6 Şubat 2013 Çarşamba

Din Eğitiminde Hayat Okulu

Hayat okulu doğar doğmaz başlar. Ölünceye kadar devam eder. Bu okulu başarıyla bitirmek çok zor ve çok çetindir. Bu okul baştanbaşa mücadeleden ibarettir. Anbean değişen hayat durağında kurallara uymak, yolculuk etmek incelik, feraset, gayret, azim ve cesaret ister. Çözülmesi çok zor olan, bilmecelerle dolu olan hayatı anlamak, anlamlandırmak, kıymet ve değerini bilmek ve anlamlı yaşamak güzel düşünce, güzel fikir ve çok uzun soluklu mücadeleyi gerektirir.
 
Hayat vasıtasına binen bir insanın nerede duracağı, nerede kalacağı, nerede devam edeceği, nerede ağlayıp güleceği ve nerede huzur bulacağını kestirmek imkânsızdır. Ömür yolu, hayat yolu dikenler, taşlar, çukurlar, çileler, engeller ve haydutlarla doludur.
Çünkü durmadan dönen, ibretlerle, hikmetlerle dolu olan bir dünyada yaşıyoruz. İki kapılı han misali kiminin girdiği, kiminin de çıkıp gittiği, hiç kimsenin baki kalmadığı sırlarla dolu bir dünya...
Rahatı, sefası, lezzeti az; fakat cezası, çilesi, ıstırabı çok olan koca dünya.
Doğarken bizleri hıçkırıklarla ağlatan, ölürken de inim inim inleten, süslü püslü, görkemli ve güzel görünse de sonu virane olan yalan dünya.
 
Bizler malı severiz elden gider, canı severiz tenden gider, ömrü severiz biter gider, dünyayı severiz savrulup gider, makamı severiz birden gider. İşte böyle bir hayat okulunu başarıyla tamamlamak her kişinin değil er kişinin işidir. Bu yolda dağlar, taşlar, vadiler, seller ve fırtınalar kadar metanetli ve cesaretli olmalıyız. İç ve dış dünyamızda ansızın meydana gelebilecek depremlere karşı çok tedbirli davranmalıyız. Aksi takdirde enkaz altında kalmamız kaçınılmaz olur.
‘’Biz kimiz? Nereden geldik? Neden geldik? Neredeyiz? Kiminleyiz? Nereye gidiyoruz? Niçin gidiyoruz? Nasıl gidiyoruz? Neden gidiyoruz? Gönüllü mü; yoksa zorunlu mu gidiyoruz? Gelenler neden gidiyor, gidenler neden dönmüyor?’’ Sorularına kendi kendimize cevap aramalıyız. Azmin, gayretin ateşini hiç söndürmeden her gün bir adım daha ileri giderek usanıp pes etmeden, mazeret üretmeden, hayat fırtınalarına aldırış etmeden hedefe kilitlenmeliyiz. İnişler çıkışlar, yükselişler ve alçalışlar, nefes alış ve verişler, ağlayışlar ve gülüşler, zerre kadar yapılan her türlü işlerin kayda geçtiğini asla unutmamalıyız.
 
Bu okula isteyerek kaydolup isteyerek ayrılamazsınız. Bu okula ansızın girilir ve ansızın çıkılır. Bu okulun dersleri hassas ve incedir. Derslere çok iyi hazırlanıp başarılı olmak için çırpınmalıyız. Burada kaybedişin faturası ebedi hüsranlık, kazanmanın faturası ise ebedi kurtuluştur. Çile eleğinden elenerek, zaman tünelinden düşüne düşüne geçerek, çirkinliklerden güzellikleri seçerek, acı hatıraları yudum yudum yudumlayarak bizden geriye tatlı ve anlamlı hatıralar bırakmalıyız.
Dost ülkesinde dost olmak, dost bağının gülü, bülbülü olmak, dostu dosta vardıracak olan yolu tutmak, canla başla dosta varmak için gece gündüz çalışıp alın teri dökmeliyiz.
 
