18 Aralık 2008 Perşembe

TAKVA EĞİTİMİ VE TAKVAYI SAĞLAYAN AMELLER...


Takva; insanın Allah’tan korkması, bütün benliği ile Allah’a dönmesi isyandan ve her türlü günahlardan kendini muhafaza etmesidir.

Takva; insanı Allah’a kavuşturan ve O’nun sevgisine vesile olan en güzel sıfatlardan biridir. Dünyada huzur ve saadetle yaşamak, ahirette de sonsuz nimetlere nail olmak, ancak takva ve amel-i salih ile mümkündür. Allah-ü Teala’nın imandan sonra en çok sevdiği ve razı olduğu amel takvadır. Elbette ki müttaki bir müminin imanı ile, günahlardan kendini muhafaza edemeyen bir insanın imanı bir değildir. Kendini başta büyük günahlar olmak üzere, günahlardan muhafaza eden bir müminin kalbi aydınlanır, ruhu huzur bulur, imanı kuvvetlenir ve daima inkişaf eder.
Zira, takva sahibi olanlar, Kur’an-ı Kerim’i kendine rehber edinip, onun ahkamına göre hayatını tanzim eder, başına gelen bela ve musibetlere karşı sabırla mukavemet eder ve kendisine bahşedilen lütuf ve ihsanlara karşı da şükür ve hamd ile mukabele eder.
Bütün peygamberlerin en üstün seciyesi olan takva ve istikamet, evliya, mürşit ve müçtehitlerin yolu ve şiarı, bütün abitlerin manevi rızkı, şakirlerin basiret nuru ve kamil mü’minlerin de maksad-ı alasıdır.

Nimet-i uzma, saadet-i kübra ve cennet-i ala ehl-i takva içindir. Nurani bir libas olan takva, insanı günahlardan ve ahiret azabından muhafaza eder ve cennete girmesine vesile olur. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Ve cennet müttakiler için yakınlaştırılmıştır.”1 “ne göz görmüş, ne kulak işitmiş ve ne de kalbi beşere hutur etmiş” olan cennetin çeşit çeşit ve ebedi nimetleri, küfür ve günahlardan sakınan müttakiler için için hazırlanmıştır. Cennet ehli için ebedi sürür ve neşe vardır. Dünya ve içindekiler insan için yaratıldığı gibi, cennet de müttakiler için hazırlanmıştır. Dolayısıyla müttakiler, cennetin çiçeği ve süsüdürler.

Ehl-i takva mukaddes bir zümredir ki, onların da büyükleri nebiler ve mürsellerdir. Her meselede olduğu gibi, takvada da bütün mürsellerin seyyidi, nebilerin serveri, müttakilerin senedi, ehl-i takvanın imamı, bütün kainatın fahr-i ebedisi, ins ve cinnin peygamberi olan Hazret-i Muhammed’dir. (s.a.v)
Yine başta dört halife olmak üzere, bütün sahabe-i kiram hazretleri, tabiin ve müçtehidin ehl-i takvanın önderleri ve mürşitleridir. ,

Takva ve salih amel hem şeriata, hem akla, hem de vicdana muvafık olan meziyetlerdendir. Böylece hayatını haram ve günahlardan muhafaza eden bir kimse, insan-ı kamil olmaya liyakat kesbeder ve müttakilerden olur.
Kur’an-ı Kerim’de takvanın ehemmiyetini ve faziletini belirten yüz elli kadar ayet-i kerime vardır. Bu ayetlerde Cenab-ı Hak takva sahiplerinin güzel meziyetlerini belirtmiş ve onları övmüştür. Bunlardan birkaçını zikredelim:
“Allah, ibadetleri ancak müttaki müminlerden kabul buyurur.” 2
“Allah, kendisini küfürden ve isyandan muhafaza edenleri sever.” 3
“Biliniz ki, Allah’ın yardımı her cihetle müttakilerle beraberdir.” 4
“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilden korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.”5
“İman eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyla sakınıp (takva ile hareket edip) iman ettikleri ve iyi işler yaptıkları, sonra yine hakkıyla sakınıp (takva ile hareket edip) iman ettikleri, sonra da hakkıyla sakınıp (takva ile hareket edip) yaptıklarını, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde, (haram kılınmadan önce) taptıklarından dolayı günah yoktur. (Önemli olan inandıktan sonra iman ve iyi amelde sebattır). Allah iyi ve güzel yapanları sever.” 6
Bu ayette iman ve amel-i salih, iki kere ve takva üç mertebe olarak zikredilmiştir. İnsanın iman edip şirkten korunması mahiyetinde olan ilk mertebe kişinin kendi nefsi ve vicdanı arasında olan bir takvadır. İkincisi, insanın kendisi ile diğer insanlar arasındaki hususlarla ilgili olan takvadır ve üçüncüsü de, insanın kendisi ile Allah arasındaki takvası ve imanıdır. Bu ayette takvanın bu üçüncü derecesini Hamdi Yazır Efendi “ihsan” olarak zikretmiştir. Nitekim Hz. Peygamber’e (s.a.v) “İhsan nedir?” sorulunca şöyle buyurmuştur: “İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi hareket etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da, şüphesiz O seni görmektedir.”

