26 Nisan 2009 Pazar

“İnsan kalbiyle diri ve donanımlı olmalı” Kalbimizi Koruyalım

“İnsan kalbiyle diri ve donanımlı olmalı” Kalbimizi Koruyalım

İnsan, kalbi kadar adamdır. “Yürek” ve “gönül” de dediğimiz kalbimiz, kişiliğimizin ta kendisidir. Onun için kalp sağlığımıza dikkat edelim, kalbimizi koruyalım diyoruz.
Aslında kalp, gönül, yürek dediğimiz latifemiz ile, kan pompalayan organımız arasında bir ilişki vardır ama, ne derece güçlü ya da zayıf bir ilişkidir, tam da bilemiyoruz herhalde.


Her ikisi de önemlidir tabi. Organımız durursa, ölürüz. Hastalanırsa, hayat çekilmez olur. Kalbimiz ölürse imansız, hastalanırsa ahlaksız ve erdemsiz oluruz Allah Teâlâ korusun.
Derler ki manevî kalbimiz, maddî kalbimizin yerindedir mekân olarak. Ama gözle görülmez, elle tutulmaz. İman ve ibadetlerle, özellikle de zikirle uyanır, aydınlanır. Nurlanır yani. Açılır, derinleşir, bilginleşir. Bir acayip âlem olur çıkar. Böyle bir kalbe sahip olana da “gönül ehli”, “uyanık kalbli”, “diri kalpli”, “selim kalbli” gibi isiler verilir.


Bizim “koruyalım” dediğimiz kalp de işte bu kalbimizdir.
Alimlerimiz, bu kalbimizin vücudumuzun hükümdarı olduğunu söylerler. Nitekim bir hadiste Sevgili Peygamberimiz bunu açıkça ifade etmiştir: Kalbimiz iyi olursa bütün vücut iyi olur, kalbimiz bozulursa bütün vücut bozulur. O yüzden her sabah organlarımız kendi dilleriyle kalbimize iyi olması için rica ederlermiş. Çünkü onun kötülüğünü herkes çekmekte.


Böyle olunca temiz, selim bir kalbin işleri kaliteli olarak haliyle kıymet kazanacaktır. Kirli bir kalpten, kolay kolay temiz işler de çıkmayacaktır.
Kalbimiz her şeyden evvel, inancın merkezidir. İnsan kalbiyle inanır. Kalbde ya Allah Teâlâ’ya iman ve İslam dinine teslimiyet vardır, ya da inkar ve isyan.


Öyleyse kalbimizi ilk koruma işlemi, iman etmektir ve bunu samimiyetle yapmaktır. Kalbin katılmadığı iman, yok hükmündedir. Mesela dil iman ettiğini söyler ama kalp onu tasdik etmezse, buna münafıklık denir. Riya, süm’a, müdahane ve tabasbus, yani halk arasında yağcılık ve dalkavukluk denilen şeyler de bu türün teferruatlarındandır.


Kalbimize Allah Teâlâ’ya iman, Resulullah (sav) Efendimize iman, tebliğ ettiği Kur’an-ı Kerime ve İslam dinine iman gibi iki dünyamızı da mes’ud ve bahtiyar edecek bir olguyu yüklediğimizde, onu koruyacak en büyük imkanı sağlamış oluruz. Ama iş bununla bitmez. Bundan sonra sürekli onu sağlıklı bir şekilde beslemeye devam etmeliyiz.


Kalbimiz, iyi niyet ve ihlasla, Allah Tealayı ve Resulullah (sav) Efendimizi, dolayısıyla müminleri sevmekle ve bunlara karşı düşmanlık yapan şeytanları, kafirleri, münafıkları, zalimleri, fasıkları sevmemekle canlanır, gürbüzleşir, açılır ve gelişir. Bu sevginin tefekkür ve tezekkür gibi, tefvîz ve tevekkül gibi açılımları da olacaktır haliyle.


