Hz. Mevlâna (1207-1273) mübarek Anadolu- muzun
manevî mimarlarındandır. Asıl adı Mu- hammed Celaleddindir. Mevlâna ismi
Konya'da ders okutmaya başladığı tarihlerde Rumî adı ise; Anadolu'ya yerleşip
orada yaşadığı dönemlerde verilmiştir. Hicri 7. asrın müceddididir. “Alimle- rin
sultanı” , “Gönüller Sultanı” unvanları ile de anılmaktadır.
Onun doğduğu ve büyüdüğü yıllar, Moğolla- rın
dehşetli zulümleri altında büyük bir istikrar- sızlık içindedir. Sivas üzerinden
Kayseri'ye oradan da Konya'ya kadar gelen Moğol istilâsı, insanları uzunca bir
zaman korku ve güvensizlik duygusu içinde yaşatmıştır.
Moğolların merhametsiz korkunç katliamları,
çaresizce zulümlerden kaçışlar, ümitsizlik, göç ve sürgünler insanların
hayatlarını alt üst etmiştir. İhtilaf hastalığına duçar olduklarından İttihadın
değerini unutan, kin, haset, fitne ateşleriyle gönülleri yaralanan, birbirlerine
diş bileyen bazı müminlerin basiretsizliği sebebiyle Anadolu Selçuklu devleti de
yıkılmak üzeredir. Böylesine bunaltıcı, sıkıntılı bir atmosferde, hürriyete ve
sevgiye muhtaç, ümitsiz insanların ruhlarını eserleriyle ( Mesnevi, Divan-ı
Kebir, Mektubat, Fih i Mafih, Mecalis-i Seb'a ) vaazlarıyla, dersleriyle ve
sohbetleriyle huzura kavuşturmuş- tur.
O sevgi sultanı eserleriyle yaklaşık 800 yıldır
her asrın ümitsizliğe düşmüş, gerçeği arayan yorgun ruhlarını aydınlatmış,
onlara şifa olmuş ve olmaya devam etmektedir. Bu çalışmamla Onun Mesnevi adlı
büyük eserinden dünya hayatı, ölüm gerçeği ve âhiret hayatına dair hakikat
çiçeklerinden derlediğim bir buketi sizlere sunacağım.
O hayattayken Onun vaaz, ders ve sohbetleri- ne
katılanlar, günümüzde ise eserlerini okuyan ve eserlerinden feyz alanlar da bir
yandan tahkiki iman yolunda yol alırken diğer yandan şu fani hayatın nice
dertlerinden, manevî sıkıntılarından insanı dehşete düşüren hadiselerin ruhlarda
açtığı yaralarından kurtulmaktadırlar.
O gönüller sultanı, dünyanın iyi, kötü; güzel,
çirkin; zulmetli, nurlu nice sahnelerine şahit olmuş, Kur'andan ve Sünnet-i
Resulullahtan aldığı devalar ve ilaçlarla nice müzmin hastalık- larımıza şifalar
bulmuş ve eserlerinde kendi ruhunda yolculuk yapmak isteyen hakikat yolcularına
sunmuştur. Şu sözler bunu ne güzel ifade ediyor:
"Bir can var canında o canı ara!
Beden dağındaki gizli mücevheri ara!
Ey yürüyüp giden dost bütün gücünle ara!
Ama dışarıda değil, aradığını kendi içinde
ara!"
O, kendi ruhunda yolculuk yapanlara rehber
olarak Yüce yaratıcımızın son kitabı Kur'an-ı Kerimi ve Son peygamberi Hz.
Muhammed Mustafa'nın sünnet-i seniyyesini tavsiye etmektedir. Bunun delili şu
sözleridir:“MEN BENDE-İ KUR'ANEM EGER CAN DAREM /MEN HÂK-İ REH-İ MUHAMMED
MUHTAREM / EGER NAKL KUNED CÜZ İN KES EZGÜFTAREM / BİZAREM EZ U VEZ AN SUHEN
BİZAREM” Yani “Bu canım var oldukça ben Kur'ana tutsağım / Muhammed Mustafa'nın
yolundaki toprağım / Benden başkaca bir söz nakledenler olursa / Hem onu
söyleyenden hem o sözden uzağım”
Hz. Mevlana dünya hayatıyla ahiret hayatını;
hayatla ölümü birbirinden ayrı ayrı değerlendir- memektedir. Ona göre “Bu dünya
ahiretin tarlasıdır.” Hadis-i şerifinde ifade edildiği gibi ahiret için henüz bu
dünyadayken hazırlık yapılmalıdır. Ölüm de hayattan ayrı düşünüle- mez. Çünkü
ölüm yokluk değildir, ahiret hayatı- na bir geçiştir, bir doğuştur. En çok
sevilmesi gereken Rabbimize bir kavuşma gecesidir. Yani Şeb-i Arûstur. Düğün
gecesidir.