Yüce Allah, Bakara Suresinin ilk ayetlerinde, takva sahibi olan muttaki insanları övmüş ve onların çeşitli vasıflarını belirtmiştir. Buna göre takva sahibi olan insanlar, hiç tereddüt etmeden hidayet ve kurtuluş yolu olarak Kur’an’ı seçerler; gaybe inanır, beş vakit namazlarını kılar ve helal yoldan elde ettikleri mallarını Allah’ın yolunda harcarlar. Bütün mukaddes kitaplara iman eder, ahirete inanır, onun hazırlığı içinde olurlar. Bu şekilde hareket eden takva sahipleri, aynı zamanda Allah tarafından övülmüş, hak yolda bulunan ve felaha kavuşacak olan insanlar olarak haber verilmişlerdir.

Başka bir ayet-i kerimede de şöyle buyrulmaktadır:
“Allah’ın nazarında en üstün olanınız takvada en ileri olanınızdır. Muhakkak ki, Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.” 7
Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, insanlar mahiyet itibariyle birbirlerinin aynıdır. Birbirlerine üstünlükleri ne rütbe, ne makam, ne de zenginlikle olmayıp, ancak iman, takva ve amel-i salihin dereceleri nisbetindedir. Zira insanların kemali ve fazileti ancak takva iledir.

Hz. Muhammed (s.a.s) de veda hutbesinde aynı durumu şöyle izah etmiştir: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Adem’densiniz ve Adem de topraktandır, Allah’ın yanında en üstün olanınız takvası en fazla olanınızdır. Araplarla Arap olmayanların birbirine karşı üstünlüğü ancak takva iledir.”
“Allah’a karşı takva sahibi olmanızı tavsiye ederim.”
“İnsanın Cennete girmesine en çok sebep olan şey, onun takvasıdır.”
“Helal belli, haram da bellidir. Fakat bu ikisinin arasında şüpheli şeyler vardır. Şüphelilerden korunan, dinini ve iffetini temiz tutmuş olur. Şüphelilere düşen, harama da düşer. Nasıl koruluğun kenarında koyun otlatan çobanın koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa, şüpheli şeylerden korunmayanın da harama düşme ihtimali öylece vardır. Haberiniz olsun ki, her hükümdarın koruluğu vardır. Allah’ın korusu da haramlardır.”

Takva, Yüce Allah’ın inanan kulları için işaret buyurduğu bir toplanma ve yardımlaşma noktasıdır. Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “İyilik ve takvada yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın..”8
Cenab-ı Hak melekleri akıl ve nurdan, insanları ise, şehvetle birlikte akıl nurundan yaratmıştır. İnsanoğlu akıl cihetinden meleklere, şehvet yönünden ise hayvanlara benzemektedir. Eğer insan, nefs-i emmaresine mağlup olmayıp, takva ve amel-i salih dairesinde yaşarsa daima terakki eder, ala-yı illiyyine çıkar ve meleklerden üstün olur. Eğer nefs-i emmaresine tabi olup her türlü kötülüğü işlerse, esfel-i safilin tarafına gider, hayvandan daha zelil ve daha aşağı bir derekeye düşer.

Büyük alimler buyurmuşlar ki, her kim şunları kendisine farz bilip yapmadıkça takva sahibi olamaz:
1- Beş vakit namazı vaktinde kılmayı birinci vazife bilmek.
Namaz; insanın kabiliyetlerini canlandırıp, ruhun hassasiyetini ve kalbin temizliğini temin eder. İmandan sonra ibadetin en ulvisi, en mukaddesi ve en mükemmeli namazdır. Zira, Allah’a karşı şükrün en mükemmel şekli ve O’nu ta’zim ve tesbih etmenin en güzel yolu namazdır. Allah’ın rızasını temine en güzel vasıta da yine namazdır. Hayatını huzur ve saadetle devam ettirmek isteyen bir insan, namaza devam etmelidir. Zira, “Namaz müminin miracıdır.” Hayatını namaz ve diğer ulvi ibadetlerle geçiren bir insan, ne kadar bahtiyar ve ne kadar huzurludur!
Namaz içinde insana huzur veren öyle büyük bir sır vardır ki, tarif edilmez. Cenab-ı Hak kullarını günde beş defa kendi manevi huzuruna davet ederek onlarla adeta sohbet ediyor, onların manevi derecelerini arttırıyor ve huzuru ile onları şereflendiriyor. İnsan için Allah’a muhatap olmaktan ve O’nunla böyle ulvi bir sohbet etmekten daha büyük bir huzur, daha büyük bir izzet ve şeref düşünülebilir mi? Böyle bir davetin ulviyetini ve kıymetini anlayan bir insanın şevk ile o huzura koşması icab eder.

