12 Aralık 2008 Cuma

AŞK...

KONU : AŞK 28.07.2007 RECEB-İ ŞERİF
Aşk kelimesinin aslı “IŞK” kelimesidir. Işk sarmaşık demektir. Sarmaşık nasıl sarıldığı yeri istil3a edip kaplarsa, aşk da girdiği kalbi ve vücudu öylece kapladığından, şiddetli sevgiye “aşk” denilmiştir.
Aşk lafzı Kur’an’da zikredilmemiş, ancak İbn Arabî’nin beyanına göre benzetme yoluyla geçmiştir. Kur’an’da “EŞEDD-İ HUBB” =Şiddetli Sevgi (Bakara suresi 165) ayeti aşka delil sayılmıştır.
Tasavvuf ehlince “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim, mahlukatı yarattım” şeklindeki kutsî hadisin delaletine göre, muhabbet yani aşk Allah’tan zuhur etmiş ve bütün alemin yaratılmasına sebep olmuştur.
Tasavvuf ehline göre her yaratığın aşkı kendi istidadı ve kabiliyetine göredir. Nefse galebe çalmak için ve nefis mücadelesi için en kestirme yol, aşk yoludur. Ancak aşk yaşayanın ve tadanın bilebileceği ama asla tarif edemeyeceği bir haldir. Nitekim kendisine “Aşk nedir?” diye sorulan Hz. Mevlanâ’nın: “Ben ol da bil.” cevabı bunu anlatmaktadır. Aşk öyle bir ateştir ki, bir parladı mı maşuktan başka her şeyi yakar.
Ehl-i tarîk aşkı, mecazi ve hakiki olmak üzere iki türde incelerler.
Mecazi Aşk: Geçici suretlerden birini sevmektir. Şehvetsiz, ilahi ve hakiki aşka götüren bir köprü olmak şartıyla, böyle bir aşk da hoş karşılanmıştır. Nitekim Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Tertemiz bir aşkla birine tutulan ve bu aşkını açıklamaya bile cesaret edemeden bu sevgiyle ölen, şehid olarak ölmüş sayılır.” (Keşfü’l-Hafâ,II,262,2538)
Herkeste ilahi aşka yani hakiki aşka kabiliyet olmayabilir. Bu yüzden mecazi aşk, hakiki aşk için bir köprü görevidir.ancak güzelliği ve ondan kaynaklanan aşkı ilahi aşka bağlamalı ve meşru sınırlar içinde kalması gerekir.
Hakikî Aşk: Allahü teâlâyı ve O'nun sevdiklerini çok sevmek. Buna hakîkî aşk denir. Hakîkî aşk, nefsi terbiye eder, ahlâkı güzelleştirir; insanın kalbinde bir ateş olup, Allah sevgisinden başka her şeyi yakar, yok eder. Hak âşığı olanın sözü, işi ve düşüncesi doğru ve saftır. (İbrâhim Hakkı Erzurûmî)
Hakikî aşka eren kimse kendinden geçmiş, fenâfillaha ermiştir. Hakikî aşkın alâmeti, Allahü teâlânın emirlerine çok uymaktır. (İmâm-ı Rabbânî). Bu aşkın temelini “MUHABBET” oluşturur. Şu üç muhabbet çok mühimdir: Birincisi, Allahü teâlâyı sevmektir. Bunun alâmeti, ibâdeti günaha tercih etmektir. İkincisi, kuvvetli bir îmân ile Resûlullah efendimizi sevmektir. Bunun alâmeti, Resûlullah'ın sünnetine yapışmaktır. Üçüncüsü ise Allah için mü'minleri sevmektir.Bunun alâmeti, mü'minlere eziyet etmemek ve onlara faydalı olmaktır. (Hâris el-Muhâsibî)
Allah’a olan aşkın ve muhabbetin kalbe yerleşmesini sağlamanın iki yolu vardır:
a) Nefsin başka şeylere meyil ve arzularını azaltarak gönülden masiva sevgisini çıkarmaktır. Bu da genellikle nefis tezkiyesi ve tasfiyesi ile olur. Kur’an’da: “Allah Teâlâ insanoğlunun göğsünde iki kalp yaratmamıştır.”(Ahzap,33/4) ayeti gönülde iki tür sevginin bulunmayacağını ifade eder. Çünkü aşkın kemali kalbin sadece Allah’ı sevmesi ile olur.
Her seven sevdiğine bağlıdır. İnsanın çok aşırı sevdiği şey, ona ilah veya mabud haline gelebilir. Nitekim : “Nefsani heva ve hevesini ilah edineni gördün mü?”(Furkan,43) ayeti buna delildir. Yani Allah’a aşkı azaltan sebeplerin başında heva, heves ve dünya sevgisi gelir.
b) İbadet ve taatla marifeti tanımak, yani Allah’ı bilmek. Bunun yolu nafile ibadet ve tatlarla ruhu güçlendirmektir. En kuvvetli yolu da kamil bir mürşide teslim olup zikir üzere olmaktır. Çünkü aşık olan kişi, aşık olduğu varlığın ismini çok zikretmelidir ki, bu aşkı kalbi sarsın. Böylece istikamet üzere olsun. Bu yolla elde edilen aşk, toprağı temizledikten sonra tohum ekmeğe benzer. Böylelikle aşkın insan kalbini her yönüyle tamamen kaplaması muhabbet doğurur.
TALHA SÖYLEMEZ

Hiç yorum yok:

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...