Hz. Mevlana İslam'ın temel kaynaklarındaki
ebedî gerçeklere dayanarak dünyayı zıtların bir arada bulunduğu bir sınav yeri
olduğunu ifade etmektedir. “Dünya” sözcüğüyle dünyanın aldatıcı, zehirli bala
benzeyen haram lezzetlerine bakan yüzüne dikkatimizi çekmektedir.
Bir başka ifadeyle dünyanın bu yüzü, insanın
heveslerine bakan, gaflet perdesi olan ve dünya için ahiretini feda edenlerin
oyuncağı hükmünde bulunan yüzüdür.
Dünyanın bu yüzü gayet çirkin ve tehlikelidir.
Çünkü fanidir, elemlidir, keder vericidir, aldatıcı- dır. İşte ayetlerin,
hadislerin ve Hz. Mevlana'nın Kur'an ve sünnete dayanarak dikkat çektiği ve
sevgisine aldanmamak için uyardığı, sevilmeme- si, hatta nefret edilmesi,
kendisinden Allah'a sığınılması gereken yüz, bu yüzdür.
O söz sultanına göre bu dünya ( dünyanın insanı
aldatan yüzü ) tuzaktır, yemi de gayr-ı meşru isteklerdir. Bu Cihan köpüğü (
haram lezzetler) Cenab-ı Hakkın Mübarek Esmaül Hüsnasının ve Mukaddes
sıfatlarının arılığına, duruluğuna perdedir. Ahmak insanları, “Etek dolusu altın
verip şeytandan dert satın alanları”, “dünyaya demir attığını sananları, yer
çekti, yuttu.”“Dünya altın kaplı kalp para gibidir; yani değersiz ve bir köpük
parçası gibi olan bu dünya kalptır.( geçersiz) dir. Bu dünya o mutlak visale
göre birer yük, azap ve zahmettir.
Dünya ahiret dengesini kurma, dünyanın
mahiyeti, dünya sevgisi, dünya ve ahiret saadeti gibi konularda Hz. Mevlana ile
ilgili şöyle bir olay nakledilmektedir: Selçuklu Sultanı Rükneddîn, Mevlâna'ya
beş kese altın gönderip almasını arzu eder. Talebelerinden Mecdüddîn, Mevlâna'ya
altınları arz edince; "Beni hakikaten seviyorsanız, bu altınları dışarıdaki
çamurun içine atın! buyurur. Talebeleri bu emri derhal yerine getirirler.
Dünyaya kıymet veren bazı kimseler, bu altınları almak için çamurun içinde
aramaya başlarlar. Fakat üstleri, başları, yüzleri çamurdan görünmez hâle gelir.
Mevlâna, talebelerine onların bu vaziyetlerini göstererek;"Bu altınlar, şu
gördüğünüz dünya ehlinin üstünü başını batırdı- ğı gibi, âhiret ehli olanların
da kalbini karartır, kirletir. Çeşitli günahlara sevkedip, ibadetlerden
alıkoyar.
Bu sözlerimi yanlış anlamayınız. dünya için
çalışmayınız demek istemiyorum. Dünya malının muhabbetini kalbinize koymayınız
diyorum. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi âhirete çalışmak
lâzım geldiğini herkes bilir. Burada dikkat edilecek nokta; hırs ve tama
çukurlarına düşmeden kanaat üzere bulunmak-tır. Dünyada, âhiret saadeti için
çalışmalı, kazan- malı, niyeti düzeltmelidir. Çünkü İslamiyet, insan lara
faydalı olmayı emreder. En büyük saadet, en büyük, sermaye, helâlinden kazanıp,
hayır ve hasenat yaparak âhirete göndermektir. Buna rağmen asıl sermaye, mal,
mülk, para sahibi olmak değil, ilim, amel, ihlâs ve güzel ahlâk sahibi
olmaktır." Buyurur.
