşma yaptılar" dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi: "(Her neyse) ben sana bunu söylüyorum! Çocuğu doğurduğun zaman bana getir! Ben de çocuğu doğurduğumda Peygamber'e (s.a.v.) geldim ve çocuğa "Abdullah" adını verdikten sonra şöyle dedi: "Çocuğu al götür! Bunun akıllı ve zeki olduğunu göreceksin." Hemen Abbas'a geldim ve olup-bitenleri söyledim. Abbas tebessüm etti ve sonra Peygamber'e (s.a.v.) geldi. Ab­bas uzun boylu ve yakışıklı bir adamdı. Peygamber (s.a.v.) onu görünce ayağa kalktı, alnından onu öptü ve sağ yanına oturttu. Sonra da şöyle dedi: Bu benim amcamdır. Dileyen amcasıyla iftihar etsin." Abbas: "Estağfirullah, ya Rasulallah" deyince, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur­du: "Niçin söylemeyim? Sen benim amcamsın ve hayatta kalan bab­amsın. Amca bir babadır." [38]
Enes'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "Geceleyin bir oğlan çocuğum doğdu. Ona babam İbrahim'in adını verdim." [39]
Konuyla alâkalı şu iki hadis de Cabir'den (s.a.v.) nakledilmektedir;
"Bizden bir adamın oğlan çocuğu dünyaya geldi, ona Kasım adını verdi. Dedik ki: Sana Ebu'l-Kasım künyesini vermeyiz ve "gözün aydın" demeyiz. Adam Peygamber'e (s.a.v.) gelerek duru­mu haber verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur­du: "Oğlunun adını Abdurrahman koy." [40]
"Bizden bir adamın oğlan çocuğu doğdu ve adını da Muhammed koydu. Kavmi adama "Rasûlullah'ın (s.a.v.) ismini koymana müsaade etmeyiz" dediler. Adam da oğlunu sırtına alarak Rasûlullah'a götürdü ve şöyle dedi: "Ya Rasulallah! Bir oğlan çocuğum doğdu, ona Mu­hammed adım vermiştim ama kavmim bana "Rasûlullah'ın ismini koy­mana müsaade etmeyiz" dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Benim ismimle isimleniniz ama künyemi takınmayınız. Ancak ben Kasım'ım, aranızda (adaletle) taksim ederim." [41]
Rasûlullah (s.a.v.), geçmiş mü'min nesillerin, çocuklarına peygam­berlerinin ve salihlerinin isimlerini koyduklarını ifade etmektedir. Muğire b. Şu’be anlatıyor: Necran'a geldiğimde bana sordular, dediler ki: Siz, Ey Harun'un kız kardeşi.. (Ya Uhte Harun) [42]diye okuyorsu­nuz. Halbuki Musa, İsa'dan şu kadar sene öncedir! Ben de Rasûlullah'ın (s.a.v.) yannına gelince bunu sordum. O da şu cevabı verdi: "Onlar, ken­dilerinden önceki peygamberlerinin ve salihlerinin isimlerini koyarlardı." [43]
Büyük sahâbi Zübeyr b. Avvam, çocukları için şehit sahâbilerin isimlerini seçmiştir. Böyle yapmakla o, çocukların onların yolunu takip ederek Allah yolunda şehitlik derecesine ulaşmalarını arzu etmiştir. Zübeyr (r.a.) der ki: Talha b. Ubeydillah et-Teymi, oğullarına peygam­berlerin isimlerini koyuyor. O da bilmektedir ki Muhammed (s.a.v.)'den sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir. Ben ise çocuklarıma şehitlerin isimlerini veriyor, bu vesileyle de onların şehit olmalarını umuyorum. Hakikaten Zübeyr (r.a.) çocuklarına isim verirken bu prensibi dikkate almış ve şu şehit sahâbilerin isimlerini seçmiştir:
- Abdullah b. Cahş (Uhud şehidi),
- el-Münzir b. Amr el-Ensari,
- Urve b. Mes'ud"es-Sekafi,
- Hamza b. Abdilmuttalib (Uhud şehidi)
- Cafer b. Ebi Talib (Mu'te şehidi)
- Mus'ab b. Umeyr (Sancaktar ve Uhud şehidi)
- Ubeyde b. el-Hâris (Bedir şehidi),
- Hâlid b. Said (Mercü's-Suffer şehidi)
- Ömer b. Said (Yermük şehidi, Hâlid'in kardeşi).
Bu durumda Zübeyr (r.a.), verilen listeye göre Abdullah, el-Münzir, Urve, Hamza, Ca'fer, Mus'ab, Ubeyde, Halid ve Ömer olmak üzere dokuz şehidin isimlerini çocuklarına vermiş bulunmaktadır.[44]
İlk doğan çocuğun adı konulduktan sonra, ana baba onun adıyla künyelersin
Ebu Şurayh'ın "Ebu'l- Hakem" diye adlandırılması üzerine Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah hakemdir ve hüküm an­cak onadır." Ebu Şurayh, "Kavmim bir meselede ihtilaf ettiklerinde bana gelirler, ben de aralarında hüküm verirdim. Bundan her iki taraf da razı olurlardı" diyerek bir açıklama yapınca Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle dedi: "Ne kadar güzel! Çocuğun yok mu?" Bu soru üzerine Ebu Şurayh, "Şurayh, Müslim ve Abdullah adında çocuklarım var" cevabını verdi. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) "En büyükleri hangisidir?" sorusuna "Şurayh'tır" cevabını vermesi üzerine de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­du: "Sen Ebû Şurayh (Şurayh'ın babası) sın."[45] "Hakem, verdiği hüküm bozulmayacak olan hâkimdir. Bu sıfat, Al­lah'tan başkasına uygun düşmez. Nitekim yüce Allah şöyle buyurur: "Allah hükmeder, O'nun hükmünü bozacak kimse yoktur."[46]
Hadis, kişinin, en büyük oğlunun ismiyle künye takınabileceğini göstermektedir. Oğlu olmayan ise en büyük kızının ismiyle künyelenir. Künye takma konusunda kadın da aynı sırayı takip eder."[47] Küçük çocuklara da künye takılabilir. Peygamber (s.a.v.) küçük çocuğa öyle ol­madığı halde şakalaşmak için künyesiyle seslenir ve "Ey Ebû Umeyr! Ne yaptı nuğayr?" dedi.[48]
Şeytan, çirkin ve gayr-i islâmî isimleri telkin eder:
Semura fe. Cündeb'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Havva hamile kalınca, İblis onun etrafında dolaştı. Havva'nın da çocuğu yaşamıyordu, İblis "O doğacak çocuğa Abdulharis adını ver! Zira o yaşar" dedi. Havva da ona Abdulhâris adını verdi ve çocuk yaşadı. Bu, şeytanın tel­kin ve işlerinden idi."[49]
Şu hadisler, konulması çirkin bazı isimleri açıklamaktadır: "Oğlan çocuğuna Yesâr, Rabâh, Necîh ve Eflah isimlerini koyma![50]
"Râfi1, Bereket ve Yesâr isimlerinin konulmasını ben ya­saklıyorum." [51]
Çirkin isimleri değiştirme konusunda,
Hz. Peygamber'in hassas olduğunu görmekteyiz:
Hz. Aişe, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) çirkin isimleri değiştirdiğini söylemektedir. [52]
a) "Berre" adını "Zeyneb" ile değiştirmiştir:
Muhammed b. Amr b. Atâ (r.a.) der ki: Kızıma (iyi olan kadın an­lamında) "Berre" adını vermiştim. Sonra Ebu Seleme'nin kızı Zeyneb bana "Benim adım da Berre idi ama Rasûlüllah (s.a.v.) şu sözüyle bu ismi yasakladı: "Kendinizi temize çıkarmayın! Allah, sizden iyi olanları daha iyi bilir." Bunun üzerine orada bulunanlar "Peki adını ne koy­alım?" sualini sorunca Rasûlüllah (s.a.v.) "Ona Zeyneb adını verin!" buy­urdu. [53]
b) "Âsiye"[54] adını "Cemile" ile[55]
c) "Asram" adını "Zür'a" ile değiştirmiştir:
Üsame b. Ahderî der ki: Asram adında bir adam vardı. Rasûlüllah'a (s.a.v.) gelen bir grup insan içinde bulunuyordu". Rasûlüllah (s.a.v.) ona "Adın nedir?" dedi, O da "Asram" deyince, Rasûlüllah (s.a.v.) "Hayır, sen Zür'a'sın" buyurdu.[56]
Çocuklar için güzel bir ismi nasıl seçeriz? Bu konuda üç tercih hakkı doğmaktadır:
a) Peygamberlerin ve salih kulların isimleri seçilir. Tabiî, bu güzel isimleri seçerken insan, peygamberleri ve salih kulları sevmek, onların isimlerini ihya etmek ve Allah'a iktida etmek suretiyle O'na yak­laşmaya niyet eder. Nitekim -daha önce temas edildiği gibi- Allah'a en sevimli gelen isim, Abdullah ve Abdurrahman gibi isimlerdir.
Dihlevî, Huccetullâhi'l-Bâliğa'sında şöyle demektedir: "Şüphesiz dinin en büyük hedefi, insanların zorunlu beraberlik ve ilişkileri arasına Allah isminin sokulmasıdır. Çünkü bu, hakka çağıran dil mesabesindendir; davet ve tebliğ fonksiyonu icra eder. Çocuğa bu nevi isimleri vermek, onda tevhid şuurunu geliştirir. Aynı şekilde Araplar ve diğer milletler, taptıkları kimselerin adlarını çocuklarına veriyorlardı. Peygamberimiz (s.a.v,) tevhidi yerleştirmek üzere gönderilince, artık teamül olarak bu nevi isimlerin konulması gerekiyordu. Abdullah ve Abdurrahman isimlerinin, (kul manasına gelen) "Abd" kelimesiyle bir­likte kullanılan diğer "esmâ-i hüsnâ" ya nisbetle[57] Allah'a daha se­vimli gelmesi, bunların en meşhur isimler olmasından dolayıdır. Bu iki isim (Allah ve Rahman) Allah'tan başkası için kullanılamaz. Ama diğer isimler böyle değildir. İşte bu durumda sen, çocuklara Muhammed ve Ahmed adı verilmesinin müstehab oluşunun sır ve hikmetini öğrenmiş olmalısın. Zira bazı insanlar, kendilerine göre ulu/büyük olan geçmişlerinin adlarını çocuklarına vermeye çok meraklıdır. Halbuki bu neredeyse (bâtıl) dini yüceltmek ve kendisinin de o dinin bir mensubu olduğunu kabullenmek demek olur."
b) Konulan isimler, harf sayısı az, telaffuzu kolay ve çabuk öğrenilen isimler olmalıdır.
c) Çocuğun haline uygun, manası güzel, akranı arasında ve yaşadığı toplum içinde kullanılan isimler olmalıdır.[58]

