5 Mayıs 2012 Cumartesi

Kur'ân Işığında Hz. Peygambere Saygı Eğitimi

 
 
Peygamber (s.a.v)’e saygı göstermek, ismi anıldığında salâtü selâm getirmek ve onu hürmetle anmak Kur’ân’ın emridir. Peygamber (a.s)’a salevât getirmenin ve onun ismini edeple anmanın gerekliliği şöyle açıklanır: “Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salevât getirirler. Ey mü’minler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.”1

Ka’b. B. Ucre adındaki sahâbî, şöyle anlatır: “Bu âyet inince Peygamber (s.a.v)’in yanına gittim. ‘Ey Allah’ın Resûlü! Selâmın ne demek olduğunu (sana nasıl verileceğini) anladık. Fakat sana salât nasıl olur (nasıl sana salât getirelim)?” dedim. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v): “Allâhümme salli alâ Muhammed’in ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ ibrâhîme ve alâ âli İbrâhîm inneke hamidün mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammed’in ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ İbrâhime ve âlâ âli İbrâhîm inneke hamîdün mecîd” (Allah’ım! İbrahim peygambere ve onun yakınlarına rahmet ettiğin gibi Muhammed’e ve Muhammed’in yakınlarına da rahmet eyle. Gerçekten sen övülen ve şanı yüce olansın. Allah’ım! İbrahim Peygamber’e ve yakınlarına hayır ve bereket verdiğin gibi Muhammed’e ve ailesine de hayır ve bereket ver. Gerçekten sen övülen ve şanı yüce olansın.) şeklinde söylersin, buyurdular.2

Peygamber (s.a.v)’e selam vererek hürmet göstermek ve ona salevât getirmek farzdır. Sahih görüşe göre, onun ismi zikrolunduğunda salevât getirmek vacip olur. Bu hususta birçok hadis rivayet olunmuştur.3 Bu hususta Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur: “Yanında adım zikrolunup da bana salevât getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün.”4 Bir başka hadisinde Rasûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ benim için iki melek görevlendirmiştir. Ben bir Müslüman’ın yanında anıldığımda bana salevât getiren Müslüman için iki melek ‘Allah seni bağışlasınderler. Allah Teâlâ ve melekleri de o iki meleğe cevap olarak ‘âmîn’ derler. Bir Müslüman yanında adım zikrolunduğunda bana salevât getirmezse, mutlaka o iki melek; ‘Allah seni bağışlamasın’ derler. Yüce Allah ve öteki melekleri de o iki meleğin duasına ‘âmin’ derler.”5

Hz. Peygamber (s.a.v)’e salevât getirilmesini emreden âyetten ve çeşitli hadislerden alınan irşatla Müslümanlar, dinî, kültürel ve sosyal faaliyetlerinde ve uygun olan her ortamda Allah’a hamdettikten sonra Peygamber (s.a.v)’e salât getirmeyi ve selâm göndermeyi ihmal etmezler. Peygamber (s.a.v)’in ismi anıldığında her Müslüman “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammed’in ve alâ âli Seyyidinâ Muhammed” diyerek ona olan derin saygı ve sevgisini gösterir, ona selâm göndererek, teslimiyetini ve bağlılığını ifade eder.

“Allah’ın Peygamberine salât etmesi” şu anlama gelir: Allah, Peygamber’ine karşı çok merhametlidir. Onu över, onun işlerini bereketli kılar, ismini yüceltir ve onun üzerine rahmeti indirir. “Meleklerin salât etmesi” ise şu anlama gelir: “Onlar, Peygamber (s.a.v)’i çok severler. Ona en yüce makamları vermesi, dinin ve şeriatının gelişmesi ve onu yüksek makamları vermesi için Allah’a dua ederler.6