Hz. Mevlâna'nın bir diğer tespiti de şudur: “Bu
dünyada bulunan bütün şeyler, öbür dünyanın (ahiret) birer örneğidir. Yani bu
dünyada görülen her şey ahiret için de böyledir. Mesela, zahmet çekmeden bir
dünya işi müyesser olmadığı gibi ahiret işi de kolayca hallolmaz. Bunun için:
"Dünya ahiretin tarlasıdır" denilmiş- tir. İnsan burada ne ekerse, orada onun
semeresi- ni toplar. Bu dünyada aranılıp, kavuşulan huzur, tıpkı bir şimşek
gibidir; çabuk gelir geçer. Dünya zevkleri misk kokusuna benzer, koku da (araz)
geçici bir belirti olduğundan kalmaz. Geçici kokuyla yetinmeyerek ebedî miski
arayan kimse doğru bir iş yapmış olur.”
Hz. Mevlâna dünyadan “Kendisini yeni gelin gibi
gösteren kokmuş bir kocakarı” olarak söz eder. Mevlana'nın müşahedelerine göre
dünya- nın rengine ve kokusuna aldanmamak ve zehirli şerbetini içmekten sakınmak
gerekir. O bazen de dünyayı “Kendisine yeni gelin süsü veren büyücü kadına”
benzetir. "Ona âşık olan zehirli şerbetin- den içer" diyor. Ona göre bu dünya
zıtlıklar alemi- dir. Ahiret ise zıtların birbirinden ayrıldığı adale- tin tam
tecelli edeceği bir yerdir.
“Kalb pehlû mîzened bâ-zer be-şeb
İntizar-ı rûz mîdâred zeheb”
“Gece, kalpazanın bahtı sahihin bahtsızlı-
ğıdır. Karanlıkta iyiyle kötü, kalp altınla sahici olan kucak kucağadır. Kalp
altın ister ki bu gece hiç bitmesin ve foyası ortaya çıkmasın. Saf altınsa
gündüze âşıktır. Ta ki bulaşıklık töhmetinden kurtulsun, kadri kıymeti belli
olsun. O gece dünyadır gündüzse ahiret. Bu âlemde hakla haksızlık, iyilikle
kötülük, zulümle adalet iç içe kucak kucağadır. Ama hesap günü kurulacak terazi
kimin kaç ayar olduğunu tek tek açıklaya-cak. O gün altın gibi bir gönül
götürenlerin günüdür, gönül kalpazanlarının değil.”
“Bâki nur, bu aşağılık dünyanın ardındadır.
Unutma ki; süt de kan nehirlerinin içinden akarak saf oldu.” “Bil ki ahiret deve
kervanı, dünya da deve tüyüdür. Katara sahip olursan yün de deve de mal da sana
gelir. Yünü alırsan deve senin olur mu?”
"Dünya nedir! Allah'tan gafil olmaktır.”
“Dünya uykudaki kişinin gördüğü rüyadır.”
Yani dünyanın gayr-ı meşru zevkleri insanı
Allah'tan uzaklaştırır. Dünya bir rüya gibi gelip geçicidir. Geçici olan bu
dünya ebediyeti arayan insan ruhunu tatmin eder mi?
Hz. Mevlana dünyayı kesben ( çalışmak, kazanmak
için ) terk etmemek, kimseye avuç açmamak için çalışmak gerektiğini de şu
sözleriyle ifade eder."İnsanın elde ettiği şey, zararsa çalışmamasından ileri
gelmiştir; kârsa çalışıp çabalamasından." "Kazanmak da ekin ekmeye benzer,
ekmedikçe ona sahip olmaya hakkın yoktur."
"Hiç buğday ektin de, arpa verdiğini gördün
mü." gibi sözleriyle Hz. Mevlana dostlarına çalışmayı öğütlerdi. Ayrıca Hz.
Mevlana derdi ki: `Tevekkül ediyorsan, çalışmak hususunda da tevekkül et, kazan
da sonra Allah`a dayan!`
Hz. Mevlana'nın yakın dostu Şems-i Tebrizi- den
öğrendiği dünya ile ilgili hakikatlerden bazıları şunlardır:
“Şu dünya bir dağ gibidir. Ona nasıl
seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa,
hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse
kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece
sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak.
