9 Şubat 2009 Pazartesi

Hz.PEYGAMBERİN S.A.V GENÇLİĞİN EĞİTİMİNE BAKIŞI

Hz.PEYGAMBERİN S.A.V GENÇLİĞİN EĞİTİMİNE BAKIŞI
İlk devirlerden beri insanoğlu genç nesilleri hem fiziksel, hem de ruhsal yönden içindeyaşadığı topluma faydalı bir şekilde yetiştirme gayretinde olmuştur. Sosyal hayat geliştikçeçocukların yetiştirilmeleri de buna göre ayarlanmış, genç kuşak bu amaçlara göre yetiştirilmekistenmiştir. Bu sebepledir ki, eğitimin amacı zaman içinde milletlerin inanç, ahlak ve geleneklerinegöre değişiklik göstermiştir. İslam’a göre ise eğitimin gayesi, iyi ve mükemmel insan yetiştirmek,çocukları hayata ve istikbale hazırlamaktır. Bunu yaparken İslam dininin amacı daima göz önünde bulundurulacaktır. Bu bakımdan İslam eğitimcileri, İslam terbiyesini, İslam diniesaslarına uygun olarak insan fikrini geliştirme, davranış ve duygularını tanzim etme, fikir vedüşüncede, usul ve nizamda doğru yolu gösterme, dünya ve ahirette mutlu olacak iyi insanyetiştirme sanatı biçiminde tanımlamaktadırlar[1]
Toplumu fertler oluşturmaktadır. Ferdin sağlıklı bir eğitimden geçmesi ve buna bağlı olarak eğitimin amacına uygun hale gelmesi, toplumun huzur ve ahengi için şarttır. Bundan dolayıHz.Peygamber, fertlerin eğitimine, bunlar arasında da çocuk ve gençlerin terbiyesine son dereceönem vermiştir. Allah’ın Elçisi, bu eğitimi gelişigüzel bir biçimde yapmamış, gençlik psikolojisinidikkate alan son derece önemli metotlar uygulamıştır. O, uyguladığı bu metotlar sayesinde çoğuinsanî değerlerin yok olduğu bir toplumu, bütün zorlukları aşarak, insanlığın imrendiği bir millethaline getirmiştir. Onun, gençlerin eğitimiyle ilgili olarak kullandığı metotları ana hatlarıyla,1.Gençlerin duygularına hitap etmesi, 2.Gençleri utandırmaktan sakınması, 3.Gençlere yumuşak ve müsamahalı davranması, 4.Soru sorarak gençlerin ilgisini çekmesi, şeklinde dört grupta toplamamız mümkündür.

1.Gençlerin Duygularına Hitap Etmesi
Hz.Peygamber, eğitime tabi tutacağı insanların içinde bulundukları durumu daima göz önünde bulundurmuş, öğrenmeyi verimli bir şekilde sağlayan sosyal ve psikolojik şartları her zaman dikkate almıştır. Onun içindir ki, kendisine, farklı kişilerce değişik zaman ve mekanlarda en faziletli amel sorulduğunda, muhatabının içinde bulunduğu şartlara göre, bazen, “vaktinde kılınan namaz”[2], diye cevap vermiş, kimi zaman da, amellerin en faziletlisinin, “Allah’a iman ve Allah yolunda cihat”[3] olduğunu söylemiştir.
