21 Ağustos 2012 Salı

Manevi Duyguyla Pişmanlık-Tevbe Eğitimi

Dünyada ve âhirette insanoğlu için en acı azap, herhalde pişmanlık ateşiyle yanıp kavrulmaktır. Zamanında yapmadığı bir işin daha sonra ağır neticesiyle yüz yüze gelince hissettiği nedâmetin acısını bilmeyen yoktur. Telâfîsi ve geri dönüşü olmayan kayıpların pişmanlığı ise çok daha ağır olur. Bu tür acılar yaşamamak için istikbâli düşünmek ve önceden tedbir almak îcâb eder.
........
İnsanın en büyük pişmanlığı ise, imtihan edildiği bu dünyayı bırakıp öbür âleme geçeceğini anladığı an başlar. Dünya hayatında sorumsuzca yaşayan insan, her zaman isteklerini sınırsızca gerçekleştirebileceğini, hiçbir zaman hesap vermek zorunda kalmayacağını düşünmeye başlar. Ancak âniden ölümle yüz yüze gelince bu düşüncelerinin yanlış olduğunu anlayıp yaptıklarına ve yapamadıklarına pişmanlık duymaya başlar. Kullarının bu acı hâle düşmesini istemeyen merhametli Rabbimiz, onları defâlarca îkâz eder:

“Bizimle karşılaşmayı (bir gün huzûrumuza çıkacağını) ummayanlar: «Bize melekler indirilse veya Rabbimizi görsek ya!» dediler. Andolsun ki onlar kendileri hakkında kibre kapılmışlar ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir. (Fakat) melekleri görecekleri gün, günahkârlara o gün hiçbir sevinç haberi yoktur ve: «(Size, sevinmek) yasaktır, yasak!» derler. Onların yaptıkları her bir ameli ele alır saçılmış zerreler haline getiririz (değersiz kılarız).” (Furkân 21-23)

“Kendilerine zulmederken meleklerin canlarını aldığı kimseler: «Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk!» diye teslim olurlar. (Melekler onlara) «Hayır, Allah sizin yaptıklarınızı elbette çok iyi bilendir» der.” (Nahl 28)

Korku ve pişmanlıktan ne yapacaklarını bilemeyen insan, günâhlarını inkâr etmeyi dener. Bunun bir fayda vermediğini anlayınca yalvarmaya başlar:
“Kendilerine azabın geleceği, bu yüzden zâlimlerin: «Ey Rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bizi tehir et de senin dâvetine uyalım ve peygamberlere tâbi olalım» diyecekleri gün hakkında insanları uyar. (Onlara) «Daha önce, sizin için bir zevâl olmadığına dair yemin etmemiş miydiniz?. (Sizden önce) kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz, onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu ve size misaller de verdik» denilir.”(İbrahim 44-45)

“Azâbın gelmesi”nden maksad, ölümdür. Zira ölüm, günâhkârlar için azâb günlerinin ilkidir. Onlara evvelâ ölümün sekerâtıyla azâb edilir. Bazen de bu azâb, “Haydi bakalım, ne olacaksa olsun!” gibi isyankâr sözlerle dünyada âcilen istedikleri ve köklerini kazıyacak olan tabiî âfetler şeklinde tezâhür eder. O zaman, azâbın kaldırılarak kısa bir süreliğine mükellef oldukları hâle döndürülmeyi ve o esnâda Cenâb-ı Hakk’ı râzı edecek amel-i sâlihler işlemeyi taleb ederler:

“Nihayet onlardan birine ölüm gelince (tekrar tekrar şöyle) yalvarır: «Rabbim, beni dünyaya geri gönder de daha önce terkettiğim (îmân ve) sâlih amellere sıkıca sarılayım» der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.”(Mü’minûn 99-100)

Ölümün geldiğini gören kişi, bilhassa geride bıraktığı malı ve mülkü için pişman olur. Bunları, Allah’ın râzı olduğu şekilde kullanmak ve ifsâd ettiği şeyleri ıslâh etmek için izin ister.
Bir gün Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz:
“–Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm:
“–O pişmanlık nedir yâ Rasûlallâh?” diye sordular. Efendimiz (s.a.v):
“–Ölen, muhsin yani iyi ve sâlih bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artıramamış olduğuna; kötü biri ise, kötülükten vazgeçerek hâlini ıslah etmediğine pişman olacaktır.” cevâbını verdi. (Tirmizî, Zühd, 59/2403)

Yine Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Bir kişi doğduğu günden ihtiyarlayıp vefat ettiği güne kadar Allah rızâsını kazanma uğruna yüz üstü yerlerde sürünse (yani her türlü meşakkate katlanarak ibadet, tâat ve hizmetlere koştursa), kıyâmet günü bu yaptığını çok yetersiz görecek (ecir ve sevabını artırmak için dünyaya tekrar döndürülmeyi taleb edecektir).” (Ahmed, IV, 185; Beyhakî, Şuab, I, 479; Heysemî, I, 51; X, 225, 358)
Her şeyin hakîkatinin açıkça görüldüğü kıyamet gününde şu gerçek ortaya çıkacak ki; insanı ebedî kurtuluşa erdiren şey, Allah’a itaat ve sâlih bir kişi olmaktır.

Cenâb-ı Hak ölüm ânındaki pişmanlığın hafif olması için şu tavsiyede bulunur:
“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ın zikrinden alıkoymasın! Kim bunu yaparsa işte onlar hüsrâna uğrayanlardır. Herhangi birinize ölüm gelip de: «Ey Rabbim, beni yakın bir vakte kadar tehir etsen de zekât, sadaka versem ve sâlihlerden olsam!» demesinden evvel size rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak edin. Çünkü Allah, bir kimseyi eceli geldiğinde asla tehir etmez. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”(Münâfikûn 9-11)

Demek ki infak ve tasadduk, insanın sâlih bir kişi hâline gelmesinde çok büyük bir tesire sahiptir. Cimrilik ise kişiyi fısk ve fesâda sürükler.
İbn-i Abbâs (r.a):
“–Kimin kendisini Rabbinin Beyt’ini ziyarete götürecek veya zekât farz olacak kadar malı bulunur da bunları ifâ etmezse, ölüm sırasında dünyaya geri dönmeyi ister.” buyurmuştu. Bir kişi:
“–Ey İbn-i Abbâs, Allah’tan kork! Geri dönmeyi isteyecek olanlar kâfirlerdir.” dedi. İbn-i Abbâs (r.a):
“–Sözüme delil olarak sana Kur’ân-ı Kerîm’den âyetler okuyacağım” dedi ve yukarıdaki âyetleri okudu. (Tirmizî, Tefsir, 63/3316; Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XII, 115/12636)

Diğer bir âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“«Doğru iseniz bu vaad (azap) ne zamandır?» diyorlar. De ki: «Ben kendime bile Allah’ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahip değilim.» Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir an tehir edilirler ne de bir an öne alınırlar. De ki: Ne dersiniz? Allah’ın azabı size geceleyin veya gündüzün gelirse (ne yaparsınız?). Suçlular ondan hangisini istemekte acele ediyorlar? Olacaklar olduktan sonra mı O’na iman edeceksiniz? (O zaman size şöyle denir:) Şimdi mi? Hâlbuki onu istemekte acele ediyordunuz. Sonra o (kendilerine) zulmedenlere, «Ebedî azabı tadın!» denilecek. Vaktiyle kazandığınızdan başka bir sebeple cezalandırılacak değilsiniz!” (Yûnus 10/50-52)

Firavun denizde boğulacağını anlayınca “Hakîkaten, İsrailoğullarının inandığı İlâh’tan başka ilâh olmadığına îmân ettim. Ben de O’na teslim olanlardanım!” demişti. Ona:Şimdi mi! Hâlbuki daha önce isyan etmiş ve fesadcılardan olmuştun. Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız.” denilmişti. (Yûnus 90-92)

“Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık. Bu esnâda kendi kendini kınayıp duruyordu.” (ez-Zâriyât 51/40)
Pişman olmayacak olsaydı Firavun pişman olmazdı. Zira kibir ve azgınlıkta son hadde varmıştı. Ancak ölümü görünce küfür, inat, taşkınlık ve fesadları sebebiyle kendi kendine şiddetle kızıp kınamaya ve ayıplamaya başladı, bütün yaptıklarına nedâmet duydu, pişmanlık ateşiyle yanıp kavruldu. Ancak o vakit hissettiği nedâmet ona fayda vermedi, zira vakit geçmiş, fırsat kaçmıştı.

Günler geceler durmaz geçiyor,
Sermayen olan ömrün bitiyor,
Bülbüllere bak figan ediyor,
Ey gonca gül mevsim geçiyor!
Devrana girip seyran edelim,

Eyvah demeden Allah diyelim!

Hiç yorum yok:

HOŞGELDİNİZ....

BİLMEZ Kİ SORSUN, SORMAZ Kİ BİLSİN...
SORSA BİLİRDİ, BİLSE SORARDI...