14 Ekim 2008 Salı

ALLÂH’A YAKLAŞMAYA VESÎLE ARAYIN!

ALLÂH’A YAKLAŞMAYA VESÎLE ARAYIN!
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119)
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya vesîle (yol) arayın ve yolunda cihâd edin ki kurtuluşa eresiniz.” (el-Mâide, 35)
Gönül feyzini Kur’ân-ı Kerîm’den alan Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur ki:
“İnsana, meşgul olduğu ve aradığı şeye bakılarak değer verilir.”
“Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, onu aramamak demektir.”
“Kılavuzun hareket etmedikçe hareket etme. Başsız hareket eden, kuyruk olur.”
“Hak dostu bir kişiye bende olmak, padişahların başlarına taç olmaktan iyidir.”
Cihan Sultanı Yavuz Selim Han, büyük fütûhâtından İstanbul’a dönerken, fânîlerin alkış ve iltifatları karşısında nefsinin kendine bir pay çıkarmasından ürkmüş, nefis terbiyesinin zarûretini ifâde sadedinde şu beyti söylemiştir:
Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş,
Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş…
Hazret-i Mevlânâ buyurur:
“Gönlün yitirdiği hikmet kumaşı, gönül ehlinin katında ele geçer.”
“Katı taş olsan, mermer kesilsen bile, bir gönül sahibine ulaştın mı inci olursun.”
“Kuş, ancak kendi cinsinden kuşlarla uçar.”
“Allâh ile oturup kalkmak isteyen kişi, velîler huzûrunda otursun. Velîlerin huzûrundan kesilirsen, helâk oldun gittin demektir.”
“(Sâlih) insanlarla dost ol (ki sâdıklar kervanı çoğalsın). Çünkü bu kervan ne kadar kalabalık ve cemaati çok olursa, yol kesenlerin (isyankârların) beli o kadar kırılır.”
İnsan kelimesi, bir rivâyete göre «üns» kelimesiyle, yâni ünsiyetle alâkalıdır. Bu da onun dostluk ve ülfet kurma meyli ile donatıldığını ifâde eder. İşte bu temâyülü, Rabbimizin emrine uyarak sâlih ve sâdık insanlar için kullanmak zarûrîdir. Zîrâ insan; şeytan ve nefs olmak üzere iki ateşin ortasında ve onların tasallutu altındadır. İmam Şâfî -rahmetullâhi aleyh- ne güzel söyler:
“Kendini hak ile meşgûl etmezsen, bâtıl seni işgâl eder.”
Bu yüzden insanın Hakk’a kulluk haysiyet ve şerefini muhâfaza edebilmesi için, kendilerinden kalben feyz alabileceği sâlih mü’minlerle berâber olması îcâb eder. İnsan dâimâ rehbere muhtaçtır. Bu zarûretten dolayıdır ki, Cenâb-ı Hak ilk insanı, ilk peygamber olarak göndermiştir.
Şeyh Sâdî-i Şîrâzî, ülfet ve dostluk edilen kimselerin mânevî hâllerinin kişiye sirâyetini şu misâlle ne güzel îzâh eder:
“Ashâb-ı Kehf’in köpeği, sâdıklarla berâber olduğu için büyük bir şeref kazandı, nâmı Kur’ân-ı Kerîm’e ve târihe geçti. Nûh ve Lût peygamberlerin karıları ise fâsıklarla berâber oldukları için küfre dûçâr oldular.”
Görüldüğü gibi, gâfillerle ve fâsıklarla berâberlik, zamanla onların düşünce tarzına yaklaşmaya sebebiyet verir. Bu “zihnî akrabâlık” bir müddet sonra “kalbî akrabâlığa” döner ki bu da, kulu mânen helâk ve hüsrâna sürükler.

Hiç yorum yok:

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...