B. Çocuğun Saçını Tıraş Etmek

İmam Mâlik'in rivayet ettiğine göre Hz. Fatima, Hasan, Hüseyin ve Ümmü Gülsüm'ün saçlarını tartmış ve bunların ağırlığı kadar bir gümüşü sadaka olarak vermiştir.
İbn İshak, Rasûlüllah'ın (s.a.v.), Hasan'ı dünyaya getirdiği zaman Fatıma'ya şöyle dediğini kaydeder: "Ya Fatıma! Çocuğun başını tıraş et ve ağırlığı kadar da bir gümüşü sadaka olarak ver." Hz. Fatıma da saçı tarttı ve ağırlığı bir dirhem[59] veya bir dirheme yakın geldi."
Dihlevî (r.a.), sadaka olarak gümüş vermenin sebebi ve hikmeti konusunda, hadis için şu yorumu yapar:
"Çocuğun, ceninlik devresinden bebeklik dönemine geçmesi bir ni­mettir, bundan dolayı da o nimetin şükrü gerekir. Bir nimetin en güzel şükrü de, o nimetin bedelini hissettirecek bir şey olmalıdır. Ceninin saçı, ceninlik döneminin bir kalıntısı olup ve onu izale etmek çocukluk devresi sebebiyle bir bağımsızlık alâmeti sayılınca, kesilen saçın ağırlığı kadar gümüş verilmesi gerekti. Özellikle gümüşün belirtilmesi ise, altının daha pahalı olmasındandır. Bunu da ancak zengin olanlar bulur. Diğer eşyaların durumu da, saçın ağırlığı kadar tartarak vermeye müsait değildir."[60]