Allah’ın değer verdiği ve meleklerin saygıyla andığı Peygamber’e, hürmet etmek, mü’minlerin vazifesidir. Müşrikler ve münafıklar, Hz. Peygamber’in başarısız olmasını istiyor ve onu insanların gözünde küçük düşürmek için her türlü yola ve propagandaya başvuruyorlardı. Peygamber (s.a.v)’e salevât getirmeyi emreden âyetten sonra, “Gerçek şu ki, Allah’a ve Resûlü’ne eziyet edenler; Allah onlara dünyada da âhirette de lanet etmiş ve onlar için aşağılatıcı bir azabı hazırlamıştır.”7 âyetinde açıkça görüldüğü gibi Allah Teâlâ, Resûlüne sahip çıkmış, Peygamberine eziyet edenlere hem dünyada hem de âhirette rahmet nazarı ile bakmayacağını vurgulamıştır. Diğer taraftan Peygamber’e hürmet etmeyenlerin, ancak münafıklar ve kâfirler olduğuna devam eden âyetlerde önemle işaret edilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v)’e salevât getirmeyi emreden âyette, Mü’minlere risâlet nimeti hatırlatılmakta, Hz. Peygamber’in vasıtasıyla doğruya erdiklerine ve bu yüzden ona minnet duymaları gerektiğine dikkat çekilmektedir. Mevdûdî’nin bu konudaki değerlendirmesi dikkate şayandır: “Ey Allah’ın Rasûlü Muhammed (s.a.v) vasıtasıyla doğru yola ulaşanlar, onun gerçek değerini taktir etmeli ve size olan büyük nimetleri sebebiyle ona şükran duymalısınız. Siz Cahiliyye karanlıklarında kaybolmuştunuz, size bilgi ışığını ulaştırdı. Ahlâken çökmüştünüz, sizi ahlâkın yüceliklerine ulaştırdı da çevrenizdekiler bu yüzden sizi kıskanıyor. Barbarlık ve vahşete dalmıştınız, o sizi yüksek bir medeniyete ulaştırdı. Kâfirler, size bu nimeti verdi diye ona düşman oldular, yoksa şahsen o hiçbirine zarar vermemiştir. Bu nedenle ona şükran ve minnetinizin ifadesi olarak siz ona, bu insanların düşmanlık ve kinlerine eşit veya onlardan daha fazla bir şekilde onu yüceltmeli ve ona saygı duymalısınız. Onların kötü isteklerine karşılık siz daha içten bir şekilde onun iyiliğini istemeli ve meleklerin gece gündüz ona dua ettikleri gibi siz de dua etmelisiniz: “Ey âlemlerin Rabbi, senin Peygamber’in nasıl bizim için çalışmış, zahmet çekmiş, zorluklara katlanmışsa ve lütuflarda bulunmuşsa, sen de ona sınırsız ve sonsuz rahmetini göster, onu bu dünyada en yüksek makamlara ulaştır ve âhirette de sana en yakın olma şerefini bahşet.”8

Hz. Peygamber (s.a.v)’in bizim üzerimizde çok büyük hakkı vardır. Kur’ân’ı bize tebliğ eden, hikmeti öğreten Hz. Peygamber (s.a.v.), hidayete ermemiz, şirk ve isyandan korunmamız ve günahlardan arınmamız için gece gündüz çalışan O (s.a.v.)’dur. Onun bizim üzerimizde ana-babamızdan daha fazla hakkı vardır. Çünkü Peygamber (s.a.v), manevî açıdan ümmetinin babası mesabesindedir.