2- Gıybet etmemek
Gıybet, bir kimsenin gıyabında hoşlanmayacağı sözler söyleyerek onu arkasından çekiştirmektir. Diğer bir ifadeyle; kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir sözü, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmaktır.
Allah-u Teala, gıybetin ne kadar çirkin olduğunu, onu yasaklayan şu ayetle ifade etmiştir:
“…Birbirinizin gıybetini yapmayın. Hanginiz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Bundan tiksinirsiniz öyle değil mi? Muhakkak ki, Allah tövbeleri çok kabul edendir ve çok merhametlidir.” 9
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyamet gününde insanların önünde rezil rüsyav eder“.
“Her kim gıyabında kardeşinin kusurlarını söyletmezse, kıyamet gününde Allah da onun kusurlarını örtmeyi tekeffül eder.“

3- Mümin kardeşine su-i zan etmemek ve kimseyi kötü bilmemek.
Hüsn-ü zan, bir kimse hakkında iyi niyetli olma halidir. Hüsn-ü zan, kalb-i selim ashabında bulunan yüksek bir haslettir. Zira hüsn-ü zan sahibi bir mü’min, insanlar ve hadiseler hakkında daima güzel düşünür ve hoş olmayan hareketleri bile hayra yorar.
Cenab-ı Hak, bir ayette mealen: “Ey iman edenler! Zandan çok sakının; çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın.”10 buyurarak, insanların su-i zandan kaçınmalarını emretmiştir. Zira su-i zan, ihtimal üzerine verilmiş bir hükümdür. Söylenilen veya düşünülen şey, o kişide yoksa ona iftira edilmiş olur.

4- Kimse ile alay etmemek.
Bir kimseyle alay etmek, onun ayıplarını ve kusurlarını kötü bir tarzda söylemek, dil ile zem etmek ve bir insanı kerih göreceği bir lakap ile çağırmak İslam nazarında çirkindir ve haramdır.

5- Haram’a nazar etmemek.
Bütün kainattaki güzellikleri temaşa edip ibret alan bir göze paha biçilemez.
Evet göz; “Şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir mütelaacısı ve şu âlemdeki mu’cizat-ı san’at-ı Rabbaniyyenin bir seyircisi ve şu Küre-i Arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı” dır.11
İnsana verilen maddi ve manevi bütün cihazlar birer emanettir. Dolayısıyla insan, bunları dilediği gibi kullanamaz. Eğer insan, bu emanetleri Cenab-ı Hakkın rızasına uygun kullanır ve her bir azayı O’nun emrettiği şekilde istimal ederek şükrünü eda ederse, emanete riayet etmiş olur ve cennete layık bir kıymet alır. Eğer bu harika cihazları, nefis hesabına çalıştırıp hakiki sahibine satmazsa en kıymetli cihazları en kıymetsiz şeylerde sarfettiğinden emanete hıyanet cezası görür ve esfel-i safilin tarafına gider.
“Göz bir hassedir ki, ruh, âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenab-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırırsan; geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsaniyyeye bir kavvad derekesinde bir hizmetkâr olur.”12

Demek ki, herkes kendisine emanet edilen şeyleri muhafaza edip etmediğinden ahirette hesaba çekilecektir. Onun için insan bütün ömrünü Allah’ın rızası yolunda geçirmeli ve özellikle gözünü harama bakmaktan sakınmalıdır.
Kur’an-ı Kerim’in nazarında imandan sonra takva ve amel-i Salih gelir. Takva, saadet ve faziletlerin temelidir. Amel-i salih, Allah’ın emirleri dairesinde hareket ederek kulluk vazifesini yerine getirmektir. Cennete girmenin en büyük vesilesi de yine takva ve amel-i salihtir. Takvanın en büyük esası Allah korkusudur. Çünkü, Allah’tan korkmak insanı her türlü kötülükten, zarar ve günahtan muhafaza eder.

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1 Şuara Suresi 26/90
2 Maide Suresi ,5/27
3 Tevbe Suresi, 9/4
4 Bakara Suresi 2/194
5 Âl- i İmrân Suresi 3/102
6 Maide, 5/93
7 Hucurat Suresi, 49/13)
8 Mâide Suresi, 4/2
9 Hucurat Suresi, 49/12
10 Hucurat Suresi 49/12
11 Sözler
12 Sözler

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...