C. Akîka[61]:

Rasûlüllah (s.a.v.), akikanın durumunu soran Ümmü Kürz'e şu cevabı vermiştir: "Oğlan çocuğunda iki, kız çocuğunda bir koyun (kesilir). Kesilecek koyunların erkek veya dişi olmaları size bir zarar vermez; bir sakıncası yoktur." [62]
Semura'dan gelen bir rivayete göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur; "Her oğlan çocuğu akika kurbanı ile rehindir (yani, bir nevi ipotek altındadır ve gereğini yerine getirmeden ondan faydalanalamaz). Akika, çocuğun doğumunun yedinci günü kesilir, adı konulur ve başı tıraş edilir." [63]
Konuyla ilgili olarak ayrıca Yezid'in kızı Esma'dan gelen rivayete göre Rasûlüllah (s.a.v.) "Akika haktır; oğlan çocuğuna birbirine denk iki koyun, kız çocuğuna ise bir koyun (kesilir)"[64] buyur­muş, İbn Abbas'dan gelen rivayete göre "Oğlan çocuğuna iki akika, kız çocuğuna da bir akika (kesilir)"[65] buyurmuş, Büreyde'den gelen rivayete göre de "Akika, (doğumun) yedinci, ondördüncü veya yirmibirinci günü kesilir"[66] buyurmuştur. Enes de (r.a.) çocuklarına akika olarak deve keserdi.[67]
Selef-i sâlih, akika konusuna o kadar önem vermiştir ki, çocuğuna akika kurbanı boğazlamak için imkan bulamayan kimse serçe kes­miştir. Muhammed b. İbrahim b. el-Hâris et-Teymî şöyle der: "Babamdan duyduğuma göre, bir serçe ile de olsa akika müstehaptır."[68] İmam Mâlik der ki: Bize göre, akika kurbanı kesmek isteyen kim­se, çocuğuna erkek veya dişi bir koyun keser. Akika vacip değil, müstehaptır. öteden beri insanlar bu faziletli ameli yapagelmişlerdir. Akika, normal kurban gibidir. Bundan dolayı da kör, zayıf, boynuzu kırık ve hasta hayvan caiz olmaz. Eti ve derisi satılmaz, kemikleri kırılmaz. Akika'nın etinden kesen yiyebilir ve sadaka olarak da verir. Kurbanın kanı çocuğa sürülmez." [69]
Dihlevî (r.a.) şöyle der: İki koyun bulan kimselerin, oğlan çocuğu için ikisini birden kurban etmeleri müstehab olur. Çünkü Araplar nezdinde erkekler, kızlardan daha avantajlı ve daha yararlı idi. Bu itibarla, oğlan çocuğu karşısında şükür ve hamdi artırmak uygun düşmektedir. Akikanın emredilmesinin sebebi şudur: Araplar çocuklarına akika kur­banı keserlerdi. Onlara göre akika, gerekli bir şey, uygulanması gerek­en bir adetti. Bunun dinî, sosyal ve psikolojik bir çok faydası vardı. Bundan dolayı da Peygamberimiz (s.a.v.) bu adeti kabul ederek yerine getirdi ve insanları buna teşvik etti. Ne var ki Rasûlüllah (s.a.v.) uygu­lamayla ilgili bazı gelenekleri değiştirdi.
Büreyde (r.a.) der ki: Oğlan çocuğumuz doğduğu zaman cahiliye döneminde biz, ona bir koyun keser ve hayvanın kanını da çocuğun başına bulaştırırdık. İslâm döneminde ise bir kurban keser, çocuğun başını tıraş eder ve başına da zaferan sürerdik."[70]
Akikanın fayda ve hikmetleri:
a) Çocuğun nesebini duyurmak suretiyle nezaket göstermek:
Hakkında dedikodu yapılmaması için çocuğu olan bir babanın bunu yayması gerekir, Tabîi, yol ve sokaklarda dolaşarak bir çocuğu olduğunu duyurması güzel bir hareket olamaz. Akika münasebetiyle bunu gerçekleştirmek, bu yüzden bir nezakettir.
b) Cömertlik çağrısına uymak, cimrilik çağrısına tepki göstermek,
c) Hıristiyanlar, çocukları doğduğu zaman vaftiz ederler ve "Çocuk bu yolla hırıstiyan olur" derlerdi. Buna karşılık şu ayet-i kerîme nazil olmuştur: "Allah'ın verdiği boyayı kabul edin. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir."[71]
İşte, hıristiyanların fiiline mukabil bu, hanifler (haktan sapma­yanlar) için müstehap oldu. Bu uygulama ile çocuğun, İbrahim (a.s.) ve İsmail'in (a.s.) dinine tabi olduğu hissettirilmiş olur. Baba-oğul her iki peygambere has en meşhur fiil, Allah için oğlunu kurban etmeye karar verdikten sonra, buna karşılık bir nimet olarak Allah'ın büyük bir kur­banlık vermesidir. Onların en meşhur şer'î tatbikatı da, içinde tıraş ve kurban olan hac ibadetidir. Bu konuda her iki peygambere benzemek hem hanifliğe hürmet göstermek, hem de bu dinin gereğini yapmakla çocuğun "millet-i İbrahim" den olduğunu ilan etmek olur.
d) Doğumun başında bu hareket -İbrahim'in (a.s.) yaptığı gibi- ba­baya Allah yolunda çocuğunu feda etme imajını verir. Bu da, ihsan ve itaat silsilesini/bağını harekete geçirir.
e) Akika, dünyaya gelişinin ilk günlerinde çocuk namına kesilen bir kurbandır; Allah'a yaklaşma vesilesidir. Çocuk, kendisine yapılan duadan, hac ve diğer ibadetlerden nasıl faydalanıyorsa bundan da çok faydalanır.
f) Akika, çocuğu rehin olmaktan kurtarır. Zira o, akikasına karşılık rehindir. İmam Ahmed der ki: "Çocuk, ana babasına şefaat et­mekten ipotek edilmiştir; akika ile şefaat hakkı doğar."
Atâ b. Ebî Rabâh da şöyle der: "Çocuk akikasıyla ipotek altındadır." Ve yine der ki: "Veli, çocuğunun şefaatinden mahrum olur." Allah, çocuk namına kesilen akika kurbanını, doğumundan sonra mu­sallat olan şeytana rehin olmaktan kurtarmanın yolu ve çaresi kılmıştır. Buna göre akika, şeytanın, çocuğu mahkum ve esir al­masından, onu ahiret hayatını kazanmak için gösterdiği gayretten en­gellemesinden kurtarmak için Allah'a sunulan bir fidyedir. Adeta çocuk, şeytanın, dostları ve mensubları için hazırladığı bıçakla boğazlama işine mahkum olmuştur. Şeytan, azı müstesna insan oğlunu kendi yoluna çevireceğine yemin etmiştir. O, doğacak olan çocuğu gözetlemek­tedir. Doğumundan sonra da onu avucuna alıp kendi hizbine ve dost­larının arasına sokmak için gereken çabayı gösterir. Bu hususta şeytan çok hırslıdır ve çocukların ekseriyetinin kendi tarafında olması için mücadele eder. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "(Ey İblisi mal­larında ve çocuklarında onlara ortak ol![72] Başka bir ayette de şöyle buyurmuştur: "Andolsun İblis, onlar hakkındaki zannını doğruya çıkardı, inanan bir zümrenin dışında hepsi ona tabi oldular."[73]
Netice itibariyle çocuk, bu ipotek olayıyla karşı karşıya bulunmak­tadır. Bu yüzden de. Allah, fidye olacak bir kurbanla ana babanın çocuğu kurtarmalarını meşru kılmıştır. Kurban kesilmediği takdirde ise, çocuk ipotek altında olmaya devam eder.
Burada bir soru akla gelmektedir: Acaba akika kurbanının, doğumun yedinci günü kesilmesinin hikmeti ne olabilir? Dihlevî bu so­ruya şu cevabı vermektedir:
"Akikanın, yedinci güne tahsis edilmesi, doğumla akikanın arasında bir fasıla gerekmesinden kaynaklanmaktadır. Zira doğumu olan aile ve yakınları, öncelikle ana ve çocuğunun bakımıyla meşgul olurlar. Bundan dolayı da hemen ilk gün meşguliyetlerim arttıracak şeyler onlara teklif edilmemiş; külfet altına sokulmamışlardır. Ayrıca, birçok insan ancak çalışmak suretiyle bir koyun bulabilir. Eğer ilk gün şartı koşulsaydı, akika işi insanlara zor ve ağır gelirdi. Yedi gün ise, sözü edilen fasıla için uygun bir süredir.
Yedinci gün çocuğun başının traş edilmesi, hac ibadetini yapanla­ra benzemesi için, adının konulması da o günden önce isme ihtiyaç duy­madığından dolayıdır."[74]