Hz. Peygamber (s. a.v), beşer sıfatı ile yer, içer, uyur, evlenir, yorulur, sevinir, üzülür. Ancak o, kendisine Allah tarafından vahyedilen seçilmiş bir insandır. “De ki: Ben, ancak sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâhınız’ın, sadece bir İlâh olduğu vahyedilmiştir…”9 “De ki; Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana İlâhınız’ın bir tek İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık O’na yönelin…”10 “De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım…”11gibi âyetler, Peygamber (s.a.v)’in, bizim gibi bir beşer olduğunu, ancak kendisine inen vahiy ve Allah Teâlâ’nın onu Peygamber olarak seçmesi ile diğer insanlardan ayrıldığını göstermektedir. Kendisine vahiy gelmesi ve Allah Teâlâ’nın onu özel olarak seçmesi, terbiye etmesi ve onu üstün kılması sebebiyle, Peygamber (s.a.v)’e diğer insanlar gibi ya da birbirimize davrandığımız gibi muamele edemeyiz. Nitekim bir âyette bu açık bir şekilde ifade edilmektedir: (Ey Mü’minler!) Peygamber’i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.”12

Bu âyet, mü’minlerin, Peygamber (s.a.v)’in davetini, birbirlerine yaptıkları davetle kıyaslamamalarını, birbirlerini isimleri ile çağırdıkları gibi, onu ismi ile çağırmamaları gerektiğini önemle vurgulamaktadır. Peygamber (s.a.v)’i “Yâ Muhammed!” şeklinde sadece ismi ile anmak doğru değildir. Onu tazimle, saygıyla ve tevazu ile “Yâ Nebiyyallâh! Yâ Rasûlellâh!” diyerek anmak gerekir. Âyette, Rasûlüllâh (s.a.v)’e saygısızlık etmenin, onun davetini reddetmenin, onun emirlerine muhalefet etmenin, dünyada çeşitli musibetlerin gelmesine; tabî âfetlerin ve sosyal felâketlerin vukuuna sebep olacağına, ayrıca âhirette de şiddetli bir azabın uygulanacağına önemle işaret edilmiştir.13

Dipnotlar: 1) Ahzâb, 33/56. 2) Buhârî, Tefsîr, 33/10; Müslim, Salât, 66. 3) Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, 1971, VI, 3923. 4) Ahmed b. Hanbel, II, 254; Tirmizî, Daavât, 100. 5) İbn Kesîr, Tesîru’l-Kur’âni’l-Azîm, İstanbul, 1985, VI, 466. 6) Ebu’l-Alâ el-Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, tercüme, Kurul, İstanbul, 1996, IV, 450. 7) Ahzâb, 33/57. 8) Mevdûdî, a.g.e., IV, 451. 9) Kehf, 18/110. 10) Fussilet, 41/7. 11) En’âm, 6/50. 12) Nûr, 24/63. 13) Geniş bilgi için bkz. Zemahşerî, el-Keşşâf, Beyrut, ts. III, 260.

Onunla Hukukumuz
Hz. Peygamber (s.a.v)’in davetine icabet etmek farzdır. Duası Allah’ın yanında hemen kabul olunur. Bundan dolayı mü’minler, onun emirlerine son derece özenle itaat etmeli, uymalı ve onu gücendirmekten son derece sakınmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in emir ve gidişatına uyan Müslümanların nasıl yükseldiklerine tarih şahit olduğu gibi, Müslümansız deyip de aksine giden kavim ve milletlerin ne fitnelere, ne belâlara, ne azaplara uğramakta oldukları göz önündedir.1 Birbirimize hitap ettiğimiz gibi Peygamber (s.a.v)’e hitap edemeyiz. Onun ismi geçtiğinde hürmetle ona salevât getirmek, selâm göndermek ve edeple onu anmak, her Müslüman’ın görevidir. Allah Teâlâ, onun ismini Kur’ân-ı Kerîm’de tek zikretmemiş, peygamberlik sıfatı ile birlikte onun adını insanlığa duyurmuştur. Bu durum, Allah Teâlâ’nın Rasûlüne karşı insanların nasıl davranmaları gerektiğine dair gösterdiği önemli bir terbiyedudur. Ayrıca Allah’ın ona verdiği değeri ortaya koymaktadır.

Dipnot: 1) Elmalılı, a.g.e., V, 3543-3544.

Hiç yorum yok:

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...