Bu okulda çırpınışlar, gayret ve uğraşlar insanı yorar, ter döktürür, boyun büktürür. Bu okul ne kadar zor, çileli olsa da bir gün bitecek. Ne kadar güzel, görkemli, rahat olsa da yine bir gün bitecek. Önemli olan bu okulu mutlu, huzurlu ve Hakk’ın razı olduğu şekilde bitirmektir. Unutmamak gerekir ki dünya gümrüğü kolay geçilmez. Bunun için insanın yükü çok hafif olmalıdır. Yükü takva olanla, yükü isyan olanın dönüşü asla bir değildir. Birine kurtuluş kapısı, diğerine de helak oluş kapısı açılır. Birinin lezzeti elem olur, diğerinin ise elemi lezzet olur.
 
Gönül sayfasında, kardeşlik sayfasında güzel izler bırakmalıyız. Bu okulda düşüncelerimizi bozmadan, fikirlerimizi karartmadan, duygu ve hislerimizi köreltmeden, azgınlık ve taşkınlık etmeden iyi bir öğrenci olmalıyız. Bembeyaz olan gönül ve ruh sayfamızı kapkara yapmamak için çok direnmeliyiz. Bu bembeyaz olan sayfaları kapkara yazılarla asla kirletmemeliyiz. Hayat ağacı kurumadan, hayat okulu henüz bitmeden kıymeti bilinmeli, meyvesi devşirilmeli, maddi ve manevi olarak huzur ve mutluluğa ermeliyiz. Hak rızasını kazanmak için Hakk’ın sevdiği işleri yapmalı, sevmediği işlerden de uzaklaşmalıyız. Zamanın tekrarının, hayatın geri iadesinin olmadığını bilip derin derin düşünmeliyiz. Yüzü ak, alnı pak olarak huzur içinde bu dünyaya veda etmeliyiz. Ebedi esaretin değil ebedi kurtuluşun diplomasını alarak sevinçle Mevla’nın huzuruna varmalıyız.
 
Bu hayat okulunda zihniniz açık, ufkunuz geniş, kazancınız bereketli, ömrünüz uzun, işiniz kolay, tefekkürünüz derin, bakışınız ibretli, gönlünüz ferah, ameliniz ihlaslı, azığınız takva amaç ve gayeniz hak rızasını kazanmak olsun. Ebedi kurtuluş fermanıyla sevinç, neşe içerisinde bu hayatınız son bulsun.

Dünümüz, Bugünümüz ve Yarınımız...

Dünümüz, Bugünümüz ve Yarınımız...
        
Zaman bizim için işlemektedir. Zamanı yaratan için zaman işlemiyor. Dün, bugün ve yarın bizim kavramlarımızdır. Bizi ve kullandığımız zamanı yaratan Rabbimiz ise Ezelî ve Ebedî olandır. O’nun için geçmiş ve gelecek olmadığı gibi, geçmiştekiler ve gelecektiler de yoktur. Bize göre baş ve son neresi ise O’nun o iki nokta arasındaki hükümleri, tecelli eden kaderi bir lahza kadardır. Dostu İbrahim aleyhisselamın ateşe atılma sahnesi, bizim için filan tarihteki bir olaydı. Nuh aleyhisselamın gemisinin su üzerinde yüzdüğü aylar, bizim kullandığımız takvimlere göre şu kadar ay bu kadar gündür. Musa aleyhisselam için denizin kara olduğu o muhteşem gün ve yer, bizim için milattır veya ölçüdür. Allah Teâlâ ise bütün zamanları ve bütün mahlûkatını bir tek noktada ve bir tek lahzada görüp kollamaktadır. Olmasını murat ettiği işler için de geçerlidir bu, o işlerle ilgisi olanlar için de.
Bugün yaşayan mü’min nesil olarak, önceki nesillerin başta peygamberler olmak üzere hayatlarından bize intikal eden bilgileri, o dönemin insanına ait hatıralarmış gibi ele almamız yanlıştır. O dönemlerin insanlarına ait olsa da, kitabımız Kur’an, onların hayatlarına ait imtihanları bir ders mantığı ile önümüze koymaktadır. Kimsenin adının Nuh veya İbrahim olması gerekmiyor. Herkesin, Nuh veya İbrahim mantıklı olması gerekiyor. Bu anlayışı idrak edebilenler, yaşadığımız dünyada altından çıkılamaz zannedilen pek çok sorunun, sıkının Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik bir nimet olduğunu da anlayacaklardır.
Şu anda bir tür ateşe atılmak isteyenler ya da atılmış bulunanlar, Kur’an’a müracaat edip önümüze konmuş bulunan ateşe atılmış İbrahim’i ve İbrahim’e o kaderi yazan Allah’ın kaderinin nasıl tecelli ettiğini görmelidirler.
Servetini koyabileceği yer bulmakta zorlanan mü’minler, Kur’an’a müracaat edip Karun’u ve Karun ile alakalı kaderini işleten Allah’ın hükmünü izlemelidirler.
Katlanılamayacağını vehmettiği hastalıklar, ıstıraplar içinde olanlar, yine Allah’ın hidayet kaynağı olarak elimize koyduğu Kur’an’a yönelip Eyyüb aleyhisselam üzerinden sabrın muhtevasını ve akıbetini incelemelidirler. Sonra da, dün adı Eyyüb olan bir kulunu o sıkıntılarla imtihan eden ve ona kazandığı imtihanının neticesi olarak ‘güzel bir kul’ olma ödülü veren Allah’ın neyi murat ettiğini düşünmelidirler.
İş sahipleri, işçiler, işsizler, babalar, anneler, bütün mü’minler olarak, bizden öncekileri imtihan eden Rabbimizin imtihanını, imtihanın içindeki kulları üzerinde izleyebiliriz. Ne insan olarak onlardan farklıyız ne de iman esaslarımız onlardan farklıdır. Aynı cennet için aynı Allah’ın kulları olmaya çalışıyoruz. Onlarla aramızdaki tek fark zamandır. O zaman da bizim için işliyor, onu yaratan için işlemiyor. Biz, bizim için işleyen zamanı gerekçe görerek, zamanı yaratan Rabbimizin üzerimizde görmek istediği imtihanları kendi istek ve keyfimize göre şekillendiremeyiz. Şekillendirdiğimizi zannetsek de sadece kendimizi oyalarız.
Bizim için koca dünya, koca kâinat ama, Allah için ‘ol’ demesiyle oluvermiş bir mahlûkÉ
Bizim için şu yıldan bu yıla geçmiş bir zaman ama, Allah için hesapta olmayan bir kavram...
Bizim için sadece biz ve bizim eksenimizdekiler ama, Allah için kullarından bir kul, mahlûkatından biri sadeceÉ
İnsan, başkası üzerindeki her şeyi inceleyip kendi üzerindekini göremediği gibi, kaderini, yarınını, nerede ve nasıl bulunduğunu da göremiyor, göremez de. İnsan, görme kabiliyetini abartmamalıdır. Allah’ın gördüğünü gören, O’nun gösterdiğine bakabilen çok şey görür, tek gerçeği görür. Kendi gözüne itimat eden ise çok şeyin gözüne battığını anlayacak ve dikenler arasında kıvranacaktır. Kitabımız Kur’an, önümüzü açmaktadır. Bütün zamanların ve mekânların derinlikleri ondadır.
Dertleri aşmak isteyen, zaman ve mekân ötesinde olmanın rahatlığına ermek isteyen Kur’an’a dönmelidir. Orada ateşe atılan İbrahim’i, sıkıntılarla boğuşan Eyyüb’u, çocuk hasreti ile inleyen Zekeriyya’yı bulmalıdır. Onları önümüze koyan Allah için zaman değişmiyor, kulluk kimliğimiz değişmiyor, nihaî hedef olan cennet ve onu hak etme çabası da değişmiyor.

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...