D. Çocuğun Sünnet Edilmesi

Sözlükte sünnet, tenasül organının ucundaki derinin kesilmesi an­lamındadır. Terim olarak ise, tenasül organının bir kısmının altını bir halka gibi saran derinin kesilmesi demektir. Bu durumda sünnet üzerine bazı şer'î hükümler terettüp eder. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"(Erkek ve kadının) iki sünnet yeri bir araya geldiği zaman gusül vacip olur." [75]
Sünnet olmaya teşvik eden hadisler:
Ammâr b. Yâsir'den rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ağzı su ile yıkayıp çalkalamak, buruna su çekip temizle­mek, bıyığı (belli ölçüde) kesmek, etek tıraşı ve sünnet olmak fıtrattandır; yani, doğuştan insanın ruh ve yapısına yaraşan hu­suslardır." [76]
Ebu Hüreyre'den (r.a.) gelen rivayete göre Rasûlüllah şöyle buyur­muştur: Fıtrat beştir: Sünnet olmak, etek tıraşı yapmak, bıyığı (belli ölçüde) kesmek, tırnakları kesmek ve koltuk altını temiz­lemek." [77]
Şeddâd b. Evs'den (r.a.) gelen rivayette de Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sünnet olmak erkekler için bir sünnet, kadınlar için de bir şereftir."[78] Böylece İslâm'ın, oğlan ve kız çocuklarının sünnet olmasına gereken ihtimamı gösterdiğini görmekteyiz. Sünnet, doğumun yedinci gününden itibaren .yapılabilir. Çünkü, Câbir (r.a.) der ki: "Rasûlüllah (s.a.v.), Hasan ve Hüseyin'e akika kurbanı kesti, yedinci günlerinde de onları sünnet ettirdi."[79]
İlk sünnet olan kimse efendimiz İbrahim'dir (a.s.). O, seksen yaşında iken sünnet olmuştur. Ebu Hüreyre'den (r.a.) gelen rivayette Peygamberimiz (s.a.v.), İbrahim'in (a.s.) seksen yaşında iken sünnet olduğunu ifade etmiştir.[80]
Başka bir rivayette de şöyle buyurulmaktadır: İbrahim Peygam­ber, ilk misafir ağırlayan, ilk don giyen ve ilk sünnet olan kimsedir. Artık ondan sonra sünnet olmak, Rasûlüllah (s.a.v.) dahil bütün pey­gamberler ve onlara uyanlarda devam etmiştir. Sünnet olmak peygam­berlerin yoludur, insanlık sağlam ve sağlıklı bir bağlılığa kavuşmak için onların yoluna tabi olmaktadır.
Ebu Eyyub'dan rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: .
"Dört şey peygamberlerin sünneti erindendir: Sünnet ol­mak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek."[81]
Saîd b. Cübeyr'den gelen rivayete göre, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) vefatı esnasındaki durumu sorulan İbn Abbas (r.a.) şu cevabı vermiştir: "O gün ben sünnetli idim. İnsanlar, ergenlik yaşına gelmeden çocuklarını sünnet ettirmezlerdi."[82] Hâkim'in rivayetinde ise: "Ben onbeş yaşımda iken Rasûlüllah (s.a.v.) vefat etmişti. O zaman ben sünnetli idim."[83]
Sünnet yemeği için davet etmek müstehap olur. Kadınların sünnetinde ise, duyulup yayılmaması için bu yapılmaz. [84]
İslâm sünnet olmaya o kadar önem vermiştir ki, müslüman olan adam sünnetli değilse, guslün yanısıra sünnet olması da vacip olur. Useym b. Küleyb'in dedesinin Peygamberimiz'e (s.a.v.) gelerek "müslüman oldum" demesi üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) ona "Küfrün tüylerini kendinden at (saçını tıraş et) ve sünnet ol" buyurmuştur. [85]
Zührî'den gelen rivayette de Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: "İslâm'a giren kimse, yaşlı da olsa sünnet olsun."
Sünnetsiz kimsenin namazının kabul olunmaması da, konunun önemini göstermesi bakımından câlib-i dikkattir. İbn Abbas (r.a.) der ki: "Sünnetsiz kimsenin namazı kabul edilmez ve kestiği yenmez."
İbn Kuteybe, "Allah'ın verdiği boyayı kabul edin. Allah'tan daha güzel rengi kim verebilir"[86] ayet-i kerîmesinin tefsirinde şöyle der: "Buradaki "boya" ile sünnet kastedilmektedir. Sünnete "boya" adı verilmesi, şundan dolayıdır: Hıristiyanlar çocuklarını bir su içinde boyarlar (vaftiz ederler), işte bu, haniflerin sünneti gibi çocuklar için bir nevi temizliktir" derlerdi. Bunun üzerine Yüce Allah, hıristiyanlann çocuklarına verdiği boyayı değil, "Allah'ın boyasını" alın, buyurdu ve bu­nunla da ibrahim'in (a.s.) dinini kasdetti." [87]
Sünnet olmanın fikhî hükmü hakkında Hattâbî şunları söyler: "Sünnet olmak, her ne kadar sünnetler arasında geçiyorsa da, ilim adamlarının bir çoğuna göre vaciptir. Çünkü sünnet olmak, dinin şiarıdır; vazgeçilmez alametidir. Müslüman kâfirden onunla ayırt edilir. Öldürülen sünnetsiz bir grub arasında sünnetli kimse bulunursa, bu durumda sünnetli kimsenin namazı kılınır ve müslümanların kabri­stanına defnedilir."[88]
[25] Dr. Faruk Mûsâhil, "İslâm'ın çocuk gıdasına/beslenmesine gösterdiği ihtimam" başlıklı makalesinde (bkz. Mecelletü'l-Ûmmeti'l-Katarİyye, sayı: 50), "tahnik hadisi" üzerine şunları söyler: "Bütün ölçü ve miktarlanyla tahnik, Hz. Peygamberin ûpla ilgili bir mucizesidir ki, insanlık bunun hedef ve hikmetini anlamak için ondört asır beklemiştir. Tıp araştırmaları şimdi, şu İki durumun olması halinde özellikle yeni doğan ve süt emen küçük çocukların ölüm tehlikesi geçirebileceklerini ortaya koymuştur: 1. Açlık sebebiyle kandaki şeker oranının eksilmesi, 2. Soğuk hava ile karşılaşmaları halinde, çocukların vücutlarının ısı dere­celerinin düşmesi.
[26] Buhârî, Akİka, 1; Müslim, Âdab, 24.
[27] Buhârî, Akika, 1; Müslim Âdab, 26; Tirmizî, Menakıb, 44.
[28] Müslim, Taharet, 101; Ebû Davud, Edeb, 107; Ahmed b. Hanbel, VI, 212.
[29] Nevevî, Şerhü Sahih-i Müslim, III, 250.
[30] Ahmed b. Hanbel, İH, 88,188. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 62-64.
[31] AYaf, 7/180.
[32] Isrâ, 17/110.
[33] Mâverdi, Nasihâtü'l-Mülûk.s. 166.
[34] Ebu Ya'la, Müsned, I, 259. Senedi sahih olan bu hadis, Ebu Davud, Tlrmizî, Ibn Sa'd ve Hâkim tarafından da rivayet edilmiştir.
[35] Senedinde "meçhul" bir râvî bulunmakla birlikte, hadisin bazı bölümlerinin de­stek ve şahidi olan sahih rivayetler mevcuttur. Bkz. Ebu Dâvud, Edeb, 61; Camiu'l-Usûl, I, 357.
[36] Ibn Hıbban'ın Sahih'inde tahric ettiği bu hadisin senedinde bir inktta' (kopukluk) olmakla birlikte, rivayet eden şahısların hepsi sika (güvenilir) dır.
[37] Muhammed b. Alevî ei-Mâlikî el-Hasenî, el-Menhelu't-latîf fi Usulü'I-Hadis, s. 194.
[38] A.g.e.,s.23O.
[39] Ebu Dâvud, Canaiz, 124.
[40] Buhârî, Edeb, 106; Müslim, Âdab, 7; Ahmed b. Hantal, III, 307.
[41] Buhârî, İlim, 13; Müslim, Âdab, 3; Ahmed b. Hantal, III, 303.
[42] Meryem, 19/28.
[43] Hadisi Ahmed, Tirmizî, Nesaî, Abd b. Humeyd, İbn Ebi Şeybe gibi muhaddisler rivayet etmiştir. Bkz. Husnül-Osve, s. 135.
[44] Bkz. Mahmûd Muhammed Ammâra, Terbiyetü'n-Neş'i fi Zilalil-lslâm, s. 124.
[45] Bkz. Câmiu'l-Usûl, I, 373. Hadisin senedi sahihtir. Hâkimin rivayetinde "Rasûlullah (s.a.v.) ona ve çocuğuna dua etti" ilavesi vardır.
[46] Ra'd, 13/41.
[47] Şerhu's-Sünne'de geçen bu açıklama İçin bkz. Süleyman b. Abdillah b. Mu­hammed, Teysiru'l-Azîzi'l-Hamîd fî Şerhi Kitabi't-Tevhîd'inden naklen, s. 615.
[48] Buhârî, Edeb, 81; Müslim, Adab, 30; Ebu Davud, Edeb, 69; Tirmizî, Salât, 131; İbn Mace, Edeb, 24; Ahmed b, Hanbel, III, 115, Hadiste geçen "nuğayr" serçe büyüklüğünde bülbül gibi bir kuş türüdür. Enes'in ana bir kardeşi olan Ebu Umeyr'in böyle sevimli bir kuşu vardı. Bir gön kuş ölünce çocuk buna çok üzülmüştü. Peygamberimiz (s.a.v.) çocuğu gördüklerinde, "Ne yaptı nuğayr, ne oldu kuş!" diyerek ona şaka yaparlardı. (Çev.)
[49] Tirmizî, Tefsir {Sûre 7), 8; Ahmed b. Hanbel, V, 11.
[50] Ebu Dâvud, Edeb, 62.
[51] Hadisin senedi sağlamdır. Bkz. Câmiul-Usûl, 1,371; Timıizî, Edeb, 65.
[52] Hadis sahihtir. Bkz. A.g.e., aynı yerler; SİIsiletü'l-Ehadis es-Sahiha, Hadis No: 207.
[53] Buhârî, Edeb, 108; Müslim, Âdab, 17-19; Ebu Davud, Edeb, 62; İbn Mace, Edeb, 32; Ahmed b. Hanbel, II, 430.
[54] "İsyan eden kadın" manasına "Âsiye" 1j~*Lc ismi, "kadın tabip, örgün kadın" gibi manalar yüklenen "Asiye" 3_fc**î adıyla karıştırılmamalıdır. İkinci isim, İslâm Ülkelerinde yaygındır. (Çev.)
[55] Müslim, Âdâb, 14-15; Ebu Dâvud, Edeb, 62; Tİrmizî, Edeb, 66; İbn Mace, Edeb, 32; Dârimî, Isti'zan, 62; Ahmed b. Hanbel, II, 18.
[56] Ebu Dâvud, Edeb, 62.
[57] Mesela; Abdurrahirn, Abdulcelil ve Abdutcebbar İsimleri gibi. (Çev.)
[58] Nasihatül-Mülük, s. 166. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 64-69.
[59] Bir dirhem, yaklaşık olarak üç grama tekabülden bir ağırlık ölçüsüdür. (Çev).
[60] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 70.
[61] Çoğulu "ukuk" şeklinde gelen "akka" veya "akika" sözlükte, doğan çocuğun başındaki ana tüyü demektir. Terim olarak da çocuk içirfkesilen koyuna "akika" adı verilmiştir. Bkz. Halil b. Ahmed, el-Ayn, s. 62.
[62] Ebu Dâvud, Edâhî,21;Tirmizî, Edâhî, 16, Nesaî, Akika, 4.
[63] Ebu Davud, Edâhî, 21; Tirmizî, Edâhî, 21; Nesaî, Akika, 5; Ibn Mâce, Zebaih, 1; Dârimî, Edâhi, 9; Ahmed b. Hanbel, V, 8.
[64] Hadis sahihtir. Bkz. Sahihul-Câmi' hadis no: 4106-4107.
[65] Taberânî'nin rivayet ettiği bu hadisin ricali sahih'in ricalidir. Bkz. Heysem!, Mec-mau'z-Zevaid, IV, 59.
[66] Hadis sahihtir. Bkz. Sahihu'l-Câmi', hadis no: 4132.
[67] Heysemr, a.g.e. Aynı yer. (187)
[68] Muvatta,Akika,5.
[69] Aynı yer.
[70] Hâkim, Müstedrek, IV, 238, Hâkim, hadisin Buhâri ile Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de bunu kabul etmiştir.
[71] Bahara, 2/138.
[72] Isra, 17/64.
[73] Sebe, 34/20.
[74] Huccetullâhi'l-Bâliğa, II, 144. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 70-73.
[75] Hadis sahihtir. Bkz. Silsiletû'l-Ehadis es-Sahiha, Hadis No: 1261.
[76] Ahmed b. Hanbel, IV, 264.
[77] Buhârî, Libâs, 63; Müslim, Taharet, 49; Ebu Dâvud, Taharet, 29; Tirmizî, Edeb, 14; Nesaî, Taharet, 9; Ibn Mace, Taharet, 8; Ahmed b. Hanbel, II, 229.
[78] Ebu Dâvud, Edeb, 167; Ahmed b. Hanbel, V, 75.
[79] Hadisi Beyhaki rivayet etmiştir.
[80] Buharî,'Enbiya, 8; Müslim, Fedâil, 151; Ahmed b. Hanbel, II, 322.
[81] Tirmizî Nikah, 1"; Ahmed b. Hanbel, V, 421.
[82] Buharî, lsti-zan,51.
[83] Hakim, Mûstedrek, III, 534.
[84] Bkz. İbn Cüzeyy, el-Kavânîn el-Rkhiyye, s. 214.
[85] Ebu Dâvud, Taharet 129.
[86] Bakara, 2/138.
[87] Ibn Kuteybe, TeVîlu Müşkili'l-Kur'an, s. 149.
[88] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 73-75.

PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETİNDE ÇOCUK EĞİTİMİ I.


DOĞUMUNDAN İKİ YAŞINA KADAR ÇOCUK

Hz. Aişe'nin rivayet ettiği bir hadiste Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; "Lâ ilahe ilallah diyene kadar kim bir Çocuğu terbiye ederse, Allah onu hesaba çekmez."[1]

Girîş:

Güç Olan Doğumda Okunacak Dualar

Doğum sancısının, fizikî ve psikolojik birtakım acı ve sıkıntıları/ yorgunlukları vardır. Çocuğun dünyaya geliş anı, kadın ve erkek için zor dakikalardır. Şu ayet, böyle bir durumda olan Hz. Meryem'in halini açıklamaktadır:
"Meryem ona gebe kaldı. Bunun üzerine o, karnındaki çocukla uzak bir yere çekildi. Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) götürdü. "Keşke, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim" dedi." [2]
Doğum sancısı esnasında, Hz. Peygamber'in, kızı Fatıma'nın sancısı anında okunmasını istediği ayetler vardır; bunları okumak müstehaptır. Fatıma'nın (r.â.) doğumu yaklaşınca, Peygamber (s.a.v.), Ümmü Seleme ile Zeyneb bint-i Cahş'ın Fatıma'ya gitmelerini ve yanında şu ayetleri okumalarını emretmiştir:
"Ayetel-Kürsî" [3]
"Şüphesiz ki gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra Arş üzerine kurulan, geceyi durmadan kovalayan gündüze bürüyüp örten, güneşi, ayı ve yıldızları emrine hazır durumda yaratan Rabbiniz Allah'tır. Bilin ki, yaratmak da emretmek de O'na mah­sustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir." [4]
"Şüphesiz ki gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra işleri bir nizam ve programa bağlayarak Arş üzerine kurulan Rabbiniz Allah'tır. O'nun izni olmadan hiçbir kimse şefaatçi ola­maz, îşte O, Rabbiniz Allah'tır. O halde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz?" [5]
Bu ayetlerin yanısıra, Rasûlüllah (s.a.v.) Felak ve Nas surelerini okumalarını da öğütlemiştir. [6]
İbn Abbas'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s,a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kadının doğumu güç olduğu zaman, içerisinde şu ayetlerin yazılı bulunduğu zarif bir kap alınır, sonra kadına ondan içirilir, gusledilir, karın ve avret bölgesine serpilir:
"Onlar va'dedildikleri azabı gördükleri gün, sanki dünyada gündüzün yalnız bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu bir bil­diridir; yoldan çıkmış olanlardan başkası helak edilir mî hiç?"
[7]
"Onlar kıyameti gördükleri gün, sanki dünyada bir akşam ya da bir kuşluk vakti kadar kaldıklarını sanırlar." [8]
"'Andolsun onların kıssalarında akıl sahipleri için ibretler vardır." [9]
O çetin, zor ve sıkıntılı anlarda kadının, gönülden yalvararak Al­lah'a yönelmeye ve samimi olarak tevbesini yenilemeye ihtiyacı vardır. Böylece çok geçmeden Allah, onun doğumunu kolaylaştırır ve doğum sancısının acı meşakkatlerine dayanma gücünü artırır.
İbn Zafer el-Mekkî (565/1169) anlatıyor: Bana ulaşan habere göre, Ebu's-Seriyy Mansur b. Ammâr'ın (r.a.) anasını doğum sancısı tut­muştu. Ebe de yanındaydı. Mansur da hemen önünde küçük bir çocuktu. Anası Mansur'a: "Çabuk git babanı çağır!" dedi. Mansur da anasına: "Bu zor durumda hiçbir fayda ve zarar veremeyen bir ya­ratıktan medet umuyorsun ve ben de bu arada elçi olacağım öyle mi?" cevabını verir. Anasının, "Artık ölüyorum!" demesi üzerine de şöyle der: "De ki, ey Allah'ım bana yardım et!" Kadıncağız bunu söyler söylemez çocuğu hemen dünyaya geldi. [10]
Allah insanı devamlı gözetmekte ve rahmeti ondan hiçbir zaman ayrılmamaktadır, ilk andan itibaren de kullarının işini kolay­laştırmaktadır. "Sonra ona yolu kolaylaştırdı" [11]ayeti bu noktaya işaret etmektedir.
Çocuk anasının karnından çıkınca artık ceninlik dönemi sona ermiş ve çocukluk dönemi başlamış olur. Bu dönemde, çocuğun velisi üzerindeki şu haklan gündeme gelir:[12]

I- Doğumun Birinci Günü Yapılacak İşler:

A. Fıtır Sadakası Vermek

İnşaallah üçüncü bölümde bundan bahsedeceğiz.[13]

B. Miras Hakkına Sahip Olmak

Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğan çocuk ağlayıp bağırırsa, (artık) vâris kılınır.[14]
Cabir b. Abdillah ile el-Misver b. Mahreme derler ki: "Rasûlüllah (s.a.v.), ağlayıp bağırmadıkca veya aksırmadıkca çocuğun varis olamayacağına hükmetti." [15]
el-Beğavî, Şerhu's-Sünne adlı eserinde, konuyla alakalı şu açıklamayı yapar: Ölen insanın varisi ana karnında bir çocuk ise, miras onun için bekletilir; eğer çocuk canlı doğarsa miras onun olur, ölü ola­rak doğması halinde ise varis bırakamaz; miras diğer ilk varislerine in­tikal eder. Çocuk canlı olarak doğduktan sonra öldüğü takdirde; aksırma, nefes gibi bir canlılık belirtisi veya canlı olduğunu gösteren bir hareket görülmüş ise ağlayıp bağırma olsun olmasın varis bırakır." [16]

C. Yeni Doğan Çocuğu Müjdelemek Ve Tebrik Etmek

Sosyal yardımlaşma ve dayanışma özelliğiyle İslam toplumu, yapının kuvvetli bir şekilde kenetlenmesi için sevinç ve keder vesileleriyle toplumun üyelerini bir araya getirmeyi hedeflemiştir.
Bu topluma katılan yeni doğan çocuğa toplumun üyeleri "hoş gel­din" derler ve meleklerin peygamberlere getirdikleri şu müjdeyi dikk­ate alarak çocuğun ana babasını müjdelerler, tebrik ederler:
"Zekeriyya mihrapta namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler: Allah sana, kendi katından gelen bir kelimeyi (İsâ peygamber'i) tasdik eden, efendi, iffetli ve salihlerden bir pey­gamber olarak Yahya'yı müjdeler." [17]
"Ey Zekeriyya! Biz sana adı Yahya olan bir oğul müjdeliyoruz." [18]
Tebrik ve müjdeleme konusunda erken davranmak, ana babanın sevincini artırır ve insanlar arasındaki bağlan güçlendirir. Ana baba te­brik edilirken, Hasan el-Basrî'nin şu güzel tebrik cümlesi kullanılabilir:
"Sana bağışlanan çocuk hayırlı mübarek olsun, veren Allah'a şükredesin, iyiliğini göresin ve güçlülük çağına ulaşsın.[19]

D. Çocuğun Sağ Kulağına Ezan Okumak Ve Sol Kulağına da İkamet Getirmek

Hz. Fatıma, Hasan'ı dünyaya getirdiğinde, Rasûlüllah (s.a.v.) onun kulağına ezan okumuştur. [20]Bunun sır ve hikmetleri şunlar olsa gerektir:
1) Ezan, İslam'ın bir şiarıdır,
2) Muhammedi bir dini bildirmek,
3) Ezanı çocuğun kulağına özel olarak okumak gerekir,
4) Malumdur ki, özellikle okunan ezandan şeytan kaçar.
İlk günlerinde şeytan çocuğa eziyet eder hatta hadiste geçtiğine göre, çocuğun ağlayıp bağırması bundan dolayıdır. [21]
Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şeytan, her doğan çocuğu rahatsız eder. Bu sebeple de çocuk ağlayıp bağırır, Meryem ve oğlu (tsâ) bundan müstesnadır" sonra Ebu Hüreyre, isterseniz "...Rabbimî şüphesiz ben onu (Meryem'i) ve neslini, kovulmuş şeytana karşı sana ısmarlıyorum" ayetini okuyunuz, dedi. [22]
İbnu'l-Kayyım, Tuhfetü'l-Mevdûd adlı eserinde, ezanın başka sır ve hikmetlerinden de bahseder. Sözkonusu maddelere bunları da ekle­meyi uygun görüyoruz:
5) Doğan çocuğun kulaklarına ilk çalan sesin, Allah'ın büyüklük ve yüceliğini ihtiva eden mesaj ve sözler olması ve islam'a girmeyi sağlayan kelime-i şehadetin duyulmasıdır. Bu durumda bir bakıma ezan, dünyaya gelen çocuğa İslam'ın şiarını telkin etmek demektir. Nitekim bu dünyadan ayrılırken de insana kelime-i tevhid telkin edilir.
6) Çocuk anlamasa bile ezanın tesirinin kalbine ulaşması ve ondan etkilenmesi mümkündür.
7) Şeytanın davetinden önce ezanın çocuğu Allah'a, O'na kulluk et­meye ve İslam dinine davet etmektedir. Nitekim Allah'ın insanları ya­ratmış olduğu fıtrat da, şeytanın onu değiştirmesinden önce gerçekleşmiştir. Ezanın bunlardan başka hikmetleri de vardır.
Doğan çocuk oğlan veya kız olsun, Allah'ın kullarına verdiği bir nimet ve bir hediyedir. Taberani'nin İbn Abbas'dan (r.a.) rivayetine göre Rasûlullah (a.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kız çocuk doğduğu zaman Allah ona bereket ulaştıran bir melek gönderir ve melek şöyle der: Zayıftan çıkan bir zayıf! Kıyamete kadar onu koruyup gözeten Allah'tır.
Oğlan çocuk doğduğunda da Allah ona gökyüzünden bir melek gönderir. Melek çocuğun alnından öper ve "Allah'ın sana selamı var" der."[23]

E. Yeni Nimetten Dolayı Allah'a Dua Ve Şükretmek

Enes'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Allah bir kuluna çoluk-çocuk nimeti verir de o da: "Mâşâallah la kuvvete illa billah" derse, onda ölümden başka bir afet görülmez.'.[24]

[1] Taberânî'nin rivayet ettiği bu hadis için bkz. Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, VI 159 Hadisin senedinde Süleyman M b. Davud eş-Şâzekûnî adlı zayıf bir ravi bulunmaktadır. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 57.
[2] Meryem, 19/22-23.
[3] Bakara, 2/225.
[4] A’raf,7«4.
[5] Yunus, 10/3.
[6] Ibnu's-Sunnî'nin rivayet ettiği isnadı zayıf bu hadis için bkz. Ibn Teymiyye, el-Kelimu't-Tayyİb, s. 87.
[7] Ahkâf, 46/35.
[8] Nâziât, 79/46.
[9] Yûsuf, 12/111.
[10] İbn Zafer el-Mekkî, Kitabu Enbâ-i Nûcebai'l-Ebnâ, s. 163.
[11] Abese, 80/20.
[12] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 58-59.
[13] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 60,
[14] Ebu Davud'un rivayet ettiği bu hadis için bkz. Silsiletül-Ehadİs es-Sahiha, Ha­dis No: 153.
[15] İbn Hıbbân'm sahih kabul ettiği bu hadis için bkz. A.g.e., Hadis No: 152.
[16] İbn Teymiyye, el-Müntekâ min Ahbari'İ-Mustafa, II, 467. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 60.
[17] Âl-i Imran, 3/39.
[18] Meryem, 19/7.
[19] Ibnu'l-Kayyim, Tuhfetü'l-Mevdûd. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 60-61.
[20] Ebû Davud, Edeb, 107.
[21] Dıhlevî, Nuccetullâhi'l-Bâliğa
[22] Buharı, Tefsir (sure 3), 2; Müslim, Fedâil, 146; Ahmed b. Hanbel, II, 233, Ayet için bkz. ÂH Imran, 3/36.
[23] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 61-62.
[24] Hadisi Ebû Ya'la, Müs'ned'inde rivayet etmiştir. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 62.

PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETİNDE ÇOCUK EĞİTİMİ III

III- İkî Yıla Kadar Çocuğu Emzirmek Ve Sütten Kesmek:

Erkek ile kadını evlilik bağıyla bağlayan ve onlan aile nizamı içinde biraraya getiren İslâm, iyi bir toplumun bina edilmesinde sağlam tuğlayı meydana getirmek için hem erkeğe, hem de kadına sorumluluk yüklemiş; karı-kocadan herbirine birtakım haklar ve görevler vermiştir. Kocanın görevi nafaka temin etmek, eşinin görevi de dünyaya gelen çocuğu emzirmektir. Yeni doğan çocuk, ruhen rahatlamak için anasının göğsüne ellerini sürer, şefkat ve merhamet dolu sıcacık kucakta yüce yaratıcının hazırladığı iki memesinden anasının sütünü emer. İşte, fakir veya zengin ana göğsünde süt üreten fabrikayı Allah bunun için; şu garip dünyada yeni doğan minik yavrunun gelişimini sağlamak için hazırlamıştır.
Araplarda, hatta onlardan önce bütün insanlık âleminde süt em­zirme âdeti mevcuttu. Kur'an, Musa'dan (a.s.) söz ederken şöyle demek­tedir: "Biz daha önceden (anasına iade edilinceye kadar) onun süt analarını emmesine izin vermedik."[89] Rasûlüllah da (s.a.v.) süt emerek büyümüş; Halime onu emzirmiş ve onun süt anası olmuştur. Allah Teala, süt emzirme için şer'i bazı hükümler koymuştur.
Bu hükümlerden birini şu ayet-i kerime açıklamaktadır: "Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyze­leriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren (süt) ana­larınız... size haram kılındı."[90]
Sun'î süt ve emzirme (mama) işi ancak bu asırda ortaya çıkmıştır. Ama çok geçmez bu asır, ana sütüne ve tabiî emzirmeye dönmek için ge­reken çağrıyı yapacaktır. Prensip olarak İslâm şeriatını kabul eden müslüman, tabîi emzirmeden mamaya geçmeye gerek duymaz. Tabîi emzirme, Allah'ın nîzam ve metodundan beslenir ve o yolu izler. Kur'an, anayı eşiyle olan geçimsizliğine rağmen hatta eşinden ayrıldıktan sonra en zor ve güç şartlarda bile yavrusunu göğsünden emzirmeye davet et­mektedir. Şu ayet-i kerime, çocuk hakkında ilahi adalet ve Rabbani ya­sayı göstermesi bakımından önem arzetmektedir:
"Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, analar çocuklarını iki tam yıl emzirirler."[91]
"Şüphesiz, boşanmış ananın memedeki çocuğuna karşı bir görevi vardır. Bu görevi ona Allah yüklemiştir ve anayı küçük yavrunun zarara uğramasına sebep olan ailevi huzursuzluk ve ihtilafların bozduğu fitrî ve beşerî duygularıyla başbaşa bırakmamıştır. Bu durumda Allah küçük yavruyu tekeffül etmiş ve emzirmeyi anasının boynuna yüklemiştir. Ana da çocuğun babasından nafakasını alacaktır. Gerçekten Allah insanlara kendilerinden daha yakın, daha şefkatli ve ana babalarından daha merhametlidir. Allah, doğan yavruyu iki tam yıl emzirme görevini anasına yüklemiştir. Çünkü Allah bu sürenin çocuk için ruhî ve sıhhî her bakımdan ideal olduğunu bilmektedir. O, "emzirmeyi tamamlatmak isteyen kimse için" buyuruyor. Psikolojik ve tıbbi araştırmalar bugün, çocuğun ruhî sıkıntı ve sağlık problemi ol­maksızın sağlam bir şekilde büyüyebilmesi için iki yıllık bir emzirme süresinin zaruri olduğunu isbatlamış bulunmaktadır. Fakat Allah ta­rafından müslümanlara bahşedilen nimet, onları bu gerçeği sözkonusu ilmî araştırma ve tecrübeleri ile öğreninceye kadar bekleme zorunlu­luğundan kurtarmaktadır. Elbette yüce Allah, değerli bir hazine olan çocukluk dönemini uzun bir süre cehalet girdabında yani, bilgisizlik çarkının öğütücü dişlileri arasında bırakacak değildir. Allah kullarına karşı, özellikle de şefkat ve bakıma ihtiyacı olan şu zayıf ve küçük çocuklara çok merhametlidir."
İslâm, ana babasının boşanmasından sonra çocuğun emzirilmesini gözetmekle kalmamış, zina eden anasına tatbik edilecek olan had ce­zasını emzirme işi bitinceye kadar ertelemek suretiyle çocuğun hakkını korumuştur. İşte bu, güçlü ve sağlıklı olarak büyüyüp gelişmesi için çocuğa gösterilen itina ve merhamettir:
Zina eden Ğamid'li kadına Rasûlüllah (s.a.v.): "Dön, çocuğunu doğur!" buyurmuş kadın doğurduktan sonra çocuğu getirmiş ve şöyle demiştir: "Ey Allah'ın elçisi! Bu çocuğu doğurdum!" Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) kadına: "Git, sütten kesinceye kadar onu emzir!" buy­urmuştur. Kadın sütten kestikten sonra, elinde ekmek kırıntısı olan çocuğunu getirdi ve: "Ey Allah'ın elçisi! Çocuğu sütten kestim" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) da çocuğun bir müslümana verilmesini istedi ve "recm" cezası tatbik edilmek üzere kadın için bir çukur açılmasını em­retti..."[92]
Büyük doktor İbn Sînâ, şu sözüyle ana sütünün önemine dikkat çekmektedir: "Çocuğun mümkün olduğu kadar anasının sütünden emzi­rilmesi gerekir. Çünkü bizzat çocuğun, anasının memelerinden gıdasını almasının, kendisine zarar verebilecek (mikrobik vak'alann) ortadan kaldırılmasında çok büyük faydalan vardır."
Doktor Beledî ise şöyle demektedir: "Eğer sütünü bozan bir ra­hatsızlığı yoksa ana sütü, kendi çocuğu bir tarafa diğer çocuklar için de en yararlı süttür."[93] Doktor şunu da ilave ederek diyor ki: "Çocuk için ananın sağlıklı olması, hem kendisinin hem de çocuğunun sıhhatini korumada oldukça önemlidir." Burada şunu görmekteyiz: Doktor Beledî, ana memesinden süt emmenin faydasını bugünün doktor­larından önce isbatlamıştır. Çünkü bu, meme kanseri başta olmak üzere anayı birçok hastalıklardan korumaktadır.
Hz. Ömer, önceleri süt emen çocuk için anaya bir sorumluluk yüklememişti. Ama daha sonra doğumundan süt emzirme süresine ka­dar bunu mecbur tuttu. Ömer (r.a.) bir gece musallada dolaşırken bir çocuğun ağladığını gördü ve anasına "Onu emzir" dedi. Kadın: "Mü'minlerin emiri (Ömer) sütten kesilinceye kadar bir çocuk için anaya görev yüklememiştir. Ben çocuğu sütten kestim!" deyince, Hz. Ömer ona şunları söylemiştir: "Neredeyse çocuğun ölmesine ben sebep olacaktım! Onu emzir! Çünkü mü'minlerin emiri çocuk için anasına bir sorumluluk yükleyecektir." Artık ondan sonra Hz. Ömer, doğan çocuk için bakım ve süt emzirme işini anasına bir görev olarak yükledi.[94]
Ana memesinden süt emmenin birçok fayda ve özellikleri vardır.
Çocuk, ana karnında iken anasının gıdasıyla beslenmiştir. Doğduktan sonra da anasının sütüyle beslenmesini sürdürür. Şu halde çocuğa hayat kazandıran temel gıda, tabîi ana sütüdür. Bu sütün fayda ve özelliklerinden bir kısmını maddeler halinde sıralamak istiyoruz:
1- Çocuk, mikroplardan arıtılmış tertemiz süt emer.
2- Emilen süt ne soğuk ne de sıcaktır.
3- Her an bol miktarda bulunur.
4- Göğüste bekletmekle bozulmaz.
5- Bebeğin midesine uygun standartta yaratılmıştır.
6- Bebeğin beslenme ihtiyacını tam olarak yerine getirir.
7- Mikroplara karşı özel bağışıklık kazandırır.
8- Doğrudan ana memesinden emmek, ana ve çocuğun kilo al­masını önler.
9- Böyle bir emzirme; ana ile yavrusu arasındaki şefkat ve me­rhamet bağlarını güçlendirir.[95]
Emzirme işi, güzel niyet ve Allah'ın rızasını kazanmak düşüncesiyle yapıldığı takdirde, Allah'ın izniyle her zaman meyvesini verir. Bundan dolayı olacak ki, Amr b. Abdillah, oğlunu emziren karısına şöyle demiştir: "Çocuğunu emzirmen, hayvanın yavrusunu em­zirmesi gibi olmasın. Hayvan acıma hissiyle yavrusuna şefkat gösterir. Sen ise, Allah'ın sevabını isteyerek, senin emzirmenle Allah'a îman ve ibadet edebilecek bir insanın hayat bulmasını düşünerek yavrunu em­zir!"[96]
Süt emzirme esnasında emzikli kadının hamile kalması, mekruh sayılmış ve hoş görülmemiştir. Çünkü bu durumda sütün bozulması ve buna bağlı olarak da bebeğin tabîi emzirmeden mahrum olması sözkonusudur. Hz. Peygamber bu hususta dikkatli olunmasını iste­miştir, îbn Mes'ud'dan rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah'm (s.a.v.) ke­rih gördüğü ve hoş karşılamadığı on şeyden biri de "çocuğun bozul­masıdır.[97] "Çocuğun bozulması", emzikli kadının gebe kalarak sütünün bozulması demektir ki, buna "GIYLE" adı verilmekte­dir.[98]