Allah Elçisinin insanları eğitirken dikkat ettiği hususlardan biri, karşısındaki insanlarınseviyelerine göre eğitim metodu uygulamaktı. Nitekim o, bu konuda, “Biz peygamberler, insanlarla zeka seviyelerine uygun olarak konuşmakla emrolunduk”[4], buyurmuştur. Hatta insanların anlayış kapasitelerinin yeterli olmayışı veya yanlış değerlendirebilecekleri gerekçesiyle bazı şeylerin henüz bilinmemesini istemiştir. Bunu isterken, kişilerin seviyelerinin bunları doğru yorumlayacak düzeye henüz gelmediğini düşünmüştür. Hicret sırasında on yedi yaşında bulunan[5] Muaz b. Cebel’in naklettiğine göre, Hz.Peygamber, “Allah’tan başka bir ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna kalpten inanan herkese Allah cehennemi haram kılmıştır” buyurmuştur. Bunun üzerine Muâz, “Yâ Resûlallah! Bunu insanlara haber vereyim mi?” demiş, Hz.Peygamber de cevaben “Vermesen daha iyi olur. Çünkü o zaman buna güvenirler” diye karşılık vermiştir. Ancak Muâz, Hz.Peygamber’in öğrettiği bir meseleyi gizlemenin günahından kaçınarak vefatı anında bunu açıklamıştır.[6]
Allah’ın Resûlü, insanlarla daima onların anlayacağı tarzda konuşmuştur.[7] Gençlerineğitiminde de onların anlayış kapasitelerini dikkate alıyor, temayüllerine ve karakterlerine uygun olan metotlarla onlara yaklaşıyordu. Bazen onlara dua ederek duygu ve hissiyatlarını, kimi zaman da överek gururlarını okşamayı ihmal etmiyordu. Abdullah b. Abbas için, “Allahım, onu dinde fakih kıl ve ona te’vili öğret”[8] demek suretiyle, onun duygu ve hissiyatına hitap ederken, genç Ebû Musa el-Eş’arî’ye de, “Ey Musa! Sana Davud ailesinin sesi gibi güzel bir ses verilmiştir”9[9], diyerek, onun gururunu okşamıştır. Allah’ın Elçisi, gençlerin duygu dünyalarına girerken, onları başka zamanlara alıp götürmek suretiyle de bunu yapmıştır. Genç Enes b. Malik’ten rivayet edildiğine göre, Hz.Peygamber, “Yaşından dolayı ihtiyar bir kişiye ikramda bulunan gence, Allah, yaşlandığında kendisine ikramda bulunan kimseler lütfeder”[10] buyurmuştur. Hz.Peygamber bu sözüyle gençleri sanki yaşlılar diyarına götürmüş, gençlerin de yaşlanacağı ve ikrama muhtaç olacağı duygusunu onlarda uyandırmıştır.
Huneyn Savaşı’ndan sonra ganimetlerin taksim edilmesi sırasında Ensar’dan bazılarıHz.Peygamberi eleştirince, Allah Resûlü onlara hitaben duygu yüklü bir konuşma yapmıştır[11].Ganimet taksimine itiraz edenlerin Ensar’dan bazı gençler olduğu ifade edilmektedir. Buna göreHz.Peygamber’in, bu konuşmayı genelde Ensar’a, hususiyle de Ensar’ın itirazcı gençlerine hitabenyaptığı anlaşılmaktadır. Hz.Peygamber’in bu gençlere karşı yapmış olduğu, ancak bütün Ensar’ıncan kulağıyla dinlediği anlaşılan hadise şöyle gelişmiştir:
Hz.Peygamber Huneyn Savaşı’nda elde edilen ganimetlerin taksiminde, kalplerini İslam’a ısındırmak ve bağlamak için Kureyş’in ileri gelenlerine daha fazla pay ayırmıştı. Bu durum Ensar’ı gönülden yaralamıştı. İçlerinden söylenenler oldu. Sa’d b. Ubâde bu durumu Hz.Peygambere bildirince, Allah Resûlü onları çadırına çağırdı ve “Ey Ensar! Sizin beni tenkit ettiğiniz söylendi,aslı var mıdır?” diye sordu. Ensar, “Ya Resûlallah! Bizim ileri gelenlerimiz sizi tenkit edecek sözler söylemezler. Bunlar delikanlıların sözüdür” dediler. Bunun üzerine Hz.Peygamber, “Ey Ensar! Ben sizi dalalette buldum. Allah benim sebebimle aranıza dostluk ve sevgi bırakmadı mı? Siz nüfusca az idiniz, sizi çoğaltmadı mı? Fakir