Bu açılımların başında da ibadetler gelmektedir. Her ibadet, kalbe bir nur bırakır. Çoğaldıkça ve çeşitlendikçe bu ibadetlerden hasıl olan nurlar kalbi kaplar ve onu kıymetlendirir. Bu kalbin sağlamlığının garantisidir bir yerde. Tıpkı her günahın kalbe kara bir leke bırakması gibi.
Evet, her günah kalbe kara bir leke atar ve bu lekeler biriktikçe kalbi kaplar, üst üste gelen lekeler kalbe pas bağlatır ve hava aldırmaz eder onu, boğar atar, derken öldürür gider.

Bu açıdan kalbi korumanın bir başka adı da takva’dır. Takva Allah Teâlâ’ya karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmektir.


Aslında takva korunmak demektir kelime anlamıyla.
Neden korunmak?
Allah Teâlâ’nın azabından.
Nasıl korunmak?


Emirlerini yerine getirerek, yasaklarından kaçınarak, ahlakımızı güzelleştirerek.
İşte takva budur ve bizim bireysel olarak bütün amacımız bunu elde etmektir. Ümmet olarak amacımız da bütün insanları takvalı yapmak için bize düşen görevleri eksiksiz yapabilmektir. Bütün bu çabaların sonu, Allah Teâlâ’nın dininin yeryüzünde üstün olması demektir. İşte bizim nihaî hedefimiz budur.


Bu hedefe yürüyen bir kalbin azıkları olacaktır elbette. Bunlar onu her dem taze ve diri tutacaktır. Marifetullah, muhabbetullah, tefekkür, tezekkür, tedebbür, tevekkül, tefviz, havf, reca, sabır, şükür, rıza, teslimiyet, murakabe, muhasebe, muhabbet… gibi azıklar.


Ve yoldaşlar olacaktır haliyle. Allah Teâlâ için olan dostluklar ve yardımlaşmalar, sohbetler, bu seyr-u sülûkta birer yoldaş ve yardımcıdırlar.
Bu uzun yolların çetin sınavları vardır daha başında bildirilen. Sabır ve mücahede gibi silahlar gerekir haliyle bu uzun seferde.


Bir insan kalbiyle diri ve donanımlı olmalı. Gerçi kalıp da bir eserdir, iz bırakır, nişan verir ama, asıl olan kalpdir, gönüldür. Saç sakal, sarık cüppe de bir nişandır ama, Allah Teâlâ ne bu nişanlara, ne sûret ve suratlara, ne soy ve soplara, ne de servetlere bakmaz, illa kalbe bakar. Yere göğe sığmaz ama, kalbe tecellî eder.


İnsanın kalbine bakmadan kalıbına bakması, hep ona bakması, bir eksikliktir. Her şeyden evvel anlayışta, kavrayışta, tefakkuhta bir eksiklik. Bu eksiklik adamı yobazlığa götürebilir kuşkusuz. Ama, nasıl ki “küp içindekini sızdırır,” kalpde de böyle bir uyanma, nurlanma, sağlanma varsa, bu kalıptan da belli olur. Temizlik, tertip ve düzen, nezaket, tebessüm, tatlı dil, hoşgörü, af, müsamaha, yardımseverlik, cömertlik, îsar, hep temiz bir kalbin nişaneleridir.


Kalıba hiç bakmamak da insanı hatalara götürür. Normalde melametîliğe, kalenderîliğe gerek yoktur. Zaten kalp sahiplerinin her işi itidal ve denge üzerindedir. Dengesizlik, muvazenesizlik demektir ki, kimse beğenmez.


Kalp sağlığının alabildiğine gündemde olduğu günümüzde biz de asıl kalbimizin sağlığına ve kalbî işlerin kıymetine dikkat çekelim istedik. Bu vesile ile kendimiz ve sizler için, bütün bir insanlık için sağlıklı kalpler ve onlardan kaynaklanan değerli işler dileriz sevgili Rabbimizden.

Hiç yorum yok:

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...