IV- Süt Çocuğunun İdrarının Hükmü Ve Onu Temizlemenin Yolu:

İmam Müslim, süt çocuğunun idrarını yıkama usulü hakkında şu hadisleri[99] rivayet etmiştir:
Hz. Aişe'nin anlattığına göre, Rasûlüllah'a (s.a.v.) çocuklar getiri­lir, o da bereket duasında bulunur ve onların damaklarına çiğnediği hurmayı sürerdi. Bir defasında getirilen bir çocuk Peygamber'in (s.a.v.) üzerine idrarını yaptı. Rasûlüllah (s.a.v.) hemen su istedi. Suyu çocuğun idrarının üzerine döktü orayı yıkamadı."
Rivayetin başka bir varyantı da şöyledir: Rasûlüllah'a henüz meme emen bir çocuk getirildi. Çocuk da Peygamber'in (s.a.v.) kucağına idrarını yaptı. Bunun, üzerine Peygamber (s.a.v.) su istedi ve getirilen suyu idrarın üzerine döktü."
Ümmü Kays bint Mihsan, henüz yemek yemeyen oğlunu Rasûlüllah'a (s.a.v.) getirmişti. Kadın çocuğu Peygamber'in (s.a.v.) kucağına koyduktan sonra çocuk idrarını yaptı. Rasûlüllah (s.a.v.) da idrarın üzerine su serpmekten başka birşey yapmadı."
Bir rivayette "su istedi ve o suyu idrar üzerine serpti" şeklinde, başka bir rivayette de "su istedi ve o suyu elbisesi üzerine serpti, idrar olan yeri iyice yıkamadı" şeklindedir.
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) bu uygulamaları karşısında imam Şafiî su serpmeyi, Hanefiler ve Malikiler de yıkamayı tercih etmişlerdir. Ama çocuğun idrarının pis oluşu ittifak konusudur; aralarında görüş birliği vardır.[100]

V- Emzikli Ananın Çocuğuyla Birlikte Mescide Gitmesinin Caiz Oluşu:

Arzu ettiği takdirde kocası tarafından da izin yerilen emzikli ananın, cemaatle namaz kılmak üzere çocuğuyla birlikte mescide gitme­si caizdir. Hatta Rasûlüllah (s.a.v.) küçük yavruya merhamet duygusu ve onun ağlamasını duyan anasının namazı tehlikeye düşer endişesiyle, böyle kadınların bulunduğu namazları hafif tutar ve biraz da acele kıldırırdı. Nitekim Atâ'dan gelen rivayete göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Çocuğun ağlamasını duyduğumda, anası şaşırmasın diye ben namazı hafif tutarım."[101]
Yine rivayete göre Peygamber (s.a.v.) birgün sabah namazında Felak ve Nas surelerini okuyunca sahabe "Namazı kısa tuttun!" demişti. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bir çocuğun ağladığını duyunca, anasının şaşırmasından endişe ettim."
Hanefi fakih el-Kâsânî, bu rivayet üzerine şu açıklamayı yapar: "Bu rivayet gösteriyor ki, imamın, cemaatinin durumunu dikkate al­ması gerekir. Çünkü bu, cemaatin çoğalmasını sağlar. Bu da arzu edilen ve istenen bir şeydir."[102]
Konuyla ilgili şu üç rivayet de Enes b. Malik'den gelmektedir:
"Rasûlüllah (s.a.v.), anasıyla birlikte olan çocuğun ağlamasını işittiği zaman, kısa veya hafif sûre okurdu."[103]
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Namaza başlayınca ben uzatmak istiyorum. Fakat çocuğun ağlamasını duyunca da na­mazı hafif tutuyorum. Çünkü biliyorum ki, yavrusunun ağlamasından ötürü anası üzülür ve sıkıntıya düşer."[104] Rasûlüllah (s.a.v.) namazda iken bir çocuk sesi duyunca namazı hafif tuttu. O'nun çocuğa olan merhametinden dolayı böyle yaptığını biz anlamıştık. Çünkü Peygamber (s.a.v.) çocukla birlikte anasının da na­mazda olduğunu biliyordu."[105]

VI- Altını Tutamayan Çocuğun Mescide Götürülmesinin Mekruhluğu:

Tuvalet ihtiyacını kendisi gideremeyen ve bunu ana babasından birine söyleyemeyen çocuk mescide getirilmez. Rasûlüllah (s.a.v.) ana ve babaların bu merhaledeki çocuğu mescide götürmelerini yasaklamıştır:
"Mescitlerinizi (kirletebilecek) çocuklarınızdan uzak tutu­nuz."[106]

VII- Ananın Çocuğa Bakım Hakkı:

Küçük yaştaki çocukları eğitmek ve onlara bakmak, İslâm huku­kunda "hıdâna" olarak bilinir. Bu hususta kadınlar yapı olarak erkek­lerden daha muktedir ve daha beceriklidir. Çünkü onların sabır, şefkat ve merhamet duyguları daha fazladır. Bundan dolayı da bu konuda kadınlara öncelik hakkı verilmiştir. Buna göre ana, baba ve onu takip edenlere göre öncelik hakkına sahiptir.[107]
Amr b. Şuayb'ın dedesi (Abdullah b. Amr) dan rivayet edildiğine göre bir kadın 'Ya Rasûlallah! Şu benim oğluma karnım (aylarca) kap oldu. Göğsüm süt tulumu, kucağım da onun için barınak oldu. Onun ba­bası beni boşadı ve onu da benden almak istedi" dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sen evlenmediğin sürece ona (bakmaya) daha layıksın."[108]

VIII- Babanın Velilik Hakkı:[109]

Çocukların eğitim ve gözetimi, mallarının idare ve tasarrufu, onla­ra rehberlik yapılması; bir meslek ve sanat kazandırılması, cezaların uygulanması ve yargı işleri İslâm hukukunda "velayet" olarak bilinmek­tedir. Şüphesiz bu hususta erkekler kadınlardan daha muktedir ve daha beceriklidir. Çünkü yapı gereği onların sahip oldukları sebat ve ta­hammül gücü buna daha müsaittir. Bundan dolayı da bu konuda erkek­lere öncelik hakkı tanınmıştır.[110]

[89] Kasas, 28/12.
[90] Nisa, 4/23.
[91] Bakara, 2/233.
[92] Ahmed b. Hanbel, V, 348.
[93] Ahmed b. Muhammed el-Beledî, Tedbîru'l-Hubâlâ ve'l-Atfâl ve's-Sıbyarr, s. 186.
[94] Abdurrezzak, Musannef, V. 311.
[95] Dr. Faruk Müsahil, Ihtimâmu't-lslâm bi Tağziyeti't-Tıfl, Mecelletû't-Ümme el-Katariyye, Sayı: 50/1405.
[96] Mâverdi, Nasihatü'l-Mülûk, s. 166.
[97] Ebu Dâvud, Hâtem, 3; Nesaî, Zinet, 17.
[98] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 76-79.
[99] Müslim, Taharet, 101-103.
[100] Nevevî, Şerhu Sahih-i Müslim, fil, 250. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 79-80.
[101] Hadisi Abdurrezzak, Musannefinde rivayet etmiştir.
[102] Kâsânî, Bedâiu's-Sanaî1.
[103] İbn Huzeyme, Sahih; III, 50.
[104] Buharî, Ezan, 65; Ebu Dâvud, Salât, 123; İbn Mace, İkamet, 49; Ahmed b. Hanbel, III, 205; İbn Huzeyme, a.g.e., III. 50.
[105] Ahmed b. Hanbel, Müsned, fil, 188. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 80.
[106] İbn Mace, Mesacid, 5. Hadisi Abdurrezzak da rivayet etmiştir. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 81.
[107] Bkz. A.g.e., s. 149-150.
[108] Ebu Dâvud, Talâk, 35. Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 81.
[109] Konu hakkında Dr. Ahmed el-Haccî el-Kürdî'nin Ahkâmü’1-Mere fi'1-Fıkhı'l İslâmî adlı eserine, fıkıh ve ahval-i şahsiyye kitaplarına bakınız.
[110] Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, Uysal Kitabevi: 81.

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...