iken zengin etmedi mi?” dedi. Ensar ise “Ya Resûlallah! İyiliğin ihsanın haddinden fazladır. Allah size mükafatını ihsan etsin!” diye karşılık verdiler. Yine Hz.Peygamber, “Siz diyebilirsiniz ki, “Kavmin seni yalanladığı vakit, biz seni tasdik ettik. Seni Mekke’den uzaklaştırdıklarında sana ev verdik. İhtiyaç zamanında elimizden geleni geri koymadık. Düşmandan korkuyordun sana emniyet verdik”. İşte böyle derseniz, doğrudur. Sizi tasdik ederim” dedi. Allah’ın Resûlü bu şekilde Ensar’a iltifat etti. Ensar ise üzüntü gözyaşları dökerek, “Ya Resûlallah! Yalnız bu mal ganimeti değil, dilerseniz baba ve dedelerimizden miras olarak aldığımızı da onlara taksim edin. Bizim maksadımız senin şerefli rızandır. Yanımızda dünya malının zerre kadar önemi yoktur” dediler. Hz.Peygamber Ensar’ın bu sözünden memnun oldu ve şöyle dedi: “Ey Ensar! Sizin inancınızdaki samimiyete güvenim vardır. Kureyş ise İslam’a henüz gelmiştir. Şimdiye kadar meydana gelen savaşlarda müslümanlar tarafından pek çok yenilgilere uğratıldılar. Onların kalplerini yatıştırmak maksadıyla fazla hisse verdim. Onlar evlerine koyun ve develerle gidecek. Siz ise Resûlüllah ile gideceksiniz. Buna razı olmaz mısınız?”. Ensar, “Ya Resûlallah! Sana yakın olmak, bizim için dünyadan ve dünyanın içindekilerden daha hayırlıdır. Gölgenizi Allah üzerimizden eksik etmesin” dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Ensar benim hususi dostlarım ve sırdaşlarımdır. Bütün insanlar bir yola gitse, Ensar başka bir yola gitse, ben Ensar’la beraber giderim” dedi ve ellerini kaldırıp, Ensar’a, çocuklarına ve torunlarına hayır duaetti[12]. Hz.Peygamber, Kureyş’e ganimetten fazla pay vermesinin sebebini de bu suretle anlatarak tenkitçi gençlerin yüreğine su serpti. Allah’ın Elçisi bu duygu yüklü konuşmasıyla Ensar’ı ve tabii onların gençlerini son derece etkiledi. Öyle ki, daha az önce kendisini tenkit edenler, artık buna pişman olarak göz yaşı dökmüşlerdi. Bunda Hz.Peygamber’in duygulara hitap etmedeki ustalık ve sanatının çok büyük etkisi olduğu görülmektedir.

2.Gençleri Utandırmaktan Sakınması
Hz.Peygamber’in, muhataplarını eğitirken onlara karşı kırıcı davranışlar içine girmediğini, onlara kaba sözler sarf etmediğini görüyoruz. Kendisi muhataplarına kötü sözler söylemediği gibi, etrafındakilere de bu tür sözlerden uzak durmasını emretmiştir. Örneğin, Hz.Aişe’ye, kötü sözlerden uzak durmasını, çünkü kötü sözü de, kötü sözü söyleyeni de Allah’ın sevmediğini söylemiştir[13].
Allah’ın Elçisi, etrafındaki insanlar beğenmediği bir hareket yapsa bile, yine de onlarımahcup etmek istemez, hatalarını yüzlerine vurarak onları utandırmazdı. Hele mahcup ve utangaçkimselerin hatalarını yüzlerine söylemez, onlara daha nazik davranırdı[14].Hataları düzeltme konusunda Allah’ın Resûlü’nün ne kadar seviyeli ve nazikane davrandığınıMuaviye b. Hakem güzel bir şekilde anlatmaktadır. Muaviye Hz.Peygamber’in arkasında namazkılarken, aksıran bir adama, “Yerhamukellah” diyerek karşılık vermişti. Çünkü namaz kılarkenkonuşulmayacağını bilmiyordu. Yanındakiler Muaviye’ye bakmaya başladılar. Muaviye onlara da“Size ne oluyor ki, bana bakıp duruyorsunuz” deyince, bu defa yanındakiler onu ikaz etmek içinellerini dizlerine vurmaya başladılar. Muaviye onların kendisini susturmak istediklerini anlayınca,sustu. Bundan sonrasını Muaviye b. Hakem şöyle anlatıyor: “Anam babam Resûlüllah’a feda olsun.
Onun kadar güzel öğreten bir öğretmen hiçbir zaman görmedim. Vallahi o, namazı kılınca beni ne dövdü; ne de azarladı. Sadece namazda dünya kelamı konuşulmayacağını, ancak tesbih, tekbir yapılarak Kur’an okunabileceğini söyledi”[15]. Görülüyor ki Hz.Peygamber, Muaviye b. Hakem’i namazdaki hatasından dolayı azarlamamış, onu utandıracak yada onurunu zedeleyecek herhangi bir söz söylememiştir. Onun bilmemesini normal karşılayarak büyük bir nezaket içinde öğretmenlik yapmıştır.
Henüz çocuk yaşlarında Ebû Râfi b. Amr el-Gıfâri hurma ağaçlarını taşlarken, Hz.Peygamber ona niçin taşladığını sormuş, o da acıktığını söylemiştir. Bunun üzerine Hz.Peygamber gayet müşfik bir eda ile taşlamamasını,ancak yere düşenlerden yemesini ifade etmiş ve başını okşayarak, “Allahım, bunun karnını doyur” diyerek dua etmiştir[16].Babasının borcundan dolayı Hz.Peygambere gelen Cabir b. Abdillah kapıyı çalar. Allah’ınResûlü kim olduğunu sorunca hicret sırasında on yedi yaşlarında olan Cabir “Ben” diye cevap verir.
Hz.Peygamber bu tarz bir cevaptan hoşlanmayarak “Ben, ben” diyerek onu ikaz eder[17].Hicrî kırk dört yılında Sicistan bölgesinde askeri birlikle beraber gece keşfine çıktığı sıradaşehit edilen[18] ve Saadet Asrı’nın muhtemel gençleri arasında yer alan Ebû Rifâa’nın, Allah’ınElçisi’nden ilim talebinde bulunması, ilginç bir sahneye sebep olmuştur. Bu sahne, ilim öğrenmekisteyen gencin, bu arzusuna nasıl yaklaşılması gerektiğini öğretmesi bakımından önem arzetmektedir. Ebû Rifâa, Hz.Peygamber minberde konuşurken geldi ve Allah Resûlü’ne, “Dinihakkında hiçbir şey bilmeyen garip bir adam geldi, dinini sorup öğrenmek istiyor” dedi. Allah’ınElçisi konuşmasını keserek minberden indi ve ona İslam dini hakkında bilgi verdi. Daha sonraminbere çıkarak konuşmasını tamamladı[19].
Anlaşılıyor ki Hz.Peygamber, bir konuyu öğrenmek isteyen gençlere, umuma yaptığıkonuşmanın ortasında müdahale yapmış olsalar bile, utandıracak tek kırıcı bir söz söylememiştir.Hz.Peygamber inanç ve prensiplerine ters düşen hareketleri yapan gençlere bile kabadavranmamış, onları utandıracak tarzda tenkit etmemiş, hatalı olduklarını uygun bir biçimde ifadeetmiştir. Allah Resûlü’nün en sevdiği gençlerden biri olan Usâme b. Zeyd, hırsızlık yapan bir kadını affetmesi için aracı olarak Resûlüllah’a geldi. Suçlu bir kadının, asalet sahibi ve değer verilen önemli bir kişi olduğu için suçunu görmezden gelmesi isteği, Hz.Peygamberi son derecekızdırmasına rağmen, o, bu işe aracı olan genç Usâme’yi utandıracak hiçbir kırıcı söz etmemiş,tepkisini onu incitmeden ortaya koymuştur. Bu kabul edilmez istek karşısında Hz.Peygamber,minbere çıkarak, şu konuşmayı yaptı: “Ey insanlar! Sizden öncekiler, kendilerine önemli ve nüfuzsahibi bir kişi suçlu olarak geldiğinde, onun cezasını vermediler. Ancak nüfuz sahibi olmayan vezayıf, güçsüz bir kişi suçlu olarak geldiğinde hemen cezalandırdılar. Bu adaletsizlikten dolayı da helak oldular. Allah’a yemin ederim ki, hırsızlık yapan benim kızım Fatma olsa, onun da elinikeserdim”[20].
Böylece Hz.Peygamber hem adaletin önemini ortaya koymuş, hem de genç Usâme’ye,kötülüklere aracı olmamasını ima yoluyla tembih etmiştir.

3.Gençlere Yumuşak ve Müsamahalı Davranması
Hz.Peygamber, insanlığın olmasını gerektirdiği bütün erdemleri şahsında taşıyan biridir. O, tasavvufi bir deyimle bir “İnsan-ı Kâmil”dir. İnsanlık için bir merhamet abidesidir. Kur’an-ıKerim’de, onun, bütün alemlere rahmet olarak gönderildiğinden[21] bahsedilir. Onun, müslümanlarakarşı son derece merhametli olduğu, zahmet çekmelerine dayanamayacak kadar onlara düşkünolduğu[22] vurgulanır. Etrafındakilere karşı şefkatle davrandığı ifade edilir ve “Eğer sen kaba, katıyürekli olsaydın, kuşkusuz etrafından dağılır giderlerdi”[23] ifadesiyle, bu gerçek ortaya konur.Bu özellikleri haiz olan Allah’ın Resûlü, bir şey öğreteceği veya ikazda bulunacağı zamanönce karşısındakini yumuşatarak gönlünü kazanır, sonra söyleyeceklerini söylerdi[24]. O, en olumsuz şartlarda bile yumuşaklık ve ağırbaşlılığını korumasını bilmiştir. Yumuşak huyluluk anlamına gelen hilm sıfatına sahip olan Allah Elçisi, en kızılacak durumlarda bile soğukkanlılığını korumuş, karşısındaki muhatabı ikna yolu ile sinirlendirmeden bilgilendirme yoluna gitmiştir. Bizzat kendisi, öğretirken azarlamamayı öğütlemiştir[25]. Bir gün, zina etmek için kendisinden izin isteyen gence karşı ortaya koyduğu tavır, gençlerin eğitimlerini üstlenenlere örnek olacak mahiyettedir. Kureyş kabilesinden bir genç, Hz.Peygamber’in huzuruna gelerek, “Ey Allah’ın Resûlü! Bana zina etmek için izin ver” dedi. Orada hazır bulunan sahabeden bazıları bu isteği İslam terbiyesine aykırı gördüklerinden, “Sus, sus” diyerek, genci azarladılar. İslam Peygamberi son derece sakin bir şekilde delikanlıya, “Yanıma gel, otur” diye yer gösterdi. Sonra onunla sohbet etmeye başladı. “Söyle bakalım, bir başkasının senin annenle zina etmesini ister misin?” diye sordu. Genç “Sana feda olayım ey Allah’ın Resûlü, böyle bir şeyi asla istemem” dedi. Peygamberimiz de “Zaten hiç kimse annesine böyle bir şey yapılmasını istemez” buyurdu. Sorusuna devam ederek, “Başkasının senin kızınla zina etmesine razı olur musun?” diye sordu. Genç yine, “Sana feda olayım ey Allah’ın Resûlü, razı olmam” dedi. Hz.Peygamber de “Hiç kimse kızıyla zina edilmesine razı olmaz” dedikten sonra, kız kardeşi, halası ve teyzesiyle zina edilmesine razı olup olmayacağını sordu. Genç, her soruda da “Sana feda olayım hayır istemem” diye cevap veriyordu. Artık hatasını anladığını görünce Hz.Peygamber, elini bu gencin omzuna koyarak, “Allahım, bunun günahını affet, kalbini temizle ve uzuvlarını günah işlemekten koru” diye dua etti. Bu genç, kendi ifadesine göre, bir daha hayatı boyunca kalbinde zina duygusuna yer vermedi[26]. Bu genç sahabinin böyle şeylerle bir daha ilgilenmemesinde Allah’ın Elçisinin duasınınbereketi olduğu kadar, ona karşı müsamahalı davranarak makul sözlerle ikna ve ikaz etmesinin debüyük tesiri vardır[27].
Aralarında Ebû Mahzûre isimli bir gencin de bulunduğu Kureyş’li on genç Ci’râne’de, Hz.Peygamber Taif kuşatmasından döndüğü sırada namaz vakti müezzin ezan okumaya başlayınca, müezzinle alay etmek maksadıyla onu taklit ederek yüksek sesle ezan okudu. Peygamberimiz bu gençleri duyunca yanına çağırarak hepsine de ezan okuttu. Ebû Mahzûre’nin sesini beğendi ve eliyle başını okşadı. Sonra da namaz vakti gelince, ezan okumasını emretti. Bu emri yerine getirdikten sonra Hz.Peygamber, ona bir miktar gümüş para verdi ve kendisine dua etti. Böylece gönlü kin ile dolu olan genç Ebû Mahzûre İslam’a ısındı ve müslüman oldu. Allah’ın Resûlü onu Mescid-i Haram’a müezzin tayin etti[28]. Bu hadise Allah Elçisi’nin gençlere karşı ne kadar müsamahakâr davrandığını göstermektedir.
Hz.Peygamber, Mescid-i Nebevî’de harp oyunları oynayan bir grup Habeşlinin bu oyunlarını genç eşi Hz.Aişe’ye göstermişti. Hz.Aişe Allah Resûlü’nün omzuna yaslanmış, bu oyunları seyrediyordu. Aişe validemiz, “Allah Resûlü bana “seyretmeye doydun mu?” diye sordukça, ben “Hayır, hayır doymadım”diye cevap verirdim”[29] diyerek, Resûlüllah’ın gösterdiği müsamahanın boyutunu da ortaya koymuştur.
Allah Resûlü’nün sahip olduğu hoşgörüyü, onun gençlere gösterdiği yumuşaklık vemüsamahayı daha iyi anlayabilmek için, kendisine gençlik hayatı boyunca on yıl aralıksız hizmetetmiş olan Enes b. Malik’in sözlerine kulak vermek yeterlidir. Enes şöyle diyor: “On yılHz.Peygamber’e hizmet ettim. Bana bir defa bile “öf” demedi. Yaptığım bir şey için, “Niye bunuyaptın” diyerek azarlamadı. O, ahlak bakımından insanların en mükemmeliydi”[30].Hz.Peygamber’in gençlere karşı son derece anlayışlı bir dost olduğunu görüyoruz. Bu konudaEbû Malik b. Hüveyris şöyle bir hadise nakletmektedir: “Bizler birkaç yaşıt gençler Hz.Peygamber’e geldik de, yanında yirmi gece kaldık. Peygamberimiz bir ara, ev halkından kimleri geride bırakarak geldiğimizi sordu. Çünkü kendisi son derece merhametli bir dost ve arkadaş idi. Bize şöyle dedi: “Ev halkınıza dönün, öğrendiklerinizi onlara da öğretin”[31].Allah Resûlü’nün, gençleri eğitirken ortaya koyduğu bu tablo, eğitimciler için çok güzel birörnek teşkil etmektedir. Gençlere karşı sergilenen müsamahakâr tavır ve babacan tarzda bir anlayış, onların gönüllerini kazanmaya yetecektir. Zira, gençlerin büyüklerden ilk önce istedikleri şey, kendilerine anlayış gösterilmesidir.

4.Soru Sorarak Gençlerin İlgisini Çekmesi
Hz.Peygamber’in gençlerin eğitiminde kullandığı metotlardan biri de, soru-cevapmetodudur. Hatta bu metot, onun hem en çok, hem de her kesimden insan için kullandığı bir metotolarak göze çarpmaktadır. Ancak biz burada söz konusu metodun gençlere karşı uygulanışınabirkaç örnek vereceğiz.
Biraz önce zikrettiğimiz üzere, zina etmek isteyen gence “Bir başkasının annenle, kızınla,teyzenle, halanla zina etmesini ister misin?” diyerek ayrı ayrı sorular sormak suretiyle, gencindikkatinin tamamen çekilmesi ve zinanın çirkinliği öğretilerek ikna edilmesi, örnek olarak buradada zikredilebilir.
Ebû Musa el-Eş’arî, Hz.Peygamber’in, kendisini, “Lâ Havle velâ Kuvvete illâ Billahi’l-Aliyyi’l-Azîm” derken işittiğini söyler ve şöyle devam eder: Hz.Peygamber bana, “Ey Abdullah!Sana cennet hazinelerini kazandıracak bir kelimeyi haber vereyim mi?” diye sordu. Ben de “Evethaber ver yâ Resûlallah” dedim. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi, “Lâ Havle velâ Kuvvete illâBillâhi’l-Aliyyi’l-Azîm de” buyurdu[32]. Burada Allah Resûlü zaten Ebû Musa’nın söylediği şeyiemretmektedir. O halde onun vurguladığı şey, Ebû Musa’nın söylediği kelimenin faziletini ortayakoymaktır. Önce soruyu soruyor, Ebû Musa pür dikkat olunca, az önce söylemiş olduğu kelimeninkendisine cennetin hazinelerini kazanacak kadar önemli olduğunu haber veriyor. BöyleceHz.Peygamber Ebû Musa’ya, söylemiş olduğu kelimenin önemini kavratmış olmaktadır.Ebû Zerr’e de, “Namazı geciktiren bir toplumun içindeyken durumun nasıldır” diye sormuş,böylece dikkati çekilen Ebû Zerr, “Bu durumda siz ne buyurursunuz?” şeklinde karşılık vermiş,Hz.Peygamber de asıl söylemek istediğini söylemiş, namazı vaktinde eda etmenin gereğine işaret ederek “Namazı vaktinde kıl, sonra işine git, sen mescitte iken namaz kılınırsa sen de namaz kıl”[33]demiştir.
Allah Resûlü, Hz.Ali’ye sıkıntı esnasında ne diyeceğini öğretmek için de önce sorusunusormuş ve “Ey Ali! Çıkmaza düştüğünde söylemen gereken kelimeleri sana öğreteyim mi?”demiştir. Hz.Peygamber, bu kelimelerin ne olduğunu açıklamış ve “Bismillahirrahmanirrahim, velâ Havle velâ Kuvvete İllâ Billâhi’l-Aliyyi’l-Azîm” dersen, Allah sana gelecek olan belalardandilediğini bu kelime sebebiyle önler” buyurmuştur[34].
Bir gün Hz.Peygamber Ebû Hureyre’ye ne diktiğini sormuş, Ebû Hureyre de kendisine aitağaç fidanı diktiğini söylemiş, bunun üzerine öğreteceği konuya dikkatini çekmek için şöyle soruyöneltmiştir: “Senin için bundan daha hayırlı fidanı sana söyleyeyim mi?”. Ebû Hureyre “Evet”cevabını verince Hz.Peygamber, “Subhanallahi velhamdulillahi velâ ilâhe illallahu vallahu ekber”de. O zaman senin için cennette dünya ağacından daha hayırlı bir ağaç dikilmiş olur” buyurdu[35].
Allah Resûlü bu soruyu, şüphesiz ağaç dikmenin önemini küçümsemek için değil, ancak öğreteceği zikrin çok faziletli olduğunu vurgulamak ve bu fazilete dikkat çekmek için sormuştur.Hz.Peygamber gençlere sorular yönelterek öğreteceği konulara giriş yapması yanında,gençlerin sorularıyla da karşılaşmıştır. O, kendisine yöneltilen ve cevaplandırdığı takdirde faydalıolacağı belli olan her soruya mutlaka cevap vermiştir. Bu tür soruların Nebi (a.s.) tarafındancevapsız bırakıldığına dair tek bir misal yoktur[36]. Bu tarz sorular ve Hz.Peygamber tarafındanbunlara verilen cevaplarla ilgili olarak hadis külliyatında çokça örneklere rastlamaktayız.

[1] Bayraktar, M.Faruk, “Islam Eğitiminde Öğretmen-Öğrenci Münasebetleri”, İstanbul, 1989, s.6.
[2] 22 El-Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhârî, nşr. Mustafa Dîb el-Buğâ, Dımaşk, 1993, I, 197 (Kitâbu Mevâkîtu’s-Salât, hn.504); et-Tebrîzî, Muhammed b. Abdillah, Mişkâtu’l-Mesâbîh, nşr. Muhammed Nâsıruddînel-Elbânî, el-Mektebetu’l-İslâmî, Beyrut, 1985, I, 180.
[3] El-Buhârî, a.g.e., II, 892 (Kitâbu’l-Itk, hn.2382).
[4] El-Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfu’l-Hafâ ve Muzîlu’l-İlbâs, Beyrut, 1988, I, 196.
[5] Söz konusu yaşa dayanak teşkil eden bilgiler için bkz. İbnu Hacer, Şihabuddin Ahmed b. Ali el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahabe, Beyrut, ts., II, 427.
[6] Şeyh Mansur Ali Nasif, et-Tâcu’l-Câmi li’l-Usûl fî Ehâdîsi’r-Rasûl, Istanbul, 1981, I, 31.
[7] El-Buhârî, a.g.e., I, 34-35 (1378 baskısı).
[8] El-Aclûnî, a.g.e., I, 192.
[9] Et-Tebrîzî, a.g.e., III, 1748.
[10] Et-Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa, el-Câmi’u’s-Sahîh (Sunenu’t-Tirmizî), Beyrut, ts., IV, 372.
[11] El-Makrizî, Takıyuddin Ahmed b. Ali, İmtâu’l-Esmâ, nşr. Mahmud Muhammed Şakir, Kahire, 1941, I, 431
[12] El-Buhârî, a.g.e., IV, 1574-1575; ez-Zebîdî, Zeynuddîn Ahmed b. Ahmed b. Abdillatîf, Sahîhu Buhârî Muhtasârı Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, çev. Ahmed Naim-Kamil Miras, Ankara, 1987, X, 340-343; Mahmud Esad, İslam Tarihi, sadeleştiren: Ahmet Lütfi Kazancı-Osman Kazancı, İstanbul, 1983, s.805-806.
[13] Et-Tebrîzî, a.g.e., III, 1317.
[14] Kandemir, M. Yaşar, Örneklerle İslam Ahlakı, İstanbul, 1982, s.380
[15] El-Muslim, Ebu’l-Hüseyin Muslim b. Haccac el-Kuşeyrî en-Neysâbûrî, Sahîhu Muslim, nşr. Muhammed Fuad
Abdulbaki, Mısır, 1955, I, 381-382; Ebû Davud, Süleyman b. el-Eş’as b. İshak es-Sicistânî, Sunenu Ebî Davud,
(Muhammed Muhyiddin Abdulhamid’in ta’likiyle), Beyrut, ts., I, 144-245.
[16] A.k., III, 39; et-Tirmizî, a.g.e., III, 584.
[17] Ez-Zebîdî, a.g.e., XII, 324.
[18] Koçkuzu, Ali Osman, “Ebû Rifâa”, DİA, İstanbul, 1994, X, 217.
[19] El-Muslim, a.g.e., II, 597.
[20] El-Buhârî, a.g.e., III, 1283; el-Muslim, a.g.e., III, 1315.
[21] Kur’an, el-Enbiyâ, 107.
[22] Kur’an, et-Tevbe, 128.
[23] Kur’an, Âl-i İmrân, 159.
[24] Kandemir, a.g.e., s.382.
[25] El-Aclûnî, a.g.e., II, 68
[26] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut, ts., IV, 256-257
[27] Kandemir, a.g.e., s.384.
[28] Sarıcık, Murat, “Ebû Mahzûre”, DİA, İstanbul, 1994, X, 194.
[29] El-Buhârî, a.g.e., I, 324; El-Kettânî, Abdulhayy b. Abdilkebîr, et-Terâtibu’l-İdâriyye, Beyrut, ts., II, 141.
[30] Et-Tirmizî, a.g.e., IV, 368.
[31] El-Buhârî, Edebu’l-Müfred’den naklen, Ulvan, Abdullah Nasıh , İslam’da Aile Eğitimi, çev. Celal Yıldırım, Konya, ts., I, 165.
[32] İbnu Mâce, Ebû Abdİllah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sunenu İbni Mâce, nşr. Muhammed Fuad Abdulbaki, Beyrut, 1975, II, 1256.
[33] El-Muslim, a.g.e., I, 448-449.
[34] El-Aclûnî, a.g.e., II, 382.
[35] İbnu Mâce, a.g.e., II, 1251.
[36] Kazancı, Ahmet Lütfi, Peygamber Efendimizin Hitabeti, İstanbul, 1980, s.83.

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...