Senin gönlün değişirse dünya değişir.
Gönüller sultanı Hz.Mevlâna Celaleddin ölüm
gününü “Hakk'a vuslat”, “Düğün günü” saymıştır.” Hz. Mevlâna (hicri 672 / miladi
17 Aralık 1273'te) Pazar günü akşamüstü Konya ufuklarında güneş gözden
kaybolurken, bu fâni âlemden can ve beka âlemine göç etmiştir.
Mevlâna ölümünü “Şeb-i Ârus” sevgiliye kavuşma
günü olarak kabullenmişti. Aslında Onun Şeb-i Arûsu, “ölmeden önce ölmekle” yani
hayatın fani, zehirli bala benzeyen lezzetlerini sadece Allah için terk etmekle
başlamış, ruhunu Rahmana teslim etmekle tamamlanmıştır.
Hayatı dahi Şeb-i Arûs olan Hz. Mevlana
“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama, arif kişilerin gönlündedir, bizim
mezarımız. Burada ölüm (olarak) tezahür ediyorsa da orada doğumdur” derken
Hakk'a âşık olan kişilerin gerçekte ölmediklerini Baki-i Hakiki'ye kavuştuk
larını ifade etmektedir.
Yine Rabbine, “Ölmek, şeker gibi tatlı bir şey,
canı sen aldıktan sonra, seninle olunca da tatlı, candan da tatlıdır ölüm.”
şeklinde seslenirken de aynı hakikati dile getirmektedir.
Hz. Mevlâna, “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense
vuslattan.”der. Onun ölüm ve vuslat anlayışını, Kur'an-ı Kerim'in bir ayetinin
ışığı altında anlamak mümkündür. “Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra ancak bize
döndürüleceksiniz.”
Ayette geçen 'dönmek' kelimesi, Allah'a
kavuşulacağını, 'vuslatı' açık bir ifadeyle 'müjdelemektedir. Bu müjdeyi
benimseyen, ona sımsıkı sarılan Hz. Mevlâna, ölümü bir ayrılık değil, bir vuslat
olarak kabul etmektedir. “Tövbesiz ömür, tümden can çekişmektedir; gelip çatan,
adamı yaşayan ölü yapan ölümse, Allah'tan habersiz olmaktır. Ömür de Allah'la
hoştur, ölüm de. Allah'a kavuşmadıktan sonra âb-ı hayat bile ateştir.”
“Ölümde adaletli ve dindar kimseler için hayat
vardır.”
Ölümden, temiz ruhlara huzur ve sükûn
gelir.
“Ömür bittiyse, Allah bir başka ömür
verdi.
Geçici ömür kalmadıysa işte şuracıkta ölüm-süz
ömür.'
Aşk bengisudur, dal şu suya, bu denizin her
katresinde ayrı bir yaşayış var.”
“Ölümden önce ölün” emrine uyalım da Hz.
Muhammed (s.a.v.) gibi, şu çıfıt nefisle cihada girişelim...”
Mevlana'nın ölüm konusundaki önemli bir tespiti
de genellikle insanların ölümü yanlış anladıkları yönündedir. Ona göre “Ölüm
korkutu cu bir şey değildir. Ölümden korkmak aslında kişinin kendisinden
korkması demektir. Zira herkesin ölümü 'kendisi' gibidir ve ölüm, kişinin
dünyadaki yaşantısı ile orantılı olacaktır.”
Hazret-i Mevlâna, “Ölüm bir ayna gibidir ve ona
bakıldığında o, kişinin herkes tarafından görülebilen yüzünü değil, kişinin
gerçek karakte- rini yansıtır. Eğer güzelsek yani güzel ahlaklı isek bu güzellik
aynada oluşacak ve ayna bunu parlak bir şekilde güzel yansıtacak, fakat eğer
'kara' isek ayna da kara olacaktır.” Yani ölüm aynası da insanlara gerçek kimlik
ve kişiliklerini göstermek tedir.” diyerek bu konuyu çok güzel bir benzetme ile
aydınlatmıştır.
Hz. Mevlana'ya göre 'yokluk' anlamına gelen bir
ölüm yoktur. Ona göre hayat ve ölüm birbirinin devamıdır. Aslında hepimiz bir
'varlık denizi' içinde yüzmekteyiz ve ölüm sadece, geçici bir varlık âleminden
diğer ebedî bir varlık âlemine intikal sürecidir. Yani “Tatlı meyve yapraklar,
dallar arasında gizlidir. Ebedi hayat da ölümün ardında.”
Yani asrımızın müceddidi Hz. Bediüzzaman- ın
diliyle “Ölüm, idam ( yokluk ) değil, firak
(ayrılık) değil, belki hayat-ı ebediyenin bir
mukaddimesidir, mebdei ( başlangıcı)dir. Vazife-i hayat külfetinden bir
paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Berzah âlemine göçmüş kafile-i
ahbaba kavuşmaktır.” Yine asrımız müceddidi- nin başka bir ifadesiyle “Herkes
âyinesinin rengine göre görür. Ehl-i iman için ölüm hakiki vatanına ve ebedi
saadet makamına girmeye bir vasıtadır. Ehl-i dalalet için ölüm, idam-ı ebedîdir;
hem o insanı hem bütün ahbabını ve akaribini asacak darağacıdır.” Yani ölümü
ebedî var olmak olarak gören ebedi varlığı bulur, ölümü yokluk gören idam-ı
ebediyi bulur.
Hz. Mevlâna bedeni ruh için bir hapishane gibi,
ölümü de ruhun hapisten kurtulması gibi değerlendirmektedir. Ona göre ölüm,
Allah'tan gelen ruhun yine O'na yükselmesidir. Çünkü insan ruhu bedende olduğu
sürece geldiği ve döneceği âleme göre zindandadır. Nasıl zindanda olan insan
hapishanenin yıkılmasından incinmez ve yıkanlara: “bu binayı niye yıkıyorsunuz?”
diye karşı çıkmazsa, aynı şekilde insan da ölümle beden mülkünün viran
olmasından incinmez, aksine sevinir. Nitekim Hz. Mevlâna şöyle der: “Sen
yaşıyorum sanırsın. Aslında beden zindanın da mahpussun. Zindandan kurtulur,
beden kuyusundan çıkabilirsen Yusuf gibi Mısır'a sultan olursun.”
O, ölümü bir mihenk taşı olarak da görür ve
şöyle der: “Ölüm olmayan bir dünya, gerçek altınla sahte altının ayırt
edilmesinin mümkün olmadığı bir çarşı gibidir.” Ayrıca şahane bir benzetmeyle
Hz. Mevlana ölümü cevizin kabuğunun kırılmasına benzetir ve “Eğer içini tam
olarak doldurmuşsa, bir ceviz kırılmaktan neden korksun ki?” der.
Hz. Mevlana'nın ölüm hakkındaki başka bir
düşüncesi de “Ölmeden önce ölmek” gerçeğine yaptığı vurgudur. Bedenin ölümü bir
gün hepimizin yüzleşeceği bir şeydir. Bedenin ölümünden önceki ölüm ise Hz.
Mevlâna buna ilk vuslat diyor- benlik, bencillik, çıkarcılık gibi hayvanî
arzulardan arınmaktır.
Aşk ve ümit deryası Hz. Mevlâna'yı Şeb-i Arûs
(vuslat) yıldönümünde rahmetle anıyor, Yüce Allah'tan şefaatine nail olmayı
diliyorum.
KAYNAKÇA:
1-Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye,
İstanbul 1971;
2-Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, I,
İstanbul 1977.
3- Bediüzzaman Said Nursî, Lem'alar
4- Doç. Dr. Emine Yeniterzi, Mevlana
Celaleddin-i Rumi, T.D.V.Yay. 4. Baskı, Ankara, 2001,
5-Şura Suresi, 36.
6-Hilmi Yücebaş, Edebiyatımızda Mevlâna, (Konya
İl Yıllığı) Konya 1973
7-Bediüzzaman Said Nursî İman ve Küfür
Muvazeneleri
8-Mevlâna, Rubaiyyat,
9-Mesnevi,
10-Ankebut, 29/57
11-Alişan Özattila, Hak Aşığı Mevlâna
Celaleddin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder