15 Ekim 2008 Çarşamba

Söyle Hakim Bey!…

Söyle Hakim Bey!…
Manava, bakkala, kalmadı yüzüm,Kurbandan, kurbana, et görür gözüm,Ölümü düşündüm… Olmadı çözüm;Ne vicdanım kaldı, ne cüzdanım hey!..Ben ne halt edeyim? SÖYLE HAKİM BEY!..
Kiralık meskenim, ahırdan bozma,Elimden düşmüyor, kürekle kazma,Beş çocuk yapmışım… Ne olur kızma,Bir günde on ekmek, az geliyor hey!..Ben ne halt edeyim?.. SÖYLE HAKİM BEY!..

Yamadık… Babadan kalma hırkayıUnuttuk… Peyniri, zeytini çayıCinnet sınırına , kaldı kıl payı;Uyku girmez oldu, gözlerime hey!..Ben ne halt edeyim?.. SÖYLE HAKİM BEY!…

Genç yaşta saçımı, aklar bürüdü,Midemde ülser var, dişler çürüdü,İlaçlar, başını aldı yürüdü;Bütün hastaneler, kapı duvar hey!..Ben ne halt edeyim? SÖYLE HAKİM BEY

Bıktım… Gide gele, sandık başına,Demokrasi diye, koştum boşuna,Aklım ermiyor şu, balans işine,Bir türlü rüştüme eremedim(!) hey!..Ben ne halt edeyim?.. SÖYLE HAKİM BEY!..

Hedef gösterildi, tavşan tazıya,Hüküm dayatıyor, kurtlar kuzuya,Hayat güvencesi, kaldı pazuya,Sen baş edemezsen, zorbalarla hey!..Ben ne halt edeyim? SÖYLE HAKİM BEY!..

Öyle büyümüş ki, hukuk yarası;Kalmışsın… Vicdanla cüzdan arasıŞimdi bana geldi, sormak sırasıSen de adâletten, yakınırsan hey!..Ben ne halt edeyim? SÖYLE HAKİM BEY!..

14 Ekim 2008 Salı

ALLÂH’A YAKLAŞMAYA VESÎLE ARAYIN!

ALLÂH’A YAKLAŞMAYA VESÎLE ARAYIN!
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119)
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya vesîle (yol) arayın ve yolunda cihâd edin ki kurtuluşa eresiniz.” (el-Mâide, 35)
Gönül feyzini Kur’ân-ı Kerîm’den alan Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- buyurur ki:
“İnsana, meşgul olduğu ve aradığı şeye bakılarak değer verilir.”
“Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, onu aramamak demektir.”
“Kılavuzun hareket etmedikçe hareket etme. Başsız hareket eden, kuyruk olur.”
“Hak dostu bir kişiye bende olmak, padişahların başlarına taç olmaktan iyidir.”
Cihan Sultanı Yavuz Selim Han, büyük fütûhâtından İstanbul’a dönerken, fânîlerin alkış ve iltifatları karşısında nefsinin kendine bir pay çıkarmasından ürkmüş, nefis terbiyesinin zarûretini ifâde sadedinde şu beyti söylemiştir:
Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş,
Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş…
Hazret-i Mevlânâ buyurur:
“Gönlün yitirdiği hikmet kumaşı, gönül ehlinin katında ele geçer.”
“Katı taş olsan, mermer kesilsen bile, bir gönül sahibine ulaştın mı inci olursun.”
“Kuş, ancak kendi cinsinden kuşlarla uçar.”
“Allâh ile oturup kalkmak isteyen kişi, velîler huzûrunda otursun. Velîlerin huzûrundan kesilirsen, helâk oldun gittin demektir.”
“(Sâlih) insanlarla dost ol (ki sâdıklar kervanı çoğalsın). Çünkü bu kervan ne kadar kalabalık ve cemaati çok olursa, yol kesenlerin (isyankârların) beli o kadar kırılır.”
İnsan kelimesi, bir rivâyete göre «üns» kelimesiyle, yâni ünsiyetle alâkalıdır. Bu da onun dostluk ve ülfet kurma meyli ile donatıldığını ifâde eder. İşte bu temâyülü, Rabbimizin emrine uyarak sâlih ve sâdık insanlar için kullanmak zarûrîdir. Zîrâ insan; şeytan ve nefs olmak üzere iki ateşin ortasında ve onların tasallutu altındadır. İmam Şâfî -rahmetullâhi aleyh- ne güzel söyler:
“Kendini hak ile meşgûl etmezsen, bâtıl seni işgâl eder.”
Bu yüzden insanın Hakk’a kulluk haysiyet ve şerefini muhâfaza edebilmesi için, kendilerinden kalben feyz alabileceği sâlih mü’minlerle berâber olması îcâb eder. İnsan dâimâ rehbere muhtaçtır. Bu zarûretten dolayıdır ki, Cenâb-ı Hak ilk insanı, ilk peygamber olarak göndermiştir.
Şeyh Sâdî-i Şîrâzî, ülfet ve dostluk edilen kimselerin mânevî hâllerinin kişiye sirâyetini şu misâlle ne güzel îzâh eder:
“Ashâb-ı Kehf’in köpeği, sâdıklarla berâber olduğu için büyük bir şeref kazandı, nâmı Kur’ân-ı Kerîm’e ve târihe geçti. Nûh ve Lût peygamberlerin karıları ise fâsıklarla berâber oldukları için küfre dûçâr oldular.”
Görüldüğü gibi, gâfillerle ve fâsıklarla berâberlik, zamanla onların düşünce tarzına yaklaşmaya sebebiyet verir. Bu “zihnî akrabâlık” bir müddet sonra “kalbî akrabâlığa” döner ki bu da, kulu mânen helâk ve hüsrâna sürükler.

Ey Azrail!..

Ey Azrail!..
Ey Azrail! Bilirim, bu sözlerim çok yersiz,
Neden böyle ansızın, geliverdin habersiz ?...
Ne olurdu üç beş yıl, önce haber verseydin.
Hiç değilse rüyama, bir kerecik girseydin...
Aşk, meşk, derken, dünyadan bir türlü kopamadım.
Senden özür dilerim, hazırlık yapamadım.,.
-----------------------------------
Görüyorsun yanımda, ne valiz var, ne bavul.
Uykum öyle ağır ki; ne zil duydum, ne davul..
Yaşım yetmiş olsa da, gör ki; fıkır fıkırım.
Bu cümbüşlü âlemi, ben nasıl bırakırım?..
Hani bir söz vardır ya: "Yaş yetmiş, işi bitmiş."
İnan ki, bu bir yalan, bunu diyen halt etmiş...
---------------------------
Ey Azrail! Dur biraz, Sana yalvarıyorum.
Yasal haklarım için; avukat arıyorum...
Hayallerim, düşlerim, yarım kalan işlerim.
Estetik yapılacak, daha burnum, dişlerim...
Elli yaşımda ancak, voleyi vurabildim.
Hortumlar sayesinde, holdingi kurabildim...
Gerçi ucuza verdim, şerefin kilosunu.
Ama böyle kazandım, şu uçak filosunu...
------------------------------------
Ey Azrail! Ne olur, bozulmasın pazarım.
Sana şöyle yüklüce, bir çek bile yazarım...
Şu masmavi havuzlu, sarayıma baksana.
O daracık mezarda, yazık olmaz mı bana?..
Bazen çoluk çocuğa, içimden kızıyorum.
Ölmemi bekliyorlar, inan ki; seziyorum...
Arkamdan göstermelik, iki damla gözyaşı.
Bir de şöyle büyükçe, yaldızlı mezar taşı.
Tahmin ediyorum ki: mevlid de okuturlar.
------------------------------------------
Ortalığı birazcık, gülsuyu kokuturlar.
Araya reklam konur; bir ilahi aryası.
Mevlid bitince başlar, dedi-kodu furyası.
Etlerim, kemiklerim; didik-didik edilir.
Ben az gelirsem eğer, köklerime gidilir...
------------------------------------
Ey Azrail! İnan ki, hazırlığım yok daha,
Hele şu din konusu, çok karışık bir saha.
Bazı büyük abiler, köşeleri tuttular.
İrtica diye diye, beni de korkuttular.
İlâhiyat adına; ekranda iki kaçık
Kimlerin kuklaları oldukları apaçık...
Alim zalim karıştı, renkleri seçilmiyor.
Velisiz kaldı sokak; deliden geçilmiyor.
Bu cinnet kervanına, kocabaşlar dahiller.
-----------------------------------------
Tuz bozulmuş, ne yapsın bizim gibi cahiller?..
Henüz daha gündemde, ne oruç var, ne zekât.
Ne Kur'ân'la tanıştım, ne de kıldım bir rekat.
Gönül desen, henüz genç, daha haccım duruyor.
Aklım nefsin elinde, yollarda savruluyor.
Edemedim bir türlü, şu nefsimi terbiye.
Ortalıkta ne görse; tutturuyor ver diye.
-------------------------------------------------
Ey Azrail! Bilirim, gelince beklemezsin.
Tükenen vadelere, saniye eklemezsin.
Bu satırlar boş geçen, bir ömrün hikayesi.
İbret alanlar için, son pişmanlığın sesi...
Bilmem ki, bir duvarda, bu mütevazi çaba;
Bir küçücük pencere, açacak mı acaba?..

Ah Şu İrticânın......

Ah Şu İrticânın...
Hak, hukuk, adâlet, şaşmazdı milim,Alırdı pastadan, herkes bir dilim,Her on senede bir, kopmazdı filim;Ah! şu irticânın, gözü kör olsun...
Kalmazdı... Yüzlerde, rüşvet karası,Kapanırdı... Şu enflasyon yarası,Yüz dolar olurdu, bir Türk Lirası;Ah! şu irticânın, gözü kör olsun...
Artık, fakirin de kururdu tuzu,Beş kuruşa yerdik, bir kilo muzu,Bütün canavarlar, olurdu kuzu;Ah! şu irticanın, gözü kör olsun...
Olmazdı... Fuhuşta böyle kesâfet.Etmezdi bu kadar, belâ isâbet, Ne yangın, ne deprem, ne sel, ne âfet,Ah! şu irticanın, gözü kör olsun...
Terör mü kalırdı, köyde bucakta?Söner miydi ateş, bunca ocakta?Ya bebeler... Ölür müydü kucakta?Ah! şu irticanın, gözü kör olsun...
Trafikte suçlar, inerdi aza,Kendini çekerdi, canavar naza,Belki de olurdu, yılda bir kaza;Ah! şu irticanın, gözü kör olsun...
Başlardı ülkede, yeşil yarışıAğaçla dolardı, her bir karışıNe güzel kurardık, sosyal barışı;Ah! şu irticanın, gözü kör olsun...
İnsanlar, nasıl da mutlu yaşardı,Sokaklardan, saygı sevgi taşardı,Bütün dünya, bu tabloya şaşardı;Ah! şu irticânın, gözü kör olsun.... Cümlemiz olurduk, ahlâk sembolü,Oynardık dünyada... hem de başrolü,Bütün finallerde, atardık gölü;Ah! şu irticanın, gözü kör olsun.

4 Ekim 2008 Cumartesi

SEN NEYMİŞSİN BE ABLA.....

Nasıl da kapılmışsın, irticâ sellerine, Dîni âlet etmişsin, türlü emellerine,Hele birgün dediler, fırsat geçsin eline; Devleti yıkarmışsın, başındaki eşarplaDoğrusu ya şaşırdım... SEN NEYMİŞSİN BE ABLA!..

Râzı edip çıkmışsın, köyden ana babanı, Bırakmışsın tarlada, öküzlerle sabanı,Şaşırmışlar görünce, tıbbiyede çabanı, Doktor bile olmuşsun, başındaki eşarpla,Bu kadar da olmaz ki... SEN NEYMİŞSİN BE ABLA!...
Hele varmış ki senin, anlaşılmaz bir yanın,Bikiniyle miniyi, çekmiyormuş hiç canın,Bunca entel ve çağdaş, milyonlarca insanın, Göz zevkini bozmuşsun, başındaki eşarpla,Sollamışsın terörü... SEN NEYMİŞSİN BE ABLA!...
Dediler ki; parayla örtermişsin başını,Militanlar seçermiş, mantonun kumaşını,Rol için dökermişsin, meğerse gözyaşını, Bölermişsin milleti, başındaki eşarplaHiç ummazdım bunları... SEN NEYMİŞSİN BE ABLA!...
Karanlık odaklardan, alırmışsın hediye,Uyutmuşsun milleti, "dürüstüm" diye diye, Kalbini yarmışlar ki; her yaptığın takiye, Göz dikmişsin düzene, başındaki eşarpla,Bu cüssede bu cür'et... SEN NEYMİŞSİN BE ABLA!..
İyisi mi sen yine, var git eski köyüne Dağlarda odun taşı, ilim bilim neyine,Gerek yokmuş bu kadar, diplomalı beyine, Haddini çok aşmışsın, başındaki eşarpla, Ne yürekmiş sendeki... SEN NEYMİŞSİN BE ABLA!...

Şeytana Açık Mektup Ey Şeytan!:)))

Şeytana Açık Mektup Ey Şeytan!

Sana bu mektubumu, kabirden yazıyorum;
Ve kendime ilk defa, bu kadar kızıyorum.
Nasıl oldu da beni, kendine inandırdın ?
Benim gibi çok zeki, bir insanı kandırdın !.
————————-
Bir zamanlar önüme, ne servetler sermiştin;
”Sana ölüm yok” diye, güvenceler vermiştin.
Hani sonsuza kadar, sürecekti saltanat ?
Hani bana her zaman, olacaktın kol kanat ?
Ey şeytan !. O yıllarda, ne çok severdim seni;
Sırtımı hep sıvazlar, hep şımartırdın beni.
İki duble atınca, hayale daldırırdın,
Ahlâki yasakları, ortadan kaldırırdın.
Akşamları çalarken, hüzzam faslı derinden,
Bana hep gülümserdin, şarap kadehlerinden.
———————————-
Bazen şuh bir kadının, bedenine girerdin;
En gözde, en pahalı, parfümleri sürerdin…
O cömert gerdanına, mücevherler takardın;
Sonra bir çift göz olur, ihtirasla bakardın.
Gönül antenlerimiz, mesajları alırdı,
Bundan sonrası artık, iç güdüye kalırdı…
Namustan dem vuranı, dosyalarda fişlerdin;
İrticâ kompleksini, beyinlere işlerdin.
———————————
Hep gırgıra alırdık, cehennemde yanmayı;
Hoşgörü denizinde, boğardık utanmayı…
Düşünen bir insanı, görünce irkilirdik;
Beyinleri sadece, bir sakatat bilirdik.
Ne güzeldi o günler, ne bulursak yiyorduk;
Hayvanlar gibi mutlu, yaşayıp gidiyorduk…
Biliyorum.. şu anda, hâlime gülüyorsun;
Artık beni hiçbir şey, kurtarmaz.. Biliyorsun.
———————————–
Biraz sonra gelecek, sorgu için melekler;
Yanımda ne bir kuruş, ne bir senet, ne çekler.
Kendi derdine düşmüş, mezarlık sakinleri.
Baktım.. Karmakarışık, meşrepleri, dinleri.
Kimisinin totemi, sallanıyor boynunda,
Kimisinin dövmesi, kalçasında, koynunda.
-------------------------
Buraya gelir gelmez, etrafımı sardılar;
Bilir misin ey şeytan ! Hepsi seni sordular.
Kimi genç, kimi yaşlı, kimi miskin bir dede;
Hepsi de benim gibi, olmuşlar şeytanzede…
Kimisini kumarla, düşürmüşsün ağına;
İncirleri dikmişsin, kırk yıllık ocağına.
Kimi, senin yüzünden, aldatmış kocasını,
Süslemişsin gözünde, o kayak hocasını…
————————————–
Kimisine en sinsi, tuzakları kurmuşsun;
Esrarla, eroinle, kokainle vurmuşsun.
Kimisinin girmişsin, vesveseyle kanına,
O da gidip kastetmiş, karısının canına…
Kimisini makamla, rütbeyle kandırmışsın;
Bir ilâh olduğuna, onu inandırmışsın.
Kimi hukuk cambazı, sola kaymış kantarı;
Hâlâ beyin sanıyor, başındaki mantarı…
———————————
Kur’ân diye bir kitap, duymuştum yaşıyorken;
Ciddiye almamıştım, peşinden koşuyorken.
Meğerse o kitapta, adın çok geçiyormuş,
”İnsana hüsran!” diye, şeytan and içiyormuş…
Eğer bir fırsat daha, verseydi Allah bana;
Hep seni anlatırdım, altı milyar insana.
Gerçi bütün insanlar, seni ismen tanıyor,
Ama gaflete bak ki; cismini yok sanıyor…
Ey şeytan ! Vakit geldi, ben artık gitmeliyim,
Sana yenik düşmüşüm.. Îtiraf etmeliyim …
Hiç korkma.. Bu insanlar, böyle gâfil oldukça;
Sana hep tapacaklar, cüzdanları doldukça…

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...