2 Şubat 2010 Salı

RASÛLULLAH'A HİCRET

........RASÛLULLAH'A HİCRET
"Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Herc zamanında ibadet, tıpkı Bana hicret gibidir."(1)

Bu hadis-i şerifin manasına vukûfiyet sağlamak için hadiste zikredilen üç temel kavramı mana ve mefhum yönüyle birbiriyle bütünlük içerisinde anlamaya çalışmak gerekir. Çünkü Rasûlullah Efendimizin sadrı Kur'ân'ın aynasıdır.(2) Efendimiz (s.a.v.)'in sözleri heva değil Hakk kaynaklıdır(3) ve Kur'ân-ı Kerim'in tefsiridir.(4)

Bu bağlamda, hadiste zikredilen "Herc, ibadet ve Rasûlullah'a hicret" kelimeleri tesadüfen yan yana getirilmiş kavramlar değildir.

Hadis-i şerifte ifade edilen "herc" kelimesi Rasûlullah (s.a.v.)'e Sahabe Efendilerimiz tarafından sorulunca, Efendimiz (a.s.), fitnelerin aşırı şekilde artmasına müteakiben sebepsiz yere insanların öldürülmesinin yaygınlaşması olarak açıklamıştır.(5)

Hadiste zikredilen hercin, yani meşru olmayan sebeplerle insanların birbirlerini öldürmelerinin kaynağı; mala düşkünlüğün artması, insanlardan Allah'a sevk edici ilm-i hakîkinin kaldırılması, cehaletin artması, fitnelerin çoğalması(6), kısaca toplumun Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin yolundan ayrılmalarıdır.

İşte hadis-i şeriflerde haber verilen bu olaylar, toplumu büyük büyük fitnelere maruz bırakmıştır. Bu fitnelerin en son merhalesi olarak da herc, yani şuursuz ve sebepsizce insanların birbirlerini öldürmeleri, tezahür etmiştir.

İnsanlık zaman zaman doğru istikametten yüz çevirmiş ve tamiri mümkün olmayan hatalarla iştigal etmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) de insanların hataya düşmemeleri için şu iki önemli esası bırakmıştır: "Kendilerine sarıldığınız zaman asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum: Bunlar Allah'ın Kitabı ve Rasûl'ünün sünnetidir."(7) İnsanların hataya düşmeleri, işte Efendimiz (s.a.v.)'in bırakmış olduğu bu mutlak istikamet düsturlarını terk etmelerinden kaynaklanmaktadır.

Her sözünde olduğu gibi, yukarıda zikretmiş olduğumuz hadis-i şerifte de Peygamber Efendimiz (s.a.v.), kendisinden sonra ümmetinin karşılaşacağı büyük tehlikelere karşı onları uyarmış ve bu hadis-i şerifte de olduğu gibi takip edecekleri hidayet yolunu göstermiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), yazımıza konu olan hadislerinde, Müminlerin dünya ve ahiret hayatını tehlikeye sokan fitnelerden necat bulma husussunda ümmeti, ibadet ve tâate sarılmaya sevk etmiştir. Efendimiz'in bu emrinden anlaşılan odur ki, fitnelerin zuhur ettiği zamanlarda inananlarca, gerçek anlamda ibadet ve tâatin zevali söz konusudur. Cenâb-ı Hakk'tan kullarına gelen rahmet ve sekînenin celbi için bu noksanlığın giderilmesi zaruridir. Bu eksiklik sadece ibadet hayatında değil, inanç ve ahlâk boyutunda da kendisini gösterecektir. Nitekim inanç, ibadet ve ahlâk üçlüsü, her biri İslâm'ın bir cihetini içeren ve ayrılmayan bir bütündür. Bu nedenle "Fitne zamanı ibadet etmek" lafzındaki "ibadet" kavramını yalnız başına düşünmemek gerekir. Zira kula, kulluğunu yaptırmayan şey, içindeki zayıflıktır. Nefs-i emmaresi, kişiye hükmettiği zaman kulun, hem inanç dünyası hem de ahlâkı, bozulmalara maruz kalacaktır. İçerisinde yaşadığı toplumun da etkisiyle bazı ibadetleri yerine getirmekten geri kalmasa da, bu halet-i ruhiye ile yapacağı ibadetler onu kötülüklerden alıkoymayacaktır. Yapacağımız bu ibadetler öyle bir kuvvette olmalıdır ki, bizi fitnelere karşı koruyabilsin. İşte bu ibadet, mutmain olmuş bir nefisle, tam bir teslimiyetle ve kulların en güzeli olan Sevgili Peygamberimizin sünnetlerine uymakla yerine getirilen bir ibadet olmalıdır. Efendimiz (a.s.)'ın sünnetlerine ve ahlâkına tabi olarak ibadet hayatına yöneldiğimiz taktirde içerisinde bulunduğumuz fitnelerden uzaklaşmış oluruz.

Fitne zamanlarında Allah'ın yasak kıldığı menhiyat revaç bulduğu için, bunlardan rücu' edip hidayeti muhafazaya gayret etmek maksadıyla ibadete sarılmak hadis-i şerifin "tıpkı Bana hicret gibidir" bölümünde "hicret" olarak adlandırılmıştır. Zira hicret, Allah için, Allah'ın yasak kıldıklarından kaçınma ve emirlerine sarılmadır. "Muhacir" lafzı, Allah düşmanlarının eziyet ve işkenceleri sebebiyle dinini yaşayamayan Müslümanların bulundukları beldeden diğer bir beldeye hicret edenler diye tarif edilirken, hakîki hicretin ise, "isyan halinden itaat haline yöneliş olduğunu" yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bizlere şöyle açıklamışlardır: "Gerçek muhacir, menhiyattan Allah'a hicret edenlerdir."(8)

Fitne zamanı ibadet ve tâate sarılmak gerçekten de zor bir iştir; ama kıymeti çok büyüktür.(9) Öyle ki fitnelerin zuhur edeceği ve sünnet-i seniyyelerin unutulacağı ahir zamanda bir sünnetin ihyasına yüz şehit sevabı gibi büyük bir mükafat verileceğini Sever-i Kâinât Efendimiz haber vermiştir.(10) Bu nedenle Efendimiz (s.a.v.) fitne zamanında muhlisan yapılan ibadetlerin ayrıca hicret gibi kıymet kazandırdığını ve hatta Kendi'sine kavuşturduğunu da müjdelemiştir.

İbadet ve tâatle Rasûlullah Efendimize hicret etmek, müminin gerek dünyevî gerekse uhrevî bütün işlerini Rasûl-i Kibriya Efendimize teslim etmesi demektir. İşte bu teslimiyeti, gereği üzere yerine getirenler, içinde bulundukları fitnenin zararlarından kurtulup dünyevî ve uhrevî saadeti elde ederler.

Kısmen yukarıda değindiğimiz üzere şu hususa özellikle dikkat etmek gerekir ki, "Efendimiz (s.a.s.)'e hicret"i ifade eden ibadet ve tâat tamamıyla kulu Allah'a yaklaştırıcı vasıflara haiz bir ibadet olmalıdır. Bu vasıflardan uzak ibadetler insanı Allah'a ve Rasûl'üne kavuşturmaz. Zira fitnelerin zuhur ettiği zamanlarda da insanlar ibadetlerle meşgul oldukları halde mana ve maksadından uzak şekilde olan bu ibadetleri kendilerini fitnelerden kurtaramayacaktır. Bundan da anlaşılan odur ki kalbî ifsat sebebiyle insanlar ihlâslı olarak kulluk etme istikametinden uzak oldukları görülmektedir. Şu halde bizi fitnelerden uzak kılıp, Rasûlullah'a hicrete kavuşturacak ibadeti yerine getirebilmek için, kalbimizin maruz kaldığı tüm şirk, küfür ve masiyetten arındırılmasının zorunluluğu anlaşılmaktadır. Nefsin, ruhun, aklın ve bedenin tezkiyesi bizi Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)'in örnek kulluğuna sevk edecektir. Unutulmamalıdır ki, toplumsal fitnelerin kaynağında rol oynayan insanlar, kendi nefsinde kalbî fitnelerin en büyüğünü yaşayan insanlardır. "Vücutta bir et parçası var ki o düzgün olunca bütün vücut düzgün olur, o fasit olursa bütün vücut fasit olur. Dikkat edin o kalptir."(11) hadis-i şerifini, müminleri bir bedenin uzuvlarına teşbih eden hadis-i şerifle(12) birlikte düşündüğümüz zaman, bütün insanları tek bir vücuda, bedenin merkezi kalbi de o toplumu yönlendiren, lokomotif vazifesi gören iyi veya kötü seciyeli insanlara benzetebiliriz.

Allah yarattığı kulunu bilmez mi? Elbette ki bilir. İnsanı yaratan Allah, onların içerisine düşebilecekleri fitneleri de bildiği için öyle bir Rehber (s.a.v.) bırakmıştır ki O (s.a.v.), varlığını oluşturan her bir zerresiyle kâinata kurtuluş vesilesidir. O'nun her hâli bizler için rahmettir. O'na tabi olan ve sünnetleriyle nefsini tezkiye eden, dünyada salaha, âhirette de felâha erer. Nefsin fitne ve desiselerinden tamamıyla uzak kalabilmek ancak onu şeytan aleyhillanenin boyunduruğundan çıkarıp Hazreti Ahmed'in yoluna kurban etmekle olur. Kıymetli Efendim Abdullah Farukî el-Müceddidî Hazretlerinin de buyurduğu üzere "Her sünnet-i seniyyeyi yaşamak bir nefis tezkiyesidir." Ve kıyamet gününde de ancak selim bir kalp ile gelenler(13) kurtulacaklardır.

Ancak şu da bir hakîkattir ki, insanın münferiden, bir mürşit nezareti olmaksızın kendi gayretleri çerçevesinde çok çok Kur'an tilavet etmesi, ilimler öğrenmesi ve sünnetleri yaşamaya çalışması nefsini ıslah için kâfi gelmemektedir. Zira nefsin ıslahı sadece zahiren sünnetlerin yaşanmasına bağlı değildir. İbadetlerin yapılması, sünnet-i seniyylerin işlenmesi, bütün bedene hükmeden nefsin ıslahı yolunda birer amildirler. Bununla berber, nefsi ıslah yolunda, bu mühim ilme dair bazı bilgileri öğrenmek ve kendi kendine yaşamaya çalışmak yeterli değildir. Kişinin hangi zamanda hangi amelle ve ne ölçüde meşgul olması gerektiğine dair tasavvuf okulunun üstatlarından, birebir ve her bir ferdin ruh istidadına göre aşama aşama verilen vazifeleri yerine getirerek (vird, tesbihat, sohbet...) bu ilmin incelikleri talim edilmelidir ki maksada erişebilelim.

Bu gün, Efendimiz (s.a.v.)'in sünnetlerini ihya eden, toplumu hayır yolunda yönlendiren, fitneden uzak, kalb-i selîm ve bütün azalarından iyiliklerin, güzelliklerin zuhur ettiği Peygamber vekili olan Hakk dostlarından istifade etme yolunda gayret sarf edilmezse, bütün vücut yani insanlar fesada uğrar, helâk olur. "Ve bir fitneden sakınınız ki, sizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz ve biliniz ki, muhakkak Allah Teâlâ'nın ikâbı pek şiddetlidir."(14)

Hicreti, hakîki manada Allah'a ve Rasûl'üne olanlardan olmak duasıyla...


Kaynakça:
1. Müslim, Fiten 130, (2948); Tirmizî, Fiten 31, (2202).
2. el-Bakara, 2/97, Şuara, 26/194.
3. en-Necm, 53/3, 4.
4. Rahman, 55/4; Meryem, 19/97; Duhan, 44/58.
5. Buhârî, Kitâbu'l-İlm; K. Sitte, Kitâbu'l-Fiten 1234.
6. Tecrîd-i Sarîh, Kitabu'l-Fiten, H.No: 2123.
7. Muvatta, Kader 3.
8. Buharî, Îman 4; Müslim, Îman 64.
9. İmâm-ı Rabbanî (k.s.), Mektûbat, 414. Mektup.
10. İbn-i Adiyy, el-Kâmil 2/90; Deylemî, 4/198 (6608).
11. Tecrîd-i Sarîh, c.1, H.No: 48.
12. Buhârî, Edeb 27.
13. eş-Şuara, 26/89.
14. el-Enfal, 8/25.

Hiç